05 Eylül 2019 09:24

Karaburun Bilim Kongresi'nde ikinci gün oturumları sona erdi

Karaburun Bilim Kongresi, "Sendikacılığın Krizi" ve "Hukukun Krizi, Krizin Hukuku" başlıklı oturumlarla ikinci günü tamamladı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Karaburun Bilim Kongresi'nin ikinci gününde "Sendikacılığın Krizi" ve "Hukukun Krizi, Krizin Hukuku" başlıklı oturumlar gerçekleştirildi.

Kongrenin ikinci gününde büyük salondaki sabah oturumunda, yürütücülüğünü Mehmet Türkay'ın yaptığı "Sendikacılığın Krizi" başlıklı forum gerçekleştirildi.

Alpay Biber, "80 öncesi Sendikal Mücadele: Deneyimler ve Aktarımlar" başlıklı sunumunda, sendikal hakların yukarıdan verilip verilmediğinin çok uzun süre tartışıldığını vurguladı ve "60 cuntası sonrasında tanınan haklar, 12 Mart'ta budandı ve 12 Eylül'de kalanlar da geri alındı. Fakat bu dönemlerde görülmeyen şekilde işçi mücadeleleri vardı. Yukarıdan verilmiş hiçbir hak bu kadar savunulamaz" diyerek konuşmasına başladı.

1960'dan 1980'e kadar işçilerin sendikal haklarını korumak için önemli mücadeleler verdiğini hatırlatan Biber, "Yeni bir talepte bulunma fırsatı olmadı. Yasal genel grev talebinde bulunamadı işçiler. Bunlardan biri genel grev talebidir. Bugün sendikalar, işçiler genel grev talep edecek güçtedir. İşçi sınıfı bu hakkı tarihiyle kazanmıştır" diye konuştu.

"15-16 Haziran, Zonguldak'ta bir kentin yürüyüşü, Bahar eylemleri, Tekel direnişinin olacağı tahmin edilemedi" diye konuşan Biber, Türkiye'de biraz demokratik ortam oluştuğunda işçi hareketlerinin yükseldiğini vurguladı.

"SENDİKALARIN EN ÖNEMLİ KRİZİ DEMOKRASİ KRİZİDİR"

"İşçi, temel hakları için yürümeye başlar, sonrasında sistemin yarattığı tüm zorlamalara karşı yürür" diyen Biber, 15-16 Haziran örneğinde olduğu gibi tüm kesimden işçilerin mücadeleye katılabileceğini vurguladı.

"Sendikaların en önemli krizi demokrasi krizidir" diyen Biber, işçilerin demokrasi deneyimlerini kazanabileceği en önemli örgütlenmelerden birisinin sendikalar olduğunu fakat bürokratik yapı yüzünden sendikaların bu görevini yerine getiremediğini belirtti.

Hakan Koçak ise, "Türkiye’de Sendikal Hareketin Dinamiklerine Sınıf Oluşumu Perspektifiyle Bakmak" başlıklı sunumunda, 2. Meşrutiyet döneminde özgürlük mücadelesinde işçi sınıfının görünür olduğunu, 1946'da Demokrat Parti'ye karşı oluşan birikimin ikinci sıçramayla 1960 döneminde belirdiğini hatırlattı ve "Üçüncü bir evrenin ise 2000'lerde olduğunu düşünüyorum. Ama 1950'lerdeki Demokrat Parti dönemine benzer bir görünüm sergiliyor" diye söze başladı.

İşçi sınıfının farklı örgütlenme biçimleri sergilediğine dikkat çeken Koçak, "Ben işçi sınıfının bu koşullarda sermaye sınıfına aslında ciddi bir bedel ödettiğini düşünüyorum. Örneğin resmi olarak bitmiş olmasına rağmen fiili olarak süren OHAL koşullarında havaalanı işçilerinin veya metal fırtınada genç metal işçilerinin yaptığı eylemler, taşeron işçilerin örgütlenme mücadelesi, serbest bölgelerde örgütlenen sendikal mücadele bize hak mücadelelerine ve özgürlük mücadelelerine eklemlenecek yeni bir sınıf hareketinin oluşacağının nüvelerini sunuyor" diye konuştu.

"SİSTEMİ YIKMADIKÇA KAZANILAN HAKLAR BUDANIR"

Özgür Müftüoğlu, "Sendikalar Sınıf Mücadelesinin Neresinde?" başlıklı sunumunda, emekçiler arasındaki rekabeti sendikaların sınırlandırdığını, sınıf mücadelesini örgütlediğini ve işçi sınıfının bilincini yükselttiğini hatırlattı ve "Sendikalar işçi sınıfının araçlarından bir tanesidir. Diğer bir aracı da sınıfın partisidir. Sadece hakları kazanmak yetmez, korunamaz. Sistemi yıkmadıkça kazanılan haklar budanır. Ücretli köleliği yaratan sistemin mutlak ve mutlaka ortadan kaldırmasını sağlayacak mücadeleyi sınıfın partisi verir" diye söze başladı.

İşçiye "sendikalar tamamen bağımsız olmalıdır, bir siyasal partiyle ilişkili olmamalıdır" denilirken AKP ve CHP örneğinde görüldüğü üzere  burjuva partilerin sendikalarla ilişkili olduğunu hatırlatan Müftüoğlu, "Oysa ki sendikalar asıl olarak sınıfın partisiyle ilişki içinde olmalıdır" diye konuştu.

"Geleneksel sendikacılık diye tanımlanan 19. yüzyılın ilk yarısındaki sendikalar sadece işçilerin haklarını kazanmakla kalmamıştır" diye belirten Müftüoğlu, temel haklardan kollektif haklara, kadın mücadelesinden ekoloji mücadelesine kadar tüm mücadelelerin sınıf mücadelesi tarafından kapsandığını hatırlattı.

"Bugünkü sendikalar işçi sınıfının taleplerine yer veremeyen burjuvazinin ideolojik araçları haline dönüşmüştür" diye durumu anlatan Müftüoğlu, geleneksel sendikacılık bırakılsın, çağdaş, demokratik, sivil toplum sendikacılığı olsun denilerek sendikaların sermaye ile işçiyi uzlaştıran kurumlara dönüştürüldüğünü belirtti.

KADINLAR EN ÖN SAFTA

Perihan Koca, "Sendikal Mücadelede Kadın, Feminist Örgütlenme, Grev, Kriz" başlıklı sunumunda, ataerkil sistemin kadınları emek gücünün yeniden üretimi adına karşılıksız emek vermek zorunda bıraktığını hatırlattı ve bu sebeple kadınların toplumsal yaşama dezavantajlı olarak başladığını vurguladı. Koca, "Kadını duvarlar içine kapatan, kadını annelikle tarif eden muhafazakar toplumlar aileyi öne sürerek ücretsiz emeği sürdürüyor" dedi.

"Kapitalizm ücretli emek ihtiyacı için kadınları özgürleştirir gibi görünürken, onları iş gücüne dahil ederken, onların özgürlüğünü aslında sınırlandırıyor. Çünkü bir yandan emek gücünün yeniden üretiminde kullanıyor, diğer yandan esnek çalışmanın içine hapsediyor" diye süreci vurgulayan Koca, esnek, güvencesiz çalışmanın dolayısıyla proleteleşmenin kadınlar ve gençleri daha yoğun kapsadığını vurguladı.

"Bugün greve çıkanlara  baktığımız zaman kadınları en ön saflarda görüyoruz, ekoloji hareketlerinde, havasına suyuna toprağına el konulmasına, orman yangınlarına karşı tepkilerde kadınların en önde olduğunu görüyoruz" diye kadının mücadele birikimine dikkat çeken Koca, kadınların buna rağmen sendikaların temsilciliklerinde, yönetimlerinde ve denetimlerinde gereken nicelikle bulunamadıklarına dikkat çekti.

"HUKUKUN KRİZİ, KRİZİN HUKUKU"

Gençlik merkezinin önündeki öğlen oturumunda, yürütücülüğünü Ayşegül Karpuz'un yaptığı "Hukukun Krizi ya da Krizin Hukuku" tartışıldı.

Orhangazi Ertekin, "Türkiye’de Hukuk Düzeninin İnşası ve Gelişim Süreçleri" başlıklı sunumunda, Alman genel devlet kuramı ile İngiliz siyaset biliminin son derece gelişmiş felsefi alt yapısı olduğuna dikkat çekti ve "Türk anayasa hukukçuları maalesef sadece 3'e kadar sayabiliyor: Yasama, yürütme, yargı" diyerek söze başladı.

"'Türkiye'de hukuk düzeni nasıl kurulmuştur ve nasıl inşa edilir?' sorusunun kendine ait bir külliyatı yoktur. Son derece zayıf ve işlenmemiş bir alan ile karşı karşıyayız" diyerek yaşanılan birikim eksikliğine dikkat çeken Ertekin, İran ve Mısır gibi Türkiye'nin de kendine has bir hukuk sistemi bulunduğuna dikkat çekti ve bu tip hukukların ortak özelliğinin kamudan doğmamış olmak olduğunu, bürokratik araçların içinde ortaya çıktığını belirtti.

"19. yüzyılda Ortadoğu, Batı'nın emperyal tasarıları yönünden inşa edilmiştir: Türk, Fars ve Arap milliyetçiliği üzerine" diyen Ertekin, Türk hukuk sistemini anlamak için milliyetçiliği ve Ortadoğu meselesini mutlaka anlamak gerektiğine dikkat çekti.

"Türklük dediğimiz şey, o hukuksal yapı Türkçülüğün kendi dar siyasal görüşüyle onun kısırlığı ile alakalıdır" diyen Ertekin, Türk hukukunu Yaşar kemal'in "Bu ülkede jandarmadan dayak yememiş işçi yoktur" sözüne benzetti.

Seher Dursun, "Kapitalizmde Hukuk Kapitalizme Karşı Hukuk, Krizde Hukuk" başlıklı sunumunda, kriz sözcüğünün genelde ekonomide kullanıldığını hatırlattı ve "Krizin ve kapitalizmin bir hukuku var. KHK ile yapılan düzenlemeler örneğin kapitalizmin varlığını sürdürebilmek için kullandığı rıza araçlarıdır" diye söze başladı.

"YARGI REFORMUNDA GERÇEK BİR İYİLEŞME YOK"

Yargı reformu strateji belgesinin 98 sayfa kalınlığında olduğunu hatırlatan Dursun, "Bu metnin içeriğine bakanlar çokça dalga geçtiler: Avukatlara yeşil pasaport sunuluyor,  ifade özgürlüğü, işkencelere son verileceği gibi ana söylemler var" diye konuştu.

"Hukuku alırsanız ellerinde zor kalıyor. Zoru her zaman kullanamıyorlar. Hukuk ile üstünü örtüp rızayı yeniden üretiyorlar. Türkiye'de hukuk bundan başka bir şey degil" diye konuşan Dursun, AKP'nin son döneminde KHK'lar, hakaret davaları ve yargılama örneklerini hatırlattı.

Erdoğan Akdoğdu, "15 Yılın Toplumsal Davalarından Politikaya Bakmak" adlı sunumunda, devletin anonim şirket gibi yönetildiğine dikkat çekerek, "Bir tür iktidarın zora dayalı 'hizmeti' mevcut. İşin zorla icra edilmesi mevcut. Devletin kendi varlık durmunu korumaya çalıştığı için yaptığı yargılamalarla karşı karşıyayız" diye konuştu. (İzmir/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Boris Johnson'ın kardeşi Jo Johnson isyan ederek istifa etti

SONRAKİ HABER

Liseliler barışı konuşuyor: Barış ancak halkların birleşmesiyle gelir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa