28 Şubat 2020 00:20

"Yunan adalarındaki mülteci kamplarının amacı Türkiye’ye geri göndermek"

Yunanistan’ın kapalı mülteci kampları inşa etmek istediği Midilli ve Sakız Adaları’nda gerginlik sürerken son gelişmeleri Dr. Begüm Başdaş’a sorduk: "Hükümet, göçü bir güvenlik sorunu olarak görüyor."

Fotoğraf: Atina Haber Ajansı/AA

Paylaş

Mert DEMİR
İstanbul

Geçtiğimiz günlerde, on binlerce mülteci için “kapalı mülteci kampları”nın inşa edilmeye çalışıldığı Yunanistan’ın Midilli (Lesvos) ve Sakız (Xios) Adaları’nda, ada halkı ve polis arasında çatışmalar yaşandı. Mülteci konusu insani bir çözüm açısından içinden çıkılmaz bir durum sergilerken, Yunanistan hükümeti adalara özel polis kuvvetleri gönderdi. Polisin yavaş yavaş geri çekildiği haberinin geldiği adalarda dün de genel grev ilan edildi. 

Yaşanan son gelişmelerden yola çıkarak mülteciler açısından Yunanistan adalarındaki son durumu, Miçotakis hükümetinin mülteci ve sığınmacılara yaklaşımını ve genel olarak Yunanistan adalarındaki sığınmacılar ile ilgili görüşlerini Humboldt Üniversitesi’nde Yunanistan’ın göç politikaları ve mülteci hakları üstüne araştırmalar yürüten Dr. Begüm Başdaş’a sorduk.

"ADALARDA SOKAKTA HERKES VAR AMA EL ELE OLDUKLARINI SÖYLEYEMEM"

Yunan Adalarında şu an yaşanan gerginliğin sebebi nedir, protestolar kim tarafından ve neden yapılıyor? Protestolar mülteci karşıtı bir görünüm mü sergiliyor yoksa sorunun çözülmesi yönünde mi bir hareketlilik söz konusu?

Bunu çok basit bir şekilde anlatmak mümkün değil. Geçtiğimiz birkaç ay içerisinde şekillenen bir tarihi var bu hafta yaşananların. Bugünkü resme baktığımızda daha çok Midilli ve Sakız Adası’nda eylemler gerçekleştirildiğini ve Yunanistan’ın yerel ada halkını sokakta görüyoruz. Pazartesi akşamı Yunanistan hükümetinin bu iki adaya ek güvenlik güçleri göndermesiyle birlikte, ada limanı önünde biriken insanlar, polisin adalara girişini engellemek üzere bir protesto eylemi düzenledi ve polisin burada çok sert ve orantısız bir şekilde saldırması üzerine çatışmalar gerçekleşti.

O günden beri de bu iki adanın farklı yerlerinde yerel halk eylemler gerçekleştiriyor. Özellikle de kampların yapılması planlanan bu adalarda, kampların yapılmasını engellemek için barışçıl bir şekilde eylem yapmaya çalışan yerel halka yönelik güvenlik güçleri tarafından biber gazı ve fiziksel şiddetle saldırılar oldu.

Bu kişiler kim derseniz, şu anda karışık. KKE’den (Yunanistan Komünist Partisi), SYRIZA’dan, iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nden insanlar da; muhafazakarlar da, mülteci karşıtı söylemleri olan insanlar var. Mültecilere yönelik olumlu politikaların yürütülmesini talep eden vatandaşlar da var. Fakat, genel olarak Yunanistan vatandaşlarını sokakta görüyoruz diyebiliriz.

Çünkü, şöyle bir şey de var; aslında Yeni Demokrasi Partisi, Temmuz seçimleri öncesindeki seçim vaatlerinde de kapalı kampların yapılması mesajını vermişti. Kasım ayında da ellerinde kapalı kamplar gerçekleştireceğiz diye bir planla sahneye çıktılar. Bunun üzerine aylarca ada halkları farklı rivayetler üzerine bir araya gelerek bu planların tartışıldığı ve çoğu zaman da protesto edildiği toplantılar ve çalışmalar gerçekleştirdiler. Yerel yönetimler ve hükümet arasında görüşmeler oldu.

Bu süreçte, 22 Ocak tarihinde üç adada büyük eylemler gerçekleştirildi. Bu eyleme, Midilli’de neredeyse binlerce kişi geldi. Eylemin sloganı “Adalarımızı geri istiyoruz, hayatlarımızı geri istiyoruz” idi. Oradaki konuşmaları dinlediğiniz zaman, maalesef mülteci karşıtı hatta mülteci düşmanı diyebileceğimiz, mültecilere yönelik ayrımcı politikaların beslendiği söylemlerin konuşulduğunu görüyoruz.  Söz alanlar arasında “Hastanelerimizden faydalanamıyoruz çünkü çok fazla mülteci var”, “ATM’den para çekerken kendimizi güvende hissetmiyoruz” ve “Sokakta güvende yürüyemiyoruz” gibi yorumlarla konuşma gerçekleştirdiler. Aslında kapalı kamplara hayır dedikleri bu eylemlerde çok fazla mülteci ve sığınmacı karşıtı söylemler vardı. Maalesef, aralarında bu zamana kadar belki sığınmacılara destek olmuş olan insanlar olsa da genel atmosfer mülteci dostu değildi.

Bu eylemler hiçbir müdahale olmadan güvenli bir şekilde gerçekleşti. Herkes söyleyeceğini söyledi ve dağıldı. Fakat, bundan bir iki hafta sonra, yine kapalı kamplara karşı, Moria’nın ne kadar korkunç bir yer olduğunu anlatmak ve özgürlük isteyen, ilk önce Moria’da yaşayan kadınlar tarafından daha sonra ise daha çok Afgan sığınmacıların olduğu başka eylemler oldu. Bunlara polis çok ciddi bir şekilde orantısız şiddet ve biber gazı kullanarak saldırdı. Ve bu süreçte bu olaylar çok fazla haber olmadı, çok az yerde duyuldu.

 Bütün bu süreçte aslında halk arasında da bir bölünme var; daha mülteci dostu söylemler gerçekleştirenler ve dayanışma içinde olanlar var ama öte yandan da sığınmacılara ve onlarla dayanışan gönüllü STK çalışanlarına saldıran insanlar oldu.

Özellikle Moria kampının yakınındaki Moria Köyü’nde bunu gördük. Bugün sokakta gördüklerimiz tüm bu farklı insanları kapsıyor ama el ele olduklarını da söyleyemem. Mesela bir STK çalışanı, kendisi ile yaptığım görüşmede pazartesi akşamı gemilerden polisler inerken farklı siyasi yapılar arasında gerginlik olduğunu belirtti. Dediğim gibi eylemlerde, bu hafta esas olarak Yunanistan vatandaşlarından oluşan yerel ada halkı ve onlarla birlikte bazı ağların içinde olan dayanışma gruplarından insanlar var.

Avrupa’dan gelen gönüllüleri eylemlerde pek görmüyoruz ya da sığınmacılar ve mülteciler kesinlikle bu alanlarda yok. Öncelikle haklı sebeplerle korktuklarını söyleyebiliriz. Ayrıca Moria Kampı şehir merkezinin dışında ve son birkaç gündür otobüsler iptal edilmiş vaziyette. Yani, Moria ve etrafında yaşayan sığınmacılar kent merkezine gelemiyorlar.

Midilli’de yapılması planlanan kamp Mandamados denilen bir bölgeye yakın. Pazartesi sonrası esas eylemler burada yerel halkın yolları kapatması ve planlanan inşaat alanlarına girilmesini engellemeye yönelikti. Yollarda polis ve halk arasında yaşanan çatışmalarda polis yine akıl almaz derecede sert bir şekilde saldırdı. Buralar hem kent merkezine hem de Moria’ya çok uzak. Araba olmadan gitmek mümkün değil. Ancak arabası olanlar gidip yolları kapatarak eylemlere katıldı.

KAMPLARIN NASIL ÇALIŞACAĞI BELİRSİZ, SIĞINMA HAKKINA ERİŞİM TEHDİT ALTINDA

Mülteciler, kamplara veya şu anda da gündemde olan “kapalı mülteci kamplarına” kapatılarak sorun çözülmez bir hale mi getiriliyor yoksa bu sağlıklı bir göçmenlik politikasının ürünü mü?

Kesinlikle sürdürülebilir ve sağlıklı bir politika yok. Yunanistan’ın “kapalı kamp” dediğimiz şeyin uygulamasını nasıl yapacağını şu anda çok net bir şekilde bilmiyoruz. Yunanistan Hükümet Sözcüsü Petsas, bu kampların düzenini, 5 ila 7 bin kişiyi barındıracak yapıda ve kendi içerisinde sağlık vb. gibi hizmetlerin sunulduğu bir alan olarak anlatmıştı.

Söz konusu adalarda toplam 45 bin civarında sığınmacı bulunuyor. Yunanistan coğrafyası, nüfusu ve koşullarla karşılaştırılınca çok büyük bir sayı. Moria Kampı’nın kapasitesi 3 bin kişi civarında. Şu anda 22 bine yakın sığınmacı kamp içi ve etrafındaki alanda barınamıyor. Aynı şey Sakız ve Samos adalarındaki kamplar için de geçerli. Sayılara ve adalara gelişlerin devam ediyor olduğuna baktığımızda zaten bu kampların nasıl yeterli olacağı açık değil.

Yunanistan’ın ocak ayından itibaren yürürlüğe giren yeni kanun değişikliğine göre, sığınma başvuru süreçleri de hızlandırılıyor. Şu anda esas hedef, sığınma başvurusu basamaklarını olabildiğince atlayarak, sığınmacıların adil ve etkili bir sığınma başvurusu sürecine erişimini engelleyerek, uluslararası koruma hakkına kimin sahip olup olmadığını hızlıca ayrıştırarak bir an evvel Türkiye’ye geri gönderme sürecini uygulamak. Kapalı kampların esas hedefinin gözaltı ve geri gönderme olduğunu düşünüyorum. İnsan hakları çalışanları olarak, bu kampların sınır dışı prosedürlerini hızlıca gerçekleştirmek için gözden ve gönülden uzak bir alan yarattıklarına inanıyoruz.

MORIA’YA BİR TANE DOKTOR GÖNDEREBİLİYORSUN O DA GÜVENCESİZ ÇALIŞIYOR

Kapalı kampların insan onuruna yaraşır bir şekilde çalışma imkanı olmadığını neresinden tutsam da anlatsam bilmiyorum. Yani, Moria’ya sadece bir tane doktor gönderebiliyorsun ki o da güvencesiz çalışan biri oluyor. Büyük şehirlerindeki hastanelerde bile yeterli sağlık hizmeti verecek personele sahip değilsin. Bu kamplarda, sığınmacıların hayatını koruyacak şekilde nasıl bir düzen oluşturacaksın? Bunun finansal kaynağı nereden gelecek?

Yunanistan’ın AB ülkeleriyle olan görüşmelerinde, AB bu yılın bütçesinde kamplar için para olmadığını, zaten kapalı kampları fonlamayacağını söyledi. Şimdi, Yunanistan, nasıl bir şey ortaya atacak ve nihayetinde AB’ye ödetecek diye bekliyor herkes. Yunanistan’da böyle bir maddi kaynak yok ama Samos adasındaki kapalı kampın buna rağmen tamamlandığına dair paylaşımlar ve fotoğraflar sosyal medyada dolaşıyor.

Bunların hepsi olurken de kimse bu arada, bu zamana kadar hali hazırdaki kamplardaki koşullar ne olacak ve sığınmacıları nasıl koruyacağız diye sormuyor. Kamplarda çok ciddi fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları yaşanıyor.

İNSANLAR, İNSAN GİBİ YAŞAMAK İÇİN HER ŞEYİ GÖZE ALIYORLAR

Diğer yandan da kapalı kamplar, planlanan toplu geri göndermelere rağmen coğrafi sınırlama devam ettikçe adalardaki yığılmayı nasıl engelleyecek sorusu var.  Oldu da Yunanistan denizi duvar yaptı, savaştan zulümden kötü koşullardan güvenli bir hayata ulaşmak için Avrupa’ya gelmek isteyen insanlar o duvarı yine aşar gelirler. Can bu çünkü ve insan gibi yaşamak için her şeyi göze alıyor. O nedenle gelişler devam edecek.

Bir diğer konu da insanların özellikle de çocukların gözaltı koşullarında tutulması uluslararası hukuka aykırı. Yunanistan diyor ki ben kart vereceğim ve belli kurallara göre kamplara girip çıkabilecekler. Adalara gelen sığınmacıların kayıt işlemlerini yapmakta yetersiz kalan bir sistem nasıl bu bürokratik süreci işletecek bilmiyorum.

Özetle benim fikrim bu kampların amacı gözaltı ve sınır dışı yani Yunanistan’ın insan hakları ihlallerini gözden uzak tutabildiği bir alan yaratmak.

YENİ HÜKÜMETİN İLK İŞİ GÖÇ BAKANLIĞINI KALDIRMAK OLDU

Miçotakis hükümetinin tavrını nasıl buluyorsunuz, yeni hükümetin mülteciler konusunda insani yönde kapsamlı bir programı var mı?

Hayır o da yok. Yeni Demokrasi Partisi hükümete geldiğinde yaptığı ilk iş Göç Bakanlığı’nı kaldırmak oldu. 6 Ay sonra baktı ki bu işin içinden çıkamıyor yeniden aynı bakanlığı kurdu. Zaten daha önce de dediğim gibi, bence genel çerçevede aslında ne yaptığını iyi bilmiyor gözüküyor.

Bildiği tek şey ve sürekli tekrar ettiği göç politikası şu: Sınır güvenliğinin artırılması, sığınma başvurusu süreçlerinin hızlandırılması ve bu hızlandırma ile kimin uluslararası korunma statüsü hakkına sahip olduğunun belirlenip çok hızlı bir şekilde Türkiye’ye ya da geldikleri ülkelere geri gönderilmeleri. AB-Türkiye arasında yapılan söz birliğine göre getirilen coğrafi sınırlamadan dolayı beş hotspot adasında başvuruları reddedilenler Türkiye’ye geri gönderilecek.

Yeni Demokrasi hükümeti göçü bir güvenlik sorunu olarak görüyor. Sınır güvenliğini artırıp, denizlere duvar yapıp sığınmacıların gelmesini engellemek ve ülkede bulunanların da büyük bir kısmını geri göndererek sorunu çözeceğini sanıyor galiba.

Birkaç ay evvel hükümet, Yunanistan’a gelen sığınmacıların çok büyük bir kısmının aslında mülteci değil ekonomik göçmen olduğunu ifade etti. Bunu hem Miçotakis hem Petsas farklı zamanlarda söylediler.

Bu ne demek oluyor; zaten Yunanistan’a gelen insanların uluslararası koruma hakkı olmadığına daha başvuru süreçlerine bile bakılmadan karar verilmiş. Kasım ayında başka bir 28 Afrikalı sığınmacının başvuruları reddedildi. Birinin görüşmesi 5 dakika bile sürmeden başvurusu reddedildi. Çünkü başvurucunun konuşabildiği dillerde çevirmen bulunamadı. Reddedilenler arasında talep edilen dillerden biri de Portekizce. Akıl alır gibi değil. Sokakta dolaşsan Portekizce konuşan bulursun Midilli’de. Bunlar Yunanistan’ın nasıl bir sığınma politikası yürüttüğünü açıkça gösteriyor.

Kesinlikle insan haklarını, mülteci ve sığınmacıların haklarını savunan, etkili bir sığınma başvurusuna erişimlerini güvence altına alacak bir çaba sarf edilmiyor. Daha çok polis, daha çok duvar ve daha çok sınır dışı odaklı bir politika güdüyor.

AB’NİN EN TEMEL GÖÇ POLİTİKALARINDAN BİRİ DIŞSALLAŞTIRMA POLİTİKASI

Amacın geri gönderme olduğunu söylediniz. Türkiye ve AB arasındaki “Geri Kabul Anlaşması”, tüm bu yaşananlar açısından nerede duruyor?

Türkiye’deki birçok göç araştırmacısının anlatmakta sıkıntı yaşadığı bir konu bu aslında. Türkiye-Yunanistan arasında geri kabul anlaşması var. Türkiye-Avrupa Birliği arasında da geri kabul anlaşması var. Ayrıca AB-Türkiye arasında “AB-Türkiye açıklaması” diyebileceğimiz bir söz birliği var. Fakat maalesef bunlar hepimiz için söylemsel olarak çok karışıyor. 2016 yılında Türkiye ve AB arasında özellikle Yunanistan adalarındaki sığınmacıları da kapsayan korkunç bir pazarlık yapıldı.

Genel olarak baktığımızda, şu anki duruma gelmemizin en büyük sebebi, yani adalardaki yoğunlaşmanın ve Yunanistan anakarasına geçişin engellenmesinin sebebi bu açıklama. Bu söz birliği sayesinde Yunanistan, sığınma başvurusu reddedilen insanları Türkiye’ye sınır dışı etme politikası üzerine odaklanıyor. Ama sadece bu değil mesele bence. Genel olarak AB’nin bütün politikası hem Ege kıyılarında hem de Güney Akdeniz kıyılarında -Libya’yla da yaptığı anlaşmaları da göz önünde bulundurmak lazım- tam anlamıyla sınırlar üstüne sınırlar inşa etmek ve dışsallaştırma politikaları odaklı. AB’nin en temel göç politikalarından biri dışsallaştırma politikası.

2015 yılındaki yoğun gelişlerden sonra Avrupa’da çok ciddi bir şekilde aşırı sağ yapıların güçlendiğini ve mülteci karşıtı söylemlerin de siyasi anlamda yer bulduğunu görüyoruz. Bu da Avrupa’nın 2015-2016’dan sonraki politikalarında etkili oldu ve bunu Yunanistan’da da görüyoruz. 2015 Yunanistan genel seçimlerinde SYRIZA hükümete geldiğinde, Altın Şafak üçüncü partiydi. 2019 Temmuz seçimlerinde Altın Şafak meclise giremedi. Altın Şafak gibi aşırı sağ grupların desteklediği mülteci karşıtı fikirlerin hepsinin olmasa da bir kısmının Yeni Demokrasi Partisi tarafından temsil edildiğini maalesef uygulamalarda görüyoruz.

AB içerisindeki sınırlar güçlendiriliyor: Macaristan, Sırbistan ve Hırvatistan sınırı gibi yerler de çok ciddi hak ihlalleri görüyoruz. O nedenle AB-Türkiye arasındaki söz birliğini sadece Türkiye-Yunanistan arasındaki bir anlaşma olarak göremeyiz. Bu genel AB politikalarının mültecileri ve sığınmacıları olabildiğince sınırları dışında tutma politikalarının sadece bir kısmı.

MÜLTECİLERİN HAYATINDA GERİ DÖNÜLEMEZ YARALAR AÇILIYOR

Bu süreç nereye gidiyor, gelecek günler açısından mülteci konusu hakkındaki görüş ve önerileriniz nelerdir?

İyi bir şey umut etmek istiyorum elbette. İnsan hakları örgütlerinin söylemini tekrar etmekte fayda var ki bunu aslında Yunanistan hükümeti de söylüyor. Ama bu birçok insan hayatı için soyut kalıyor. Avrupa Birliği’nin gerçek bir sorumluluk paylaşımı sürecine girmesi gerekiyor. Bütün sorumluluğun Yunanistan ve İtalya gibi sınır ülkelerinde olması kabul edilebilir bir şey değil. Yani, bütün Yunanistan eleştirilerimiz bir yanda dursun, Yunanistan’da ada halkının son zamana kadar gerçekten çok emeği var. Birçok yerde sığınmacılara kucak açtılar ve belki de koşullar bu kadar ağırlaşmasa devam de ederlerdi. Kısmen halkı da anlamak lazım.

Bu süreçte şimdi AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen yeni ortak politikalar yürütmeye çalışıyor. Birincisi, Dublin Anlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi, yani sığınmacıların giriş yaptıkları ülkelere geri gönderilmesi ile hala sorumluluğun Yunanistan ve İtalya’ya bırakılması. Diğeri de Yunanistan, İtalya ve Almanya gibi çok sayıda sığınmacıyı kabul eden, ülkelerinde bulunduran; ama Macaristan, Polonya gibi asla mülteci kabul etmek istemeyen ülkeler arasındaki eşitsizlik sorunu üzerinde odaklanan ‘sorumluluk paylaşımı’ tartışması kasım ayında biraz ortaya atıldı. AB üye ülkeleri arasında bir ortaklaşma alanı nasıl kurulacak tartışılıyor.  Ama bunlar, uzun işler. Hukuksal düzenlemeler değişecek de bu işler gerçekleşecek de bu ülkeler ikna edilecek de…

Bu süreçte sığınmacılar özellikle Yunanistan’da ağır insan hakları ihlallerine uğruyorlar ve hayatlarında kaçtıkları savaşın üstüne derinleşen geri dönülemez yaralar açılıyor. Yani Moria’da, Yunanistan’ın diğer yerlerinde, İtalya’da, savaştan kaçan insanlar bir de burada ayrı bir savaşla karşı karşıya kalmış durumdalar. Ve nihayetinde Avrupa’nın anlaması gerekiyor ki biz birlikte yaşayacağız ve bu insanların hem fiziksel hem ruhsal sağlıklarının korunması Avrupa geleceğinin de korunması anlamına geliyor.

Ama Avrupa halkı bunu ne kadar anlayacak, bunu ne kadar insan onuruna yaraşır bir şekilde gerçekleştirecek bilmiyoruz. O yüzden temennimiz bu. Bana sorarsanız eğer, içinden çıkılmaz bir haldeyiz ve ne olursa olsun iyi bir gelecek beklemiyor hiçbirimizi.

ÖNCEKİ HABER

TÜMTİS yöneticileri artık serbest

SONRAKİ HABER

AYM'den askerde şüpheli ölüme yeniden yargılama kararı: Yaşam hakkı ihlal edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa