18 Mart 2018 23:42

Adile Naşit-Münir Özkul filmlerinin matematiği

Hakan Güngör, 'Bizim Aile', 'Gülen Gözler', 'Neşeli Günler' gibi Yeşilçam'ın efsane filmlerine yakından baktı: Aile filmleri neden bu kadar seviliyor?

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Hâlâ çok izleniyor, seviliyor, ilgi görüyorlar. Hâlâ televizyonda gösterildiğinde ciddi reyting başarıları elde ediyor, Youtube’da izlenme sayıları milyonlarla ifade ediliyor, Atlas Sineması sayesinde tekrar beyazperdeyle buluşan bu yapımlar salonları dolduruyor. Yeşilçam’daki aile filmleri diye anılan; Ertem Eğilmez’in yapımcılığını, büyük çoğunluğunun da yönetmenliğini üstlendiği filmlerden söz ediyorum. Peki neydi bu filmlerin sırrı?

Arzu Film yapımı olan, Sev Kardeşim, Yalancı Yârim, Oh Olsun, Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi, Gülen Gözler ve Neşeli Günler izleyicilerin “sıcak, samimi, içten” gibi sözcüklerle ifade ettiği filmlerdi. Aslında filmler yönetmeninin de kabul ettiği üzere “birbirinin aynı”ydı.

İNSANLARIN AİLECEK GELEBİLECEĞİ FİLMLER ÇEKMELİYDİ

Yapımcılığa arkadaşı Münir Özkul’un yönlendirmesiyle başlayan Eğilmez’in ilk işi 1961’de Yaman Gazeteci filmi oldu. 1964’te “Fatoş’un Fendi Tayfur’u Yendi” için kollar sıvandığında filmi çektirecek yönetmen bulamayınca rejisör koltuğuna oturdu. 1965’teki “Kart Horoz” filmi gişede iş yapmadı ve Ertem Eğilmez yıllarca komedi filmi çekmedi. Ta ki “Sev Kardeşim” filmine kadar…

“Kart Horoz” iş yapmamıştı çünkü kötü bir film olmasının yanı sıra taciz üzerinden komedi yapılmaya çalışılıyordu. Mesela bir adamın bir kadını kovalaması, sarılıp öpmeye çalışması, üstünü başını yırtması filmde “komediymiş” gibi gösterilmeye çalışılıyor, sahneye neşeli bir müzik eşlik ediyordu. Film gişede adeta çakıldı. Ertem Eğilmez bu filmden bir ders çıkardı elbette ama çıkardığı ders etikle değil gişeyle ilgiliydi. Sinemaya aileleri çekmezse, hüsran kaçınılmazdı. İnsanların ailecek gelebileceği filmler çekmeliydi. “Kart Horoz”dan sonra komedi filmi çekmeye ancak 6 yıl sonra cesaret edebildi.

İLK ‘AİLE FİLMİ’ SEV KARDEŞİM

Sev Kardeşim “aile filmi” olarak anılabilecek ilk yapımdı. Eğilmez’in elinde aileyi salona çekmek gerektiği verisi vardı. Mahalle, samimiyet, sıcaklığa dair nüveler ise Hollywood’dan ithal edilecekti. Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Münir Özkul, Adile Naşit, Hulusi Kentmen, Zeki Alasya, Halit Akçatepe gibi oyuncuların rol aldığı film seyirciden büyük ilgi gördü. Üstelik film ekibe ödül de getirdi. Antalya Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü Sadık Şendil’in oldu. Fakat bu film aslında orijinal değildi. Frank Capra’nın “You Can’t TakeI Twith You” filminin neredeyse birebir uyarlamasıydı. Kalabalık bir aile, hep birlikte hareket eden mahalleler, önce kötülük eden, sonra vicdanının sesini dinleyen fabrikatör, biri zengin, biri fakir genç sevgililer… Sonrası kolaydı. Eğilmez kadroyu bozmadan, karakterlerde radikal değişikliklere gitmeden, ev ve mahalleyi merkeze alarak aynı dramatik yapıyla filmler çekmeyi sürdürdü. Tabii formülü bozmadan…

Münir Özkul’un baba, Adile Naşit’in anne olduğu bu filmlerde genellikle aynı ev kullanılıyordu. Sev Kardeşim, Yalancı Yarim, Bizim Aile gibi filmler aynı evde çekilmişti. Mavi Boncuk ve Oh Olsun’da görülen tavan arası aynı yerdi. Oh Olsun ve Aile Şerefi’nde fabrikatörün odası aynıydı. İsimler bile benzerdi. Eğilmez çocuklarının adı olan Ferit, Ferdi, Alev ve Canan’ın adlarını filmlerinde sık sık kullanıyordu. Mesela Kartal Tibet’in de taşıdığı Ferit, Tarık Akan’la özdeşleşecekti. Alev adını da neredeyse her filmde duyacaktık ama bu adı başka başka oyuncular taşıyacaktı; Hülya Koçyiğit, Emel Sayın, Hale Soygazi, Müjde Ar, Itır Esen “Alev” adıyla filmlerde rol almıştı.

EĞİLMEZ: ONLAR MELEK OLARAK KALMAK DURUMUNDALAR

Bu masal dünyasının gerçeklikle bir ilgisi yoktu. Fakirlerin karnavalesk dünyasına ortak oluyor, onların hayatına hayranlıkla bakıyordu seyirci. Ama karakterler gerçeklikten öylesine kopuktu ki, eleştirilerin hedefi oluyordu. Ertem Eğilmez, Yedinci Sanat dergisine verdiği bir röportajda, gerçeklikten uzak karakterlerinin sebebini anlatırken şu ifadeleri kullanıyordu:

“Fakir insanları eleştirmek de iki sebepten işime gelmiyor. 1- Sinemadaki kişiler ‘identify’ oluyorlar. Sonra onlara ‘Siz busunuz’ demiş olurum. İnsanlar kendi kusurlarının yüzlerine vurulmasından hoşlanmazlar. 2- O çevreyi tutuyorum. O çevrede kusurlu kişiler olmasına rağmen tek kişiyi eleştirince tümünü eleştirir gibi gelir. Onlar daima kusurlarından arınmış, melek kişiler olarak kalmak durumundalar.”

Eğilmez aynı röportajda örneğin Yalancı Yarim filmindeki Pazarcı Hüsnü’nün gerçekte fırsatını bulsa türlü namussuzluklar yapabileceğini belirtiyordu. Yönetmen hedef kitlesine göre ürün veriyor, insanları “rahatsız edecek” eleştirilerden ve bizatihi gerçeklikten kaçınıyordu.

Haliyle seyirci, yalan söyleyemeyen, dostları için her şeyi göze alan, sonunda kazanan, birbirlerine sevgi bağı ile bağlı olan, kin tutmayan ve şakalaşmayı eksik etmeyen bu düş kahramanlarının çocuksu dünyalarını çok sevdi. Günümüzde yarattığı nostaljik tat da doğaldır ki, buradan hareketle ortaya çıkıyor. “Öyle bir zamanda, öyle insanlarla” yaşamayı diliyor izleyenler. Ancak öyle insanların yaşamadığını, öyle dünyaların olmadığını, kötülük eden zenginlerin bir konuşmayla yola gelmeyeceğini en iyi Ertem Eğilmez biliyordu.

KENDİ DÜŞ DÜNYASINI KURAN FİLMLER

Bu filmler örgütlü mücadeleyi salık vermez, iki çift laf etmek dışında eyleme geçme çağrısı yapmaz, bir direniş filizlendirmez. Amacı o değildir, bunun için yapılmamıştı. Önce “güzel” olmaya, güvende hissedebilmeye, kapıları ardına kadar açık tutarken dahi rahat etmeye işaret ediyor. İyi kalpliliğin enayilik olarak görüldüğü, saflığı suiistimal edildiği, temizliğin kabalıkla karşılandığı bir dünyada, kendi düş dünyasını kuruyor. Bize “hoş yalanlar” söylüyor bu filmler. Evinde, işinde, mahallesinde gördüğü ve başa çıkmakta zorlandığı, bir yandan da aslında kendisinin yarattığı hayata karşı sürekli teyakkuz halinde bulunmak zorunda kalan izleyicilerin bu filmleri izlerken bahsettiğimiz kaygıları hiç yaşamayan, başkasına da yaşatmayan insanlarla karşılaşmasıydı bu. Öyle basit bir karşılaşma da değildi. İnsan yaşadığı dünyanın tüm tatsızlıklarından uzaklaşıyordu. O yıllarda, o filmlerdeki insanlarla birlikte yaşamayı düşlüyordu. Tıpkı tahayyül ettiği yılların da insanların da birer düşten ibaret olması gibi…

ÖNCEKİ HABER

'Kadını değersizleştiren diskur hayat karşısında çözülecek'

SONRAKİ HABER

Filmmor’da bir gün: Ne söz biter, ne yol, ne de düş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...