Yazar ve senarist Osman Şahin: Plastik insanları sevmiyorum
Yazar ve senarist Osman Şahin, 48 yıldır tanıklık ettiği hikayeleri kaleme almaya ve senaryolar yazmaya devam ediyor.

Türkiye sinemasında, öyküsü en fazla uyarlanan yazar unvanını elinde bulunduran Osman Şahin, Kızgın Toprak’tan Ayna’ya, Firar’dan Adak’a kadar pek çok filme imzasını attı. Hikayelerinde Anadolu’da yaşayan halkları işleyen Şahin, Yılmaz Güney sayesinde sinemayla tanıştı. “Adak” filmiyle birliklte kendisini edebiyat ve sinema kardeşliğinin arasında buldu.
37. İstanbul Film Festivali’nde “Sinema Onur Ödülü”ne de layık görülen Şahin, 48 yıldır tanıklık ettiği hikayeleri kaleme almaya ve senaryolar yazmaya devam ediyor.
‘YAZDIKLARIM SIRADAN İNSANLARIN HİKAYELERİDİR’
Hikayelerinde sıkışmış insanı anlattığını söyleyen Şahin, “Benim yazdıklarım sıradan insanların hikayeleridir. Onların da masalları, hikayeleri var. Ve ben o insanları çok sevdim. Mağdur edilişini gördüm. Ağıtlar topladım. 48 yıllık yazar olarak bir hamalın yanına oturup onu konuşturmayı seviyorum. Sırtındaki o yükle çocuğunu okutan, evine bakan o adam benim için kahraman. Plastik insanları sevmiyorum” dedi.
‘TANIKLIK ETTİĞİM OLAYLARI KALEME ALDIM’
Yazdığı 70’e yakın öyküsünde Kürt halkını anlattığını söyleyen Şahin, “Fırat nehri kenarında ağıt yakan Kürt kadın “gurbet elde ölenin gözü kapanmaz” demişti. Sadece bu cümlenin bile bir ansiklopedi dolusu hikayesi vardır. Ben de tanıklık ettiğim olayları kaleme aldım. Mesela Fırat Nehri karların erimesiyle birlikte Nisan ayının sonuna doğru yükselirdi. Nehirde çok fazla ölen olurdu. Nehir haziranda çekildiği zaman Kürt çocuklar şişmiş ölü hayvanlarla parkta eğlenir gibi oyun oynardı. Oradaki çocukları, yöre halkını, aşiret kavgalarını Kırmızı Yel, Fırat’ın Sırtındaki Kan kitaplarımda yazdım” şeklinde konuştu.
‘BABAM BUNU NASIL YAZDINIZ’
Şahin, kendisini sinemaya Yılmaz Güney’in kazandırdığını söyleyerek sinemayla tanışmasını “Radyo dinlerken Yılmaz Güney’in konuşmasına denk geldim. ‘Osman Şahin’in TRT büyük Ödülünü kazanan öyküsünü çekeceğim’ dedi. Beni kimse tanımıyordu. 29 yaşındaydım o zaman. Ertesi gün telgraf geldi. ‘Güney filme gelin görüşelim’ diye. İstanbul’a geldim. Elimde telgrafla Güney Filme gittim. Yılmaz Güney’i hiç görememiştim. ‘Beni çağırmışsınız’ dedim. ‘Osman Şahin sen misin?’ dedi güldü. Yılmaz Güney beni kucakladı. ‘Babam bunu nasıl yazdınız? Her cümleniz görüntü veriyor. Kamerayı elime alıp çekesim geliyor’ dedi. ‘Abi ben gördüklerimi yazdım’ dedim. Oradaki iki genç ‘Sthendal’ı okudunuz mu’ dedi. ‘Duydum ama okumadım’ dedim. Diğeri de ‘Balzac’ı okudunuz mu dedi’. ‘Bir iki hikayesinin dışında okumadım’ dedim. ‘Peki nasıl yazdınız böyle bir eseri?’ dediler. Yılmaz Güney de ‘Çocuğun üstüne gitmeyin. Siz kitaplardan öğrenmişsiniz çocuk gördüklerini yazmış. Yaşamak edebiyattan üstündür’ dedi. Sonra yazdığım hikayeye ‘Adak’ filmi çekildi. Kendimi bir anda edebiyat sinema kardeşliğinin ortasında buldum.” sözleriyle anlattı. (İstanbul/MA)
Evrensel'i Takip Et