01 Haziran 2021 05:49

Boğaziçili akademisyenler Evrensel'e yazdı: 100 nöbet 100 umut

Boğaziçi Üniversitesine Melih Bulu’nun atanmasının üzerinden tam 150 gün geçti. 100 gündür nöbet tutan akademisyenler: "Başka bir üniversite mümkün"

Fotoğraf: Can Candan

Paylaş

Taylan ACAR*

Boğaziçi Üniversitesine bir gece yarısı kararnamesiyle üniversite tarafından hiç tanınmayan Melih Bulu’nun atanmasının üzerinden tam 150 gün geçti. Aynı zamanda bugün ocak ayının ilk günlerinde başlattığımız hoca nöbetinin de yüzüncüsünü yerine getiriyoruz. Bu nöbetlerle Boğaziçi Üniversitesi, bir gecede atanan rektöre karşı yürütülen barışçıl direnişin en önemli sembolü haline geldi. Son 150 günde hem öğrencilerimiz, hem mezunlarımız, hem de bizler bu süreçte tek bir temel fikir etrafında bir araya geldik ve bu sözümüzün arkasındayız: “Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz!” Bu nöbetler her mecrada yürütülen bu barışçıl direnişin temel sembolü ve en kuvvetli görseli haline geldi.

FİKİRLER, ÖZGÜRLÜĞÜN OLDUĞU ORTAMLARDA YEŞERİR

Nöbetin 100. gününde başından beri altını çizerek ifade ettiğimiz belli temel meseleleri yeniden gündeme getirmek gerekiyor. Birincisi üniversiteler ortalama kamu kurumlarından çok daha farklı bir şekilde yönetilmesi gereken kurumlardır. Üniversiteler bilimsel bilginin üretildiği ve bu bilginin genç kuşaklara aktarıldığı ve bu kuşakların da bu şekilde düşünmeye teşvik edildiği mekanlar olduğu için değerlidirler. İcabında bu fikirler toplumun var olan gelenekleri ve ananeleriyle de çelişebilecektir. Bu yüzden üniversitelerin idarecileri, mal müdürü atar gibi atanmaz. O üniversitenin fikir üreten, sanat üreten, kültür üreten insanlar yetiştirebilmesi için bu vazgeçilmezdir. Atanmış rektörün de ikide bir önümüze getirdiği girişimcilikten de hiçbir şey anlamadığı buradan anlaşılmaktadır. Girişimci fikirler her alanda özgürlük ve özerkliğin olduğu ortamlarda yeşerirler. Sanat kulübünün kapısına 5 tane kamera asmakla, onlarca güvenlik görevlisine kampüste volta attırmakla değil.

İkincisi ve bunu büyük bir kıvançla söylüyorum, burası bir kamu kurumudur. Kamuya, bu milletin evlatlarına hizmet vermektedir. Burada okuyan ve sınıflarımızda yıllarca dirsek çürüten öğrenciler Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş, içinde her türlü inanıştan, geçmişten, sınıftan, zümreden ve varoluştan insanların bulunduğu bir gruptur. Boğaziçi Üniversitesini özel kılan bu birbirine hiç benzemez kişilerin yıllarca kavga gürültü etmeden bir arada bulunabildikleri ve bir arada var olabildikleri bir kamu üniversitesi olmasıdır. Kimse de bu öğrencileri inanışlarından, varoluşlarından, fikirlerinden dolayı horlamaz, dışlamaz ve ezmez. Kısacası yüksek eğitim ve öğretimdeki amacımız, Boğaziçi Üniversitesini ortalama bir kamu kurumuna dönüştürmek yerine çok önemli bir kısmı son 15 senede açılan üniversitelerimizi Boğaziçi gibi, ODTÜ gibi yapabilmektir.

DİRENİŞİN TEMEL SAİKİ GELECEĞİN KARARTILMAMASI

Bugün hem bizim hem öğrencilerimizin hem de mezunlarımızın bu direnişi bu kadar sürdürmesinin temel nedeni budur. Yeni bir ders, yeni bir program, yeni bir bölüm açmak için bile haftalarca, aylarca tartışan ve bunu demokratik bir şekilde karara bağlayan bir kurumun her biriminin başına bir avuç rektör yardımcısının yönetici olarak atanması, bir gecede alınan kararlarla yeni fakülteler kurulması 150 yıllık yüksek öğretim, 50 yıllık kamu üniversitesi geçmişi olan Boğaziçi Üniversitesinde telafisi mümkün olmayacak hasarlar yaratacaktır.

Öğrencilerimizin korku ve şiddet tehdidine ve çoğu zaman şiddete karşı gösterdikleri direnişin arkasında yatan temel güç budur. Hocalarımızın gerekirse kariyerlerini tehlikeye atarak yürüttükleri mücadeleye yön veren temel saik budur.

Boğaziçi Üniversitesi kurum olarak yok edilirse, bu ülkenin gençlerinin, özellikle de memur, işçi, çalışan, çocuğu olan gençlerinin geleceğini büyük ölçüde değiştiren bir kurum yok edilmiş olacak, kısacası bu ülkenin geleceği karartılacaktır. Meselenin kamuoyunda bu kadar sahiplenilmesinin, ebeveynlerin ve buranın öğrencisi olmayan gençler tarafından bu kadar destek görmemizin altında yatan neden budur. Mesele, Türkiye meselesidir. Kimilerinin varsaydığı gibi 6 ayda vazgeçilemeyecek kadar hayatidir.

*Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi


TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL ORTAM VE BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİNDEKİ PROTESTOLAR

Mine EDER

Dünyadaki siyasal rejimleri inceleyen, tasnifleyen herkes, maalesef Türkiye’nin artık  demokratik bir ülke olmadığı konusunda hemfikir.  Bir demokrasinin çöküş yaşamasının yüzlerce nedeni var tabii ki. Ben  Levitsky and Ziblatt’ın 2018’de “Demokrasiler nasıl ölür” isimli kitabından yola çıkarak, bu uzun listeden sadece ikisinden bahsedeceğim bugün. Demokrasiler ölürken iki tane önemli norm/prensip yok olur diye anlatıyor bu iki yazar: 1) Anayasal bir çerçeve içinde siyasal rekabette “karşı” tarafı (tüm anlaşmazlıklara rağmen) meşru ve eşit hakta görme (karşılıklı tolerans) normu 2) Seçilenlerin kanunları kullanarak bazı grupları kayırmaktan kaçınması (kurumsal kaçınma), daha doğrusu kurumsal gücü politik bir silaha çevirmekten kaçınma.

Bunlardan birincisini, “Beraber yaşayamama” hali olarak da tanımlamak mümkün. Kendisinden farklı düşünenlere tahammül edememe, meşru görmeme, tamamıyla ötekileştirme ve sonsuz bir kutuplaşma üzerinden beslenen bir siyaset üretmek. Maalesef, son yıllarda fazlasıyla aşina olduğumuz süreçler.  Karşı tarafı vatan haini ilan etmeler, herkesin kendi eko odasında kalıp yalnızca kendi fikirlerini dinlemesi, herkesin kendi “mahallesine” çekilmesi, farklılıkları zenginlik olarak görmek yerine onlardan korkma, ya da hoyratça aşağılama.

LİAYAKAT ORTADAN KALKTI

İkincisi ise iktidarın yalnızca bir grubun çıkarları için kullanılması,  kurumsal gücün ve kanunların taraflı bir şekilde “karşı” tarafı sindirmek, susturmak için kullanılması, liyakat ve tarafsızlığın tamamen ortadan kalkması. Kağıt üzerinde kanuni olsa bile kanunun ruhuna uygun olmayan, meşru olmayan siyasal pratiklerin olağan haline gelmesi.

İşte Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyelerinin ve öğrencilerin protestolarını demokrasinin olmazsa olmazı olan bu iki prensibi sonuna kadar savunmak adına da çok anlamlı buluyorum. Çünkü üniversiteler kutuplaşmadan, ötekileşmeden beslenen yerler değildir. Aksine hoşgörü, sorunları karşılıklı diyalog içinde çözme, bir tarafa körü körüne inanmak yerine sorgulama, şüphe etme üzerine kuruludur. Farklılıklar büyük zenginliktir, çünkü insan farklılıklar sayesinde  kendini daha iyi tanır ve bulur. Bilimle uğraşmak zaten sürekli yanlış olabileceğiniz ihtimali ile yüzleşmek, eleştirileri ve reddedilmeyi medenice kabul edip yeniden uğraşmak değil midir?  

BİR ANDA VATAN HAİNİ OLDUK

Rektörün bir gecede atanması, aniden fakültelerin kurulması da maalesef bu kutuplaştırıcı siyasetin uzantısı. Üstelik bu süreçte büyük bir ötekileşme ile de karşı karşıya kaldık. Yıllardır, dünyayı iyi bilen öğrenciler yetiştirmek, kısıtlı kaynaklarla dünya standartlarında araştırma yapmak için çabalayan akademisyenler, bir anda vatan haini ilan edildi. Pırıl pırıl öğrencilerimiz, yalnızca barışçıl protesto haklarını kullandılar diye göz altına alındı, soruşturmalar açıldı. Oysa tek yapılan yukarıdan gelen bu tek tipleştirme, “taraf” olma baskılarına karşı direnmek: Bıkmadan, usanmadan “Biz beraber yaşamayı çok iyi biliyoruz, farklılıklarımızı seviyoruz, bir üniversite ve bilim ancak bu tür farklılıklardan beslenir ve her görüşün özgürce ifade edildiği ortamlarda mümkündür” demek.

BAŞKA BİR ÜNİVERSİTE MÜMKÜN

Son olarak Boğaziçi’ye bu tür bir müdahale, kurumun yıllarca emekle, mücadele ile kurduğu akademik özerklik ve demokratik öz yönetişim geleneklerine de hasar veriyor. Çünkü üniversiteler, hiçbir kayırmanın olmadığı, liyakat prensibinin sonuna kadar savunulduğu bir ortamda ayakta kalabilirler. O yüzden kendi kendini yönetmeyi bilen üniversitelerde rektörler aslında iyi bir koordinatör gibidir, kağıt üzerinde yetkileri olsa bile kullanmaz, yetkili komisyonlar, kurullarda verilir tüm önemli kararlar.  İşte bu yüzden bu atama “kanuni,” ama meşru değildir diyoruz aylardır ve hasarları listeliyoruz, hoyratça verilen kararlara itiraz ediyoruz.

İşte demokrasinin olmazsa olmazı olan bu iki prensip için de mücadele ediliyor 100 gündür. Barışçıl bir şekilde sesimizi duyurmak, başka bir üniversite, başka bir Türkiye mümkün diyebilmek için.

ÖNCEKİ HABER

Samsun Emek ve Demokrasi Güçleri: Çeteler halka hesap verecek

SONRAKİ HABER

Kuraklık alarm veriyor | ZMO: Çiftçiye destek verilmezse tarlasını ekemeyecek durumda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...