12 Aralık 2022 02:20

Metin YETKİN

Sevil Üçüncüoğlu’nun ilk romanı “Asal” Nemesis Kitap tarafından yayımlandı. Roman, deneme, kişisel gelişim türlerini harmanlayan kitap genç bir bireyin kendini keşfetme sürecini odağa almış. Varlıklı bir aile olan Altın Ailesi’nin tek çocuğu Asal. Ancak bu genç, dünyaya ötekilerden farklı bakmakta. Öncelikle son derece gerçekçi bir yapısı var Asal’ın. Aklına geleni hemen söylediği için insan ilişkilerinde bocalıyor, bu yüzden de topluma uyumlanamamış bir birey. Bu uyumsuzluğun tek sebebi onun dürüstlüğü değil sadece, tabiatın düzenine duyduğu sonsuz saygı. Bu bağlamda, türdeşine, bitkilere, hayvanlara zarar veren insanlıkla derdi var. Bilhassa da insanın kişisel zevkleri için kendi dışındaki varlıklara gaddarca zarar vermesine öfke duyuyor. Farklı bir genç olan Asal uykuyu da zaman israfı olarak değerlendirdiği için günlerce uyumadıktan sonra kliniğe kapatılıyor, ardından da psikiyatriste gitmeye başlıyor.

ASAL, İYİLEŞME, MİSTİSİZM

Uykusuzluk yüzünden halüsinasyon gören, akıl sağlığından şüphe edilen Asal, psikiyatristin dosyalarını karıştırarak Efsun’un hikâyesini öğreniyor ve onu görmeye, onunla konuşmaya başlıyor. Zaman içerisinde normal insan olabilmenin ilk koşulunun aklından geçeni söylememe, belli bir seviyede ikiyüzlü davranma olduğunu kavrayarak kısmen de olsa bir iyileşme gösteriyor: “Düşüncelerini nasıl kontrol edebiliyorlar? İnsanların en çok bu özelliklerine hayranlık duyuyorum. Ne hissederlerse hissetsinler, ne düşünürlerse düşünsünler sır gibi saklıyorlar. Bunun için o kadar çok çaba harcıyorum ki. Bir keresinde iki hafta maske takıp gezmiştim, sırf düşüncelerimi maskelemeyi öğrenmek için. Bülent’in tavsiyesiydi. Beni herkese madara etmenin başka bir yolunu daha bulmuştu. Eskiye göre iyiyim ama bazen elimde olmadan çıkıveriyor ağzımdan.” (s.57)

Bu noktada etrafında iki kadın görmekteyiz: Biri, evlerinde çalışan hizmetlinin, Fatik’in kızı Tuana. Kendi yaşlarındaki bu genç kızın ona şefkat göstermesi, vicdanlı olması ve fiziksel özellikleri Asal’ı kendine çekiyor. Diğeri ise spor eğitmeni Eda. Sonradan öğrendiğimiz üzere Eda’nın babası Asallar’ın madeninde kaza sonucu ölmüş, Altın Ailesi de Eda’ya öğretim masrafları başta olmak üzere hayat boyu destek olmuş. Eda’nın çekim alanına giren Asal, şimşek hızıyla onunla evleniyor fakat bir sinir krizi sonucu bedensel felce uğruyor. Romanın düğüm noktası da bu. Asal’ın, annesi Ahsen Hanım kanser tedavisi için yurt dışındayken, ona kötü davranan Fatik’le ve tamamen farklı bir karaktere bürünen Eda ile yalnız başına aciz bir durumda kalması. Bu durumda tek destekçisi bakımıyla ilgilenen Asya ve yeniden ortaya çıkan Tuana oluyor…

Seyri böyle ilerleyen romanda betimleme pek yok, olaylar üzerinden eylem cümleleriyle ilerliyor. Bu ilerleme oldukça hızlı, olaylar hemen bir sonuca, sonuç da yeni olaylara şimşek hızıyla bağlanıyor. Bölümlerin kısa olması, bazı bölümlerin de kendi içinde bölünmesi, araya farklı anlatıcıların girmesi romanı bir solukta okunacak türden kılmakta. Bilhassa Asal’ın gerek kendini gerek hayatı gerek de varlığı sorguladığı bölümlerde deneme türüne yaklaşan, bazı bazı kişisel gelişim tadı veren bir anlatı söz konusu. Nitekim, Asal’ın iflah olmaz gerçekçiliği anlık bir aydınlanma ile yerini mistisizme bırakacak. Bu bağlamda Asal’ın gördüğü halüsinasyonlar, rüyalar ve sanrıyı andıran sahneler mistisizmle harmanlanarak bir anlam kazanmakta, yani inanç kavramı ön plana çıkmakta.

ASAL MI YOKSA, TOPLUM MU UYUMSUZ?

Çoğu zaman mesaj ve tema kaygısı anlatının önüne geçse de çelişik bir karakter olan Asal’ın okura sorduğu bir soru var: Asal mı yoksa, toplum mu uyumsuz? Zira evet, Asal’ın birtakım psikiyatrik sorunları olduğunu düşünmekle birlikte uyumsuzluğunun farkında olması okuru farklı açılımlara sevk ediyor. Jean-Paul Sartre, “Varlık ve Hiçlik” kitabında Freud fikriyatına hem bir eleştiri hem de bir ekleme yapar. Her şeyin sihirli bir değnek misali psikanaliz ve bilinçdışı ile açıklanamayacağını belirterek insanın kendi kendini aldatma mekanizmasına yani “gaflet” kavramına vurgu yapar. İnsanın dünyası esasında ölü canlılar üzerinedir, etrafımızdaki bütün eşya ölü canlılardır, ahşap bir masanın ölü bir ağaç olması mesela. İnsan pek çok şeyi görmezden geldiği gibi içinde yaşadığı dünyayı da görmezden gelir. Örneğin; mutsuz olduğu bir işte çalışmak için bahaneler bulur, bu bahaneler sayesinde eylemlerini katlanılabilir kılar. Kısaca, kendi kendini kandırır. Bu gözle baktığımızda Asal kendi kendini kandırmayan, “gaflet”e düşmeyen bir karakter olarak karşımıza çıkar. Yine de bu gerçekçi algının insancıl olmadığını savunarak karşısına mistisizmi koyan bir anlatıya dönüşmekte roman. Böylece insana dair temel bir çelişkiyi de tek solukta okunacak türdeki kurgu içerisinde vurgulamakta: “Varoluşumdan bu yana okuyorum. Sadece kitapları değil; insanları, yaşamı, doğayı, hayvanları okuyorum. Gözlemliyorum. Dikkatlice bakıp düşünüyorum. Akıl etmeye çalışıyorum. İnsan olmaya çabalıyorum. İnanmadığım tanrının kurallarına en çok uyanlardan biriyim. Evet, nihayetinde ben de inanıyorum. Zaten inanmasam da yolunda ilerliyorum. Benim de bir tanrım var! Artık benim de bir tanrım var!” (s.143)

Evrensel'i Takip Et