25 Mart 2018 22:14

Kaybedenler Kulübü yolda mı, turistik gezide mi?

Ayşegül Tözeren, Kaybedenler Kulübü'nün devam filmi olan 'Kaybedenler Kulübü Yolda'yı yazdı.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Doksanlarda yayınlanmaya başlanan Kaybedenler Kulübü adlı radyo programının DJ’leri Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un yaşamlarını konu eden ve radyo programının adını taşıyan film, 2011’de izleyiciyle buluştuğunda, alternatif bir kültür yaratma iddiasıyla dikkatleri üzerine çekmişti.

Filmde, Kadıköy’de bohem bir yaşam süren iki erkeğin hikâyesi anlatılırken, radyo programıyla birlikte Kaybedenler Kulübü’nün yeni bir egemen erkeklik tanımı inşa ettiği de görülüyordu. Geleneksel egemen erkeklik, Peyami Safa romanlarında billurlaşan haliyle, sağlam bir işe sahip, aile ilkel bir kabileymiş gibi onun reisliği “unvanını” taşıyan, makul ölçüde dindar, ağırbaşlı, homofobik, heteroseksüel olarak tanımlanabiliyordu. Kaybedenler Kulübü’nün merkezine oturan radyo programındaki telefon bağlantılarının “Sayın dinleyen, sizinle daha önce yatmış mıydık?​” sorusuyla başlaması ve genellikle tasavvufi bir tonda “Eyvallah” diye bitişi yeni egemenlik anlayışı açısından önemli bir işaretçiydi. İktidar konumunu gizlemeye çalışırken ifşa eden bu yeni erkekliğin geleneksel erkeklikle başlıca aynılığı, kadının erkekle ilişkisine göre tanımlanışıydı. 2010 yapımı Kaybedenler Kulübü filminde, kulübün, program sunucularından ve “bedlik amiri” olarak anılan erkek dinleyicilerden oluştuğu görülmekteydi. Kadınlar ancak bu kulübün çevresinde yer alabiliyordu. Onlarla telefon konuşmaları cinsel ilişki esprileri temelli olurken, sadece erkeklerle ölüm yaşam gibi derin konularda konuşuyorlardı. Kaybedenler Kulübü’ne dâhil erkekler, anarşist ve özgürlükçüyken, kadınlar düzenin temsilcisiydi. Kent FM’in sahibi olarak görünen Aslı, programın denetim kurumunun istediği gibi sansürlenmesini isterken, Kaan’ın âşık olduğu kadın Zeynep, onun “babasıyla tanıştırabileceği bir erkek” olmasını talep ediyordu. Sanki düzen temsilcisi kadınlar bir “sussa”, Kadıköy sokaklarında “anarkoliberter” devrim olacaktı.

Kaybedenler Kulübü’nde 68 kuşağı ve Beat kuşağıyla kültürlerarasılık kurulmaya çalışıyordu. Ancak, 68 kuşağı, bohemyan tavrının yanı sıra Vietnam Savaşı’na karşı konumuyla hatırlanırken, doksanların anlatıldığı 2010 yapımı Kaybedenler Kulübü’nde ülkedeki siyasi yapı, çalkantı ve çatışmalara ilişkin bir iz yer almıyordu. Seksenlerdeki depolitizasyon çağının ardından, doksanlarda yaratılan “konuşan Türkiye”de özel yaşamın en detaylı biçimde ifşası iktidar tarafından zaten serbest kılınmıştı.

 

 

KAAN VE METE’NİNKİ DAHA ÇOK RAKI BALIKLI BİR GEZİ

 

Kaybedenler Kulübü’nün ilk filminin hikâyesi Kent FM’deki program ve Kaan Çaydamlı’nın sahibi olduğu 6:45 Yayınları etrafında zengin bir hikâye zinciriyle örülürken, yönetmenliğini ve senaristliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı, ana karakterlerinde yine Nejat İşler ve Yiğit Özşener olmak üzere Hande Doğandemir, Rıza Kocaoğlu gibi oyuncuların da rol aldığı Kaybedenler Kulübü Yolda, Mete ve Kaan’ı ilk filme göre daha çok merkeze çekiyor. İlk filmde birbirini tamamlayan hikâye yapısından farklı olarak, devam filminde, 6:45 Yayınları bürosunda geçen sahneler, ana tema olan yolculuk hikâyesine “pastiş” olarak eklenmişler, bağlamsız kalmışlar hissi uyandırıyor. Filmde, Jack Kerouac’ın “Yolda” romanına güçlü bir gönderme yapılıyor. Ancak, Kerouac’ın “Yolda”sı bir coğrafyayı keşif metniyken, Kaan ve Mete’ninki daha çok rakı balıklı bir turistik geziye denk düşüyor.

İlk filmle benzer biçimde Kaan, yine bir kadına, Sevda’ya, âşık oluyor. Ancak farklı kadınlarla da cinselliğe dayalı ilişki kurabiliyor. Burada, dikkati çeken, âşık olunan kadınla olan cinsel sahnelerde sakınımlı bir sinematografik dil tercih edilirken, “günü birlik” ilişkilerde bedenlerin daha rahat gösterimidir. Film dizisinde, sanki erkekliğin tahtı kaybederek yükselmekte, kadınlık ise bir kez daha erkek üzerinden tanımlanarak, kaybeden erkeği ehlileştirebileceği ölçüde makbul kadınlık mertebesi yaratılmaktadır.

KADINLARA YÖNELİK ‘OBUR’ TAVIRLAR, TÜKETİM KÜLTÜRÜNÜN BİR UZANTISI

Kaybedenler Kulübü, bir alternatif ya da karşı kültürü tüketim toplumunun kalbine saplamayı arzularken, erkek karakterlerin kadınlarla ilişkilerine yönelik “obur” tavırlarından, aslında tüketim kültürünün bir uzantısı haline gelmektedir. Filmdeki “pompacı” olarak tanımlanan erkek karakterler, elini bir kadının omzuna atmışken diğer kadına göz kırpabilir ya da kadın kimin motosikletine binerse onundur “esprisi” yapabilir. Ancak tanıdık ahlak anlayışından da kopuş yaşamaz. Yanındaki kadına başka erkekler baktığında kavgaya tutuşabilir.

Filmdeki yan hikâyelerden biri de, Kaan’ın dedesi Evdimli Mustafa Nusa’nın, nam-ı diğer Çiçek Mustafa’nınkidir. Çiçek Mustafa, kadınların ilgisini çeken, evli kadınlarla sevişen, filmdeki ifadeyle “erkeklerin canını yakan” bir erkektir. Kaan kendisiyle dedesi arasında özdeşlik kurmaktadır, çünkü en masum anında bir kadın nedeniyle öldürülmüştür. O da en masum anlarında yani âşık olduğunda düzene uyması istenerek kadınlar tarafından “kalbinden” vurulmaktadır. Kaan gibi Kaybedenler Kulübü üyesi erkek karakterler kendilerini trajik kahraman, epik kaybeden olarak sunmak isterler. Belki bundan Çiçek Mustafa hikâyesiyle olduğu gibi kişisel bir tarih yaratmaya çalışırlar. Umut Sarıkaya’nın Ayı Şiir Akımı’nı anlattığı karikatüründe olduğu gibi kaybeden erkek karakterler “sanki onlara yaşam büyük bir yamuk yapmış” gibi kederlidirler. Oysa ortada böyle bir “yamuk” yani trajedi de yoktur. Bu yüzden epik kaybedenmiş gibi yapmaya devam ederler. Mış gibi yapmak, elbette kurmacaya dâhildir, ancak hakikatten uzaktır.

ÖNCEKİ HABER

Torunlar davasında siyasi etki var

SONRAKİ HABER

Bir satışın anatomisi: Penguen havuza koşarak atladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...