05 Eylül 2020 01:06

Cemal Çağlı: Yüz yüze eğitim istiyoruz çünkü eğitim başka türlü olmaz

"Bakan, yüz yüze eğitimle büyük olasılıkla sınavlara hazırlanan 8. ve 12. sınıfları kastediyor. Oysa kamuoyu, gerekli önlemler alınarak tüm sınıflarda yüz yüze eğitim yapılmasını istiyor. "

Cemal Çağlı

Paylaş

Serpil İLGÜN

Altyapı sorunlarından gericileşmeye her yıl daha da kangrenleşen eğitim başlığına eklenen korona, milyonlarca öğrenci, öğretmen, veli için kaygı ve endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

2020-21 eğitim ve öğretim yılı Eğitim ve Bilişim Ağı (EBA) üzerinden uzaktan eğitimle ‘resmen’ başlarken, eğitime uzaktan bile erişemeyen milyonlarca öğrenci için durum değişmedi. 21 Eylül için duyurulan yüz yüze eğitim konusunda da belirsizlikler sürüyor. Öğrenciler, veliler ve eğitimciler yüz yüze eğitimden yana, ancak okulların açılması için gerekli şartların oluşturulduğuna inanmıyorlar. Koronavirüsle hayatımıza giren ‘Seyreltilmiş eğitim’in nasıl gerçekleşeceği sorusuna net yanıtlar alınamıyor. İstanbul gibi kalabalık sınıflara sahip şehirlerde sınıflar ikiye bölünse de hijyen şartlarının yerine getirileceğine, iş yükü artırılacak olan eğitim emekçileri de güvenmiyor.

Bilimsel, laik, eşit, özgür eğitim taleplerine karşı eğitimde milliyetçi, cinsiyetçi, dinci söylemleri öne çıkaran iktidar, pandemi koşullarında eğitimin nasıl yapılacağı sorusunun altında kalırken, dini vakıflarla protokoller imzalamayı ihmal etmiyor.

Karmaşa ve belirsizliklerle dolu “Korona günlerinde eğitim” başlığını Eğitimci, Yazar Cemal Çağlı ile konuştuk.

YÜZ YÜZE EĞİTİM İSTİYORUZ ÇÜNKÜ EĞİTİM BAŞKA TÜRLÜ OLMAZ

Telafi eğitimi 31 Ağustos itibariyle başladı. ‘Telafi eğitimi, bir aldatmacadır ve özel okulları kayırma politikasıdır’ diyorsunuz. Özel okullar nasıl kayırılıyor ve üç haftalık telafi eğitimi neyi telafi edecek?

Önce şunun altını çizmeliyiz; telafi eğitiminin başlangıcı 31 Ağustos değil, 17 Ağustos’tur. Çünkü özel okullar 17 Ağustos’ta başladı. Bütün okullarda telafi eğitimi 31 Ağustos’ta başlarken özel okulların telafi eğitimine iki hafta önce başlamış olması özel okulları koruma ve kollama politikası değildir de nedir! Özel okullar bir an öce derse başlamalı ki para kazanabilsin. Aksi taktirde veliler verecekleri ya da verdikleri paranın hesabını yapacaklardı.  

Koronavirüs vakaları artarken okulların açılacağının duyurulması velilerde, eğitimin yüz yüze yapılmayacağı, özel okulların ayakta kalması için 21 Eylül duyurusunun yapıldığı şeklinde bir kanaat oluşturdu. Katılıyor musunuz?

İktidarın izlediği bütün politikalar ve uygulamalar öncelikle sermayenin çıkarlarını koruma üzerine kurgulanıyor, yani kamusal çıkarlar göz ardı ediliyor. Böyle olunca da kamuoyunda oluşan düşünceye katılmamak mümkün değil.

Üç haftalık telafi eğitiminin neyi telafi edeceği sorusuna gelirsek; tekrarlar kişiye değil sınıfa yönelik olacağına, hangi öğrencinin hangi konuda eksiğinin olduğunu ölçen bir sistem de olmadığına ve bilinmediğine göre, yapılacak olanın genel bir tekrar olduğunu söyleyebiliriz. Bu tekrarın da deneye ve gözleme değil de bilginin aktarımına dayalı olduğu düşünülürse, öğrencilerde kalıcı (derinlikli) bir bilgiye dönüşmeyeceği açık. Yüz yüze eğitimde bile parça-bütün, neden-sonuç ilişkisi kurulamadığına göre uzaktan eğitimde bunun asla gerçekleşmeyeceği açıktır. 

SEYRELTİLMİŞ EĞİTİM İÇİN İKİLİ EĞİTİME GEÇİLMESİ GEREKİYOR

Okulların açılacağı haberiyle birlikte hayatımıza bir de ‘Seyreltilmiş eğitim’ kavramı girdi. Seyreltilmiş eğitimden ne anlamalıyız ve okulların altyapısı buna uygun mu?

“Seyreltilmiş eğitim” modeli, niteliksel değil niceliksel bir anlam taşıyor. Amaçta, içerikte, hatta yöntemde bir değişiklik yok; öğrencilerin okulda kalma sürelerinin kısaltılmasını, derslere ayrılan saatlerin ve sınıftaki öğrenci sayısının azaltılmasını içeriyor.

Bakanlığa göre okulların altyapıları seyreltilmiş eğitime uygunmuş ama sahada olanlar söylenenlerin hayatın gerçekleriyle asla örtüşmediğini biliyor. Örneğin sınıflardaki öğrenci sayısının nasıl azaltılacağı konusunda net bir bilgi yok. Öğrenci yoğunluğunu seyreltmenin iki yolu vardır; ya her sıraya bir öğrenci oturacak şekilde sıra sayısını iki katına çıkarmak ya da ikili eğiteme geçmek.

Ayrıca bu süreçte daha çok öğretmene gereksinim olacak yani yeni atamaların yapılması gerekecek. Oysaki bakanlığın bu konuda hiçbir somut açıklaması yok.

Üzerinde durulmayan bir konu daha var. Dikkat edilirse müfredatla ilgili hiçbir değişiklik gündeme gelmedi. Müfredatın da yeniden güncellenmesi, öğrenci için hiçbir getirisi olmayan konu ve konu parçalarının ayıklanması gerekiyor. Eğitim sisteminin bütün süreçlerinde öğrenci, en fazla ‘Anlama düzeyinde’ bilgi düzeyine ulaşabiliyor, neden-sonuç ilişkisi kurabilecek ‘analiz- sentez’ düzeyinde bir birikime asla sahip olamıyor; çünkü her şeyi öğretmeye çalışıyoruz. Bunun yerine ‘Rafine edilmiş’ başka bir söyleyişle, yoğunlaştırılmış yani konuların özünü kavratacak bir müfredatla yeni sürece başlamalı.

Bu konuda Eğitim Sen’in 12-13 Ağustos tarihlerinde ‘Kovid-19 Salgınında Gelinen Aşama ve Eğitim Kurumlarının Durumu’ başlıklı etkinliği ve bu konuda nelerin yapılması gerektiğini kapsayan raporunu çok önemsiyorum. “Nitelikli eğitim yerine ‘Seyreltilmiş eğitim’ başlıklı yazımda, kamuoyuna sunulan bu raporun önemli maddelerini sıraladım. 

Hatırlatırsak, öne çıkan talepler neler?

Öğrencilerin örgün eğitimden uzaklaşması ve bu sürenin uzaması öğrenciler üzerinde travmatik etkiler yaratmaktadır. Okulların açılmasında 18 milyon öğrencinin ve 1 milyon eğitim emekçisinin yararını, fiziksel ve ruhsal durumunu mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Devlet okullarında bir sınıfta maksimum 12 öğrenci olmalıdır. Ayrıca pandemi sürecinde mevcut müfredatla yol almak mümkün değil.

Uzaktan öğretim kapsamında yapılan sınavlar adil değil. Çünkü öğrencilerin içerisinde bulunduğu sınıfsal, sosyal, coğrafi eşitsizlikler gibi halihazırdaki eşitsizliklerin derinleşmesine neden oluyor.

Üniversitelerde seyreltme yapılarak, fakülteler farklı zaman dilimlerinde ikili ya da üçlü eğitim yaparak ve diğer fakültelerin de dersliklerini kullanarak yüz yüze eğitime geçilmelidir.

Koşullar böyleyken seyreltilmiş eğitim nasıl sağlanacak?

Sağlanamayacak. Daha önce de belirttiğim gibi bunun tek yolu; ikili eğitime geçmektir. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı, 21 Eylül’de tüm sınıfların yüz yüze eğitime başlayacağını söylemiyor, bazı sınıflardan bahsediyor. Büyük olasılıkla sınavlara hazırlanan 8. ve 12. sınıfları kastediyor. Oysa kamuoyu, gerekli önlemler alınarak tüm sınıflarda yüz yüze eğitim yapılmasını istiyor.  

GEREKLİ ÖNLEMLER ALINMADI

O halde MEB, salgına karşı etkili ve uygulanabilir bir stratejiye sahip değil…

Şayet iktidar, ülke genelinde salgını, ekonomik ve siyasal krizi yönetebilecek bir stratejiye sahipse, Milli Eğitim Bakanlığı da eğitim sektörü de etkili ve uygulanabilir bir stratejiye sahiptir. Eğitimin tüm bileşenlerini kapsayacak biçimde “Demokratik katılım mekanizmalarını işletmeyerek” tek başına kararlar alıp uyguladığına göre, salgın sürecini sağlıklı yürütecek, yönetecek bir stratejiye sahip olmadığı, olamayacağı söylenebilir.

Yüz yüze eğitimin altyapısının oluşturulduğuna veliler de inanmıyor. Bir yandan da koronavirüs vakaları hızla artıyor, nitekim Eğitim Sen koronavirüs vakaları tespit edilen okulları paylaşmayı sürdürüyor. Halktaki yaygın kanaat şu; 21 Eylül’de açacaklar ama baş edemeyecekleri için koronavirüsü bahane ederek uzaktan eğitime geçecekler! Ne dersiniz?

Salgının gidişatına bakılırsa, yüz yüze eğitimin kolay kolay hayata geçemeyeceğini söylemek mümkün. Belirttiğiniz gibi her ne kadar bakanlık açıklamasa da daha şimdiden koronavirüs vakalarının çıktığı okul sayısı az değil. Dolayısıyla yüz yüze eğitimin geleceği, tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi hiç de parlak gözükmüyor. Tahmini bir yorumda bulunmak gerekirse; büyük olasılıkla okullar açıldıktan sonra öncelikle virüs saptanan okullar uzaktan eğitime dönecek ve bu giderek tüm okullar için geçerli olacak.

Evet, eğitimin yüz yüze yapılmasını istiyoruz, çünkü eğitim başka türlü olmaz. Ama bakanlık ne kadar iddia ederse etsin gerekli ve yeterli önlemler alınmadı ve de alınamayacak.

BEN BU SORUYU NASIL ÇÖZERİM?

Uzaktan eğitimle sürdürülen 2019’un ikinci döneminin verimliliği ve bundan kaç öğrencinin yararlanabildiği konusunda ne biliyoruz?

Önce şunun altına çizmek isterim: Uzaktan eğitim olmaz, kastedilen uzaktan öğretimdir. 

Bakanın açıkladığına göre yaklaşık 1.5 milyon öğrenci uzaktan eğitimden yararlanamamış. Bu verinin gerçeği yansıtmadığı açık. Daha fazla sayıda öğrenci uzaktan eğitimden hem teknik nedenlerden dolayı yararlanamamış hem de verilen eğitimin özellikle zayıf öğrencilere faydalı olmamasından dolayı derslere katılmamıştır. Uzaktan eğitimden fayda sağlayan, kavramlarla düşünmeyi başaran çok az sayıda öğrenci olduğunu düşünüyorum.

Uzaktan eğitim görsel ve işitsel temele dayanır, oysaki birçok öğrenci sadece görerek ve işiterek öğrenemez çünkü çocuk henüz somut işlemler dönemindedir, dolayısıyla soyutu somuta indirgeyerek anlatırsak, çocuk ancak anlayabilir. Bu ne demek? Bir kavramı ya da olayı bazı nesneleri kullanarak, o nesnelerle öğrencinin uygulamalar yapmasını sağlayarak ya da bir oyuna dönüştürerek öğretebiliriz. Ben buna çağrışımlı öğretim diyorum, bilimsel adı ise ‘kinestetik’ öğrenmedir.

Kinestetik öğrenmeyi biraz daha açar mısınız?

Örneğin toplama işlemini öğretirken, görsel yolla öğrenen öğrenci gruplandırılmış simgelere bakarak toplama işlemini çabuk kavrar. İşitsel yolla öğrenen öğrenci ise bir ritim dizilerini dinleyerek. Kinestetik yöntemle öğrenen öğrenci ise nesneleri gruplara ayırarak toplama işlemini daha iyi anlar.

Sonuç olarak, aktarmaya dayalı öğretme yöntemi ne kalıcı bir bilgiye ne de çağrışım yapan bir etkiye sahiptir. Buradan olgusal yani uzun süreli hafızaya kaydedilmiş bilgi çıkmaz, ezbere ve yüzeysel bilgi çıkar. Ezbere ve yüzeysel bilgi ise kişinin neden-sonuç ilişki kurmasını sağlayamaz, kısa sürede unutur ya da karıştırır. Bir soruyla karşılaştığında; “Ben bu soruyu nasıl çözerim” yerine “Bu soruyu nasıl çözmüştük’ sorusunu sorar, çözüm yöntemini hatırlayamayınca da “Ben bu soruyu çözemem” deyip bırakır.

DUYGULARA HİTAP ETMEKTEN İLERİ GİTMİYORLAR

Eğitimde eşitlik ve ana dilde eğitim talepleri ana talepler arasında yer almaya devam ediyor. Korona şartlarında bunlara ‘Eğitim alan herkese internetin ücretsiz olması’ da eklendi. Bakan Selçuk ise kota artırmaktan ve internete erişimde sorun yaşayan 1.5 milyon (Ki bunun resmi rakam olduğunu hatırlatalım) öğrenciye 17 kitaptan oluşan özel bir set vermekten söz ediyor. Bu, derde deva olur mu? 

Eğitimde eşitlik demek sosyal yaşamda eşitlik demektir. 18 milyon öğrencinin kaç milyonu açlık ya da yoksulluk sınırında yaşıyor, bilen var mı? Kaç milyon öğrencinin kendine ait bir odası vardır, biliyor muyuz? Hayır! Kaç öğrenci parasız yani kamusal eğitimden yararlanabiliyor? Özel okula gidenle, devlet okullarına gidenler arasında bir eşitlik sağlanabilir mi? 

Ana dilde eğitim mi dediniz; ana dilde eğitim ülkeyi böler diyen muhalefet ve Anayasa’yı rafa kaldırmış, hukuku devre dışı bırakmış bir rejimin hüküm sürdüğü bir ülkede “ana dilde eğitim” hakkı hak olmaktan çoktan çıkmıştır.

İnternete erişimde sorun yaşayan 1.5 milyon öğrenciye 17 kitaptan oluşan özel bir set vererek, 5 bin 200 EBA Destek Noktası oluşturarak sorunu çözeceklerini söyleyenler duygulara hitap etmekten öteye gidemeyenlerdir. Sürekli problem yaratan bir sistem sorun çözemez, tam tersine yeni problemler yaratır. 

DEVLET, İMAM HATİPLER HARİÇ KAMUSAL EĞİTİMİ YÜK OLARAK GÖRÜYOR

Malumunuz Bakan Selçuk, öğretmenlerin maaşlarını yük olarak değerlendirdi ve bütçenin büyük kısmının öğretmen maaşına gittiğini belirterek, aslında bu yıl daha da küçültülen eğitim bütçesinin eğitimin ihtiyaçlarına yetmediğini itiraf etmiş oldu. Diyanete, Saray’a, savaşa devasa bütçeler ayrılırken eğitimin bütçesinin her yıl azaltılması bize ne söylüyor?

Neoliberal ekonomik düzen en yamyam haliyle ülkemizde hayata geçiriliyor. Neoliberal sistemin ana halkası özelleştirmedir. Öncelikle sağlık ve eğitimde özelleştirme bütün hızıyla sürüyor. Devlet, kamusal eğitimi (imam hatipler hariç) devletin sırtında bir yük olarak görüyor ve bundan tümüyle kurtulmak istiyor. Bu yüzden özel okulları teşvik ediyor ve yaygınlaşmasına katkı koyuyor. Belirttiğiniz üzere, her yıl bütçeden eğitime ayrılan pay azalırken, başta Diyanet olmak üzere güvenliğe, savaşa ayrılan pay sürekli artıyor. Artan nüfusa göre imam hatip okullarının dışında devlet yeni okul açmıyor. Onun yerine özel okulları mali yönden destekleyerek mantar gibi çoğalmasını sağlıyor. Böylece neoliberal düzenin isteklerini yerine getirmiş oluyor. Özel okul demek, sendikasız, güvencesiz okul demektir. 

BİZE DÜŞEN BİLİMSEL, LAİK VE EŞİT EĞİTİM HAKKI İÇİN MÜCADELE ETMEK

Öğrenme, sınavlara hazırlanma, motivasyon… Geçtiğimiz altı ay öğrencilerin motivasyonunun kırılmasına, okula gitme hevesinin azalmasına neden oldu? Bu dönem nasıl hasarlar bırakacak?

Merkezinde insan, yönteminde bilimsellik, yönetiminde demokratiklik olmayan bir eğitim sistemi toplumun çoğunluğunun ruh sağlığını bozarak onarılması zor hasarlar yarattı. Diyanetin, cemaatlerin, dini vakıfların elinde olan eğitim sistemi toplumu, çocuklarımızı, gençlerimizi Orta Çağ zihniyetiyle teslim almaya çalışıyor. Bir yanda paralı okullar, diğer yanda imam hatip okulları olmak üzere eğitim sistemi her geçen gün biraz daha piyasalaşıp rant merkezli bir sisteme dönüşmekte. Buna bir de salgın, ekonomik kriz eklendiğinde gelecek günlerin çok daha zor olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Ben bir matematikçi olarak, yaşananlara ve yaşanacak olanlara duygularımı katarak değil olasılıklar boyutuyla bakıyorum. Olasılıklar bizi daha çetin günlere, süreçlere götürüyor.  

Peki, bize düşen ne? Kamusal, bilimsel, laik, eşit ve parasız eğitim hakkını sonuna kadar savunmak ve bunun mücadelesini vermek.

İKTİDAR VAKIFLAR ARACILIĞIYLA EĞİTİMİ DENETİM ALTINA ALIYOR

Korona, gerek eğitim ihtiyaçlarının daha da pahalanması, gerekse dini vakıflarla imzalanan yeni protokoller gibi gelişmelerin tartışılmasını arka plana itiyor. Örneğin geçtiğimiz ay Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın istişare kurulu üyesi olduğu Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ile MEB arasında yeni bir protokol imzalandı. Bu süreçte bile MEB’in önceliğinin vakıflarla, dini yapılarla protokoller olmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Unutmayalım ki eğitim bir üst yapı kurumudur. Görevi de sermaye sınıfının ihtiyaçlarına uygun bireyler yetiştirmektir. Devleti bir şirket gibi yöneten iktidar, neredeyse tüm kurum ve kuruluşları denetim altına almış ve onlar eliyle eğitimi yönetmektedir. Böyle olunca da “MEB’in önceliğinin vakıflar, dini yapılarla protokoller imzalamak olması” şaşılacak bir durum değildir. İlk defa olmuyor, yıllardır bu yol izleniyor. Eğitimin bilimden kopması, ulusal bir eğitim politikasının olmaması eğitimin siyasallaşmasının bir sonucudur. Gelinen nokta da açıktır; Türk-İslam sentezli bir eğitim sistemi.

ÖNCEKİ HABER

Grup Tekstil işçileri eylem yaptı: Gerekirse Ankara'ya yürüyeceğiz

SONRAKİ HABER

Bahçeli'nin ardından TBMM Başkanı Şentop: Belli suçlara idam cezası olmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa