21 Nisan 2020 00:23

Gıda krizi riski büyüdü (2) | Suçlu virüs mü, çözüm nerede?

Pandemi ile artan gıda krizi riskini Akademisyen Atakan Büke yazdı: Hızla derinleşebilecek bir üretim krizini önlemek adına kısa vadede alınması gereken tedbirleri ayrıca önemli hale getiriyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Atakan BÜKE*

Mevcut tarım-gıda sisteminin salgın hastalıkların ortaya çıkmasında ve yayılmasında oynadığı role dün dikkat çekmiştik. Bugün ise sistemin aynı zamanda da, Kovid-19 pandemisinin beraberinde getirdiği sorunları ağırlaştırdığını ortaya koyacağız. 

Salgın süresince öne çıkan sorunları tüketim, dolaşım ve üretim alanlarında görmek mümkün. Bu üç alanda gerek küresel ölçekte gerekse Türkiye bağlamında geçtiğimiz haftalarda ortaya çıkan gelişmeler, aynı zamanda mevcut tarım-gıda sisteminin yapısal problemlerini ve yarattığı toplumsal kırılganlıkları da bir kez daha gözler önüne serdi.

Salgının etkilerinin en hızlı ortaya çıktığı alanlardan birisi gıda ürünlerine yönelik talepteki değişim ve tüketim olduğunu söylemek mümkün. Alınan tedbirler kapsamında restoran, kafe, bar, otel, turizm işletmeleri gibi yemek servisi endüstrisinin temel aktörlerinin faaliyetleri durduruldu veya paket servis hizmeti ile sınırlandı. Toplu yemek yeme yerleri olarak da öne çıkan okullar ve üniversiteler tatil edildi ve/ya çevrimiçi eğitime geçildi.

Benzer bir şekilde kimi işyerlerinin çalışmaya ara vermesi, kamu kurumlarının dönüşümlü çalışmaya geçmesi ve toplumsal ve kültürel etkinliklerin iptali gündeme geldi. Bütün bu faktörler, özellikle yaş meyve ve sebze ile et ve süt ürünlerine yönelik talepte önemli düşüşleri de beraberinde getirdi.

Hane tüketimi açısından her ne kadar salgının ilk haftalarında stok yapma eğilimiyle bir artış söz konusu olsa da salgına bağlı giderek artan ekonomik kaygılar ve gıda güvenliğine yönelik korkularla birlikte önemli bir daralmadan söz edilebilir.

Ev içi tüketimin kendi içindeki dağılımı bakımından da yaş meyve ve sebze, et, balık, süt gibi ürünlerin payı azalırken konserveler ve kuru gıda ürünleri ile besin değeri düşük hazır paketlenmiş gıdaların tüketiminde artış karşımıza çıkıyor. Satış kanallarına baktığımızda ise semt pazarları ve üretici/köylü pazarları yerine süpermarketlerin ve bunlara bağlı dijital alışveriş platformlarının giderek ağırlık kazandığı gözleniyor.

PANDEMİ İLE HERKES EŞİT İMKANLARLA KARŞILAŞMIYOR

Tüketim alanında ortaya çıkan bu gelişmeleri, var olan beslenme rejiminin barındırdığı eşitsizlikler ve kırılganlıklarla da birlikte düşünmek gerekiyor. Zira küresel beslenme rejimi zaten “Yeteri kadar parası, zamanı ve enerjisi olan oldukça az sayıdaki insanın ‘sağlıklı’ (organik, ekolojik, vb.) gıdalarla” beslenmesine olanak tanırken, “Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu yüksek miktarda enerji, yağ, işlenmiş tuz ve şeker içeren hazır gıdalara” mahkum etmiş durumda. Başka türlü söyleyecek olursak, pandemi ile herkes eşit şartlarda ve benzer mücadele imkanları ile karşılaşmıyor.

Küresel ölçekte 820 milyonu aşkın insan salgınla mücadeleye kronik açlık sorunu yaşarken girmek durumunda ve bu sayının pandemi koşullarında katlanarak artması bekleniyor.

Benzer bir şekilde 2 milyarı aşkın bir dünya nüfusu besin maddesi yetersizlikleri, aşırı kilo ve obezite sorunu ile risk kategorilerinin ön sıralarında yer alıyor.

Bu rakamlara bir de dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu etkileyen diyabet gibi beslenmeye bağlı kronik sağlık sorunları eklendiğinde tablo iyice ağırlaşıyor.

Dahası, aşağıda yer verilen gıda dolaşımında ve arzında yaşanan sorunlar da dikkate alındığında, yeterli gıdaya erişim konusunda zaten eşitsiz bir konumda olan kır ve kent yoksulları, göçmenler, yaşlılar, kadınlar, ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz kalanlar gibi toplumun kırılgan kesimlerinin salgından daha ağır etkileneceğini ise ayrıca not etmek gerek.

İTHALAT VE NAKLİYE SORUNLUBAĞIMLI ÜLKELER RİSKTE

Gıda dolaşımı alanında da salgına bağlı olarak önemli eğilimler ve sorunlar baş göstermiş durumda. Örneğin, kimi ülkeler ulusal korumacı politikalar çerçevesinde belirli ürünlere ihracat kısıtlamaları getiriyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) ve benzer uluslararası kuruluşların da bu süreçte vurguladığı üzere, küresel ticarette gözlenen bu tip kısıtlamalar, gıda güvencesi bakımından ithalata bağımlı kılınmış birçok ülke için can yakıcı bir sorun olarak beliriyor.

Bu bağımlılığın zemininde, uzunca bir süredir bu alana yön veren neoliberal ekonomik politikalar ve tarım-gıda siyaseti yer alıyor. Türkiye bağlamında ise özellikle kimi tahıllar, bakliyat, yağlı bitkiler ve yem bitkileri alanında sorunlar yaşanabileceği düşünülüyor.

Dolaşım alanında geçtiğimiz haftalara damgasını vuran bir diğer sorun ise gıdanın nakliyesi oldu. Uluslararası hareketlilik ve ulaşım alanında yürürlüğe konan sınırlamalar ve yasaklar, uçak taşımacılığını durma noktasına getirirken 14 günlük karantina uygulaması ise kara yolu taşımacılığını büyük oranda kısıtlamış görünüyor. Bu durum üreticiler bakımından birçok ürünün tarlada kalması anlamına gelirken, tüketiciler bakımından ise gıdaya erişim riskini artırıyor.

Gıdanın dolaşımına ilişkin öne çıkan sorunların, serbest piyasa söylemiyle çok uluslu tarım-gıda şirketlerinin hegemonyasında şekillenen uluslararası iş bölümünün ve uzun tedarik zincirlerinin kırılganlığını gözler önüne serdiğini söylemek gerek.

Kovid-19 pandemisi küçük ölçekli köylü tarımı, kısa tedarik zincirleri, yerel/yöresel gıda sistemleri ve pazarlar pahasına şekillenen mevcut tarım-gıda sisteminin yerkürenin belirli bölgeleri için ekstra kırılganlıklar anlamına geldiğine işaret ediyor.

KUZEY YARIM KÜREDE ÜRETİMİ VURUYOR

Gıda üretimine bakıldığında, olası riskleri artıran temel faktörlerden birisi, salgının, en azından kuzey yarım kürede, tarımsal üretimin kritik bir döneminde ortaya çıkmış olması. Örneğin, Türkiye’de nisan ve mayıs ayları, çeşitli tahıllar ve baklagillere ek olarak soğan, patates, domates, biber, patlıcan gibi birçok sebze için ekim-dikim-bakım zamanı iken, narenciye ve kiraz gibi meyvelerin ise bazı bölgelerde hasat zamanı.

Bu zamana kadar uygulanan tarım ve gıda politikaları ile zaten zor koşullarda tarımsal üretimi sürdüren küçük üreticiler için salgın ekstra sorunlar doğuruyor. Örneğin, halihazırda fiyatların girdilerde yüksek, ürünlerde düşük olmasından yakınan üreticiler için durumun daha ağırlaşması söz konusu. Zira salgına bağlı oluşan kur farklarından, lojistik sorunlardan veya üretim açıklarından dolayı girdi fiyatlarının ayrıca yükselmesi riski ile karşı karşıya.

Dahası, ekim, dikim ve bakım işleri için elzem olan maske, eldiven, dezenfektan gibi ürünlerde spekülasyon ve fırsatçılık haberleri de geliyor. Öte yandan, yukarıda ana hatlarıyla yer verilen tüketim ve dolaşım sorunlarıyla birlikte düşünüldüğünde, üretilecek ürünlerin kime, hangi kanallar aracılığıyla, nasıl bir fiyattan satılacağı konusundaki belirsizlikler ve kaygılar da ayrıca katlanmış durumda.

Üreticilerin uzun bir süredir ağır kredi borç yükleri altında ezildikleri biliniyor ve bu durum kısa süreli şoklar karşısında bile dayanma ve üretimi sürdürme kapasitesini iyice daraltıyor. Bu noktada tarımsal üretimden kopan bir üreticinin nadiren üretime tekrar döndüğünü de ayrıca not etmek gerek.

Hızla derinleşebilecek bir üretim krizini önlemek adına kısa vadede alınması gereken tedbirleri ayrıca önemli hale getiriyor.

IRGAT BELİRSİZ, ÜRETİCİ YAŞLI: NASIL OLACAK?

Üretim alanında hızla gündemin ön sıralarına yerleşen bir diğer konu ise tarım işçilerinin sağlıkları ve çalışma koşulları oldu. Salgın öncesinde de sağlıksız çalışma ve barınma koşullarına mahkum edilmiş durumda olan mevsimlik işçiler, küresel ölçekte olduğu gibi Türkiye tarımında da sarf edilen emek-gücünün ana kaynağı. Kötü koşullar nedeniyle zaten ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya olan mevsimlik işçilerin salgından nasıl korunacağı ve güvenli bir şekilde çalışmalarının sağlanıp sağlanamayacağı tarımsal üretimin seyrini de doğrudan etkileyecek.

Mevsimlik işçilerin tarımsal üretimde oynadığı kilit rolün bir kaynağı da neoliberal tarım-gıda politikalarına bağlı olarak giderek artan kırsal yaş ortalaması. Örneğin, Türkiye kırsalında yaş ortalaması 60’a dayanmış durumda ve gerek bitkisel gerekse hayvansal üretimde 65 yaş üzeri nüfusun hatırı sayılır bir yeri var. Bu noktada, tarımsal üretim süreçlerinin ve kırsal yaşamın özgünlükleri gözetilmeksizin, kent ve sanayi odaklı alınan tedbirlerin başlı başına bir sorun kaynağı olarak karşımıza çıktığı da ayrıca not edilmeli.

RET VE ÇÖZÜM İÇİN FIRSAT!

Pandeminin ortaya çıktığı toplumsal, siyasal ve ekolojik bağlam gözetilmeksizin alınacak kararlar, geliştirilecek politikalar ve müdahale araçları çözüm değil. Aksine söylemek gerek; var olan sorunları ve eşitsizlikleri derinleştirecek. Ne yazık ki, bu zamana kadar küresel ölçekte ve Türkiye bağlamında bu doğrultuda atılan adımların yeterli olduğunu söylemek mümkün değil.

Peki, salgına karşı kısa, orta ve uzun vadede verilecek mücadelede ne gibi olanaklarımız var? Bu sorunun cevabını ise uzaklarda aramaya gerek yok. Yukarıda sıralanan sorunların her birine dair yerkürenin kuzeyinden ve güneyinden yükselen güçlü alternatif sesler var. Tabandan gelen bu sesler yeni de değil.

Toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik ve kapitalist tarım-gıda sisteminin reddi doğrultusunda ortaya çıkan hareketler, kavramlar ve talepler salgına karşı verilecek mücadelenin de en temel olanaklarını barındırıyor.

* Akademisyen

ÖNCEKİ HABER

Cengiz Holding'in işten attığı işçiler eylem yapmasın diye köy yolu kapatıldı

SONRAKİ HABER

Tahliye olduktan sonra boşandığı kadını tehdit eden faile ev hapsi verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...