31 Aralık 2017 00:59

Neoliberal kentleşme ve kentsel mekanın islamileştirilmesi

"3. köprü, 3. havalimanı ve Kuzey Marmara Otoyolu ile başlatılan talan, kanal ve çevresinde kurulacak yeni kentlerle devam edecektir."

Paylaş

Cihan UZUNÇARŞILI BAYSAL

‘‘O bölgeye gelen kişi bir defa o merkezi gördüğünde bir İslam kentinde olduğunu anlayacak…Şehrimizin tarihi ve kültürel dokusunu yavaş yavaş ortaya çıkarınca öyle zannediyorum ki, İstanbul’a gelen turist, halkı Müslüman olan bir şehre geldiğini anlayacak.’’    
Recep Tayyip Erdoğan 1994

Yasama organının KHK’ler karşısında işlevini yitirdiği, yargının bağımsızlığının yok edildiği, yürütmenin de tek adama bağlanarak erkler ayrılığının yerle yeksan edildiği günlerde, 1996’da zikredilen ‘‘Demokrasi bizim için bir tramvaydır; istediğimiz durağa gelince ineriz’’ cümlesini hatırlamamak mümkün değil. Öte yandan, AKP lider kadroları, içinden çıktıkları siyasi kültürden tamamen soyutlanarak, ulusal ve uluslararası kamuoyunun büyük kısmı tarafından uzunca süre, vesayetçi demokrasiyi ortadan kaldıran muhafazakar demokratlar olarak değerlendirilmişlerdi -en azından, birer kırılma ve sıçrama noktası olarak 2010 referandumu ve 2011 genel seçimlerine kadar. Oysa tam aksine, aynı dönemlerde, otokrasi kent ve kentsel mekan üzerinden sinsice inşa edilmekteydi; ancak kimlik politikalarının, açılım umutlarının, AB projeciliğinin, birer ikişer geri alınacak demokratik yasal düzenlemelerin baskın ikliminde kente bakmak ve kentten bakmak genellikle atlandı. Kürt Açılımı yanında, Tarlabaşı’daki Kürt ailelerin ikinci kez yerlerinden edilmeleri, Ayazmalıların şafak vakti çevik kuvvetle sokaklara atılmaları önemsizleştirildi; Sulukule dozerlenmişti ama işte Roman açılımı vardı!  

Otokrat ve yakın çevresi, giderek merkezileşen karar alma süreçlerinde tek söz sahibi olurken, kentliler her sabah, tepeden inme kararlara uyanıyor; yaşam alanları, kentsel kamusal alanları, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları üzerindeki hak sahipliklerinden biraz daha eksiliyorlardı. Kent merkezinde kim/lerin kalacağı, hangi mahallenin zorla tahliye edileceği, hangi kentsel kamusal alanın gasbedileceği, yerine ne dikileceği… En tepeden hesaplanmakta, ilgili yasa ve düzenlemelerle garantiye alınmaktaydı. Bugün Sur için, ilk görüşte insan hakkı ihlali sayılan ve tehcir boyutuna varan zorla tahliyeleri konuşuyorsak, düne gidip, Sulukule’den, Ayazma’dan başlamak gerekiyor. El değiştiren kamu arazilerine çıkartılan ayrıcalıklı imar planlarıyla kim/lere rant sağlanacağı, hangi kupon arazinin kim/lere peşkeş çekileceği, büyük ihalelere kim/lerin çağrılacağı, böylece kimlerin ödüllendirilirken kimlerin dışlanarak cezalandırılacağı en tepeden kesiliyordu. Bununla birlikte, AKP’nin kent politikalarında baskın çıkan neoliberal kentleşme, sürecin otokratik boyutunun ‘‘rantsal dönüşüm’’ gölgesi altında kalmasına neden oldu; tıpkı, ekolojiden ekonomiye her yönden irdelenen çılgın projelerin otokrasinin değirmenine su taşıdıklarının atlanması gibi. Otokrasi ve klientelist ilişkileri ancak 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla faş edecekti. 

İstanbul’un 121 gökdeleninden 117’sinin kendi döneminde inşa edildiğini unutarak “Ben dikey değil yatay mimariden yanayım. İnsan toprağa yakın yaşamalıdır”, diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine gelirsek. Neredeyse tamamı rant projelerine açılmış, çadır kent alanları bile AVM’leştirilmiş İstanbul’da, askeri araziler ile talanları başlatılan Kuzey Ormanları dışında boş arazi bulmak zor. Dolayısıyla, Erdoğan’ın insani kentleşme söylemi, İstanbul’un son bakir alanları Kuzey Ormanları’na doğru yayılacak bir yatay kentleşmeye işarettir. Şehircilik Bakanı Özhaseki de İstanbul’a kurulması planlanan iki dev ilçeden bahsederken yatay kentleşme dedi: "Benim kuracağım şehir Avrupa yakasında 1 milyon nüfuslu olacak. Hiçbir yükseltisi yok. Mahalle dokusunda olacak’’.  Özhaseki, bu ilçelerin askeri arazileri kapsayacağını da belirtti. Alt alta toparlayıp okuduğumuzda, kentin akciğerlerini yuta yuta ilerleyen yeni yerleşimler bizi bekliyor. 3. köprü, 3. havalimanı ve Kuzey Marmara Otoyolu ile başlatılan talan, kanal ve çevresinde kurulacak yeni kentlerle devam edecektir. Zeytinburnu’daki yükseltilere çıkartılan aflarda gördüğümüz üzere, “beton beton beton” dikey kentleşme devam ederken kentin akciğerlerini yuta yuta ilerleyecek yatay kentleşme ile de karşı karşıyayız. Öte yandan, üretemeyen ekonominin çarklarının emlak inşaat ve yan sektörleri üzerinden döndürülerek ekonomik büyümenin giderek inşaata dayanması, otokratik düzenle ahbap-çavuş kapitalizminin sürdürülebilirliğinin garantileri olsa da yeterli değil. Öyleyse eksik olan ne? 

Finans merkezi Ataşehir’e girerken gözden kaçmayacak şekilde yerleştirilen devasa cami, kentin hemen her noktasından görünür Çamlıca Tepesi’ne 72 m yüksekliği, 35 m kubbe çapıyla mega cami, en önemli Agora Taksim Meydanı’na meydanın kimliğini muhafazakarlaştıracak, mekanın hafızasını çarpılayacak Taksim Camii; AKP’nin yaşam tarzı ve ideolojik görüşlerine en ırak ilçelerden Kadıköy’e cami, Rumelihisarı sahnesine ‘itinayla!’ yerleştirilerek tiyatro, müzik mekanını dini mekana dönüştüren ihya mescit…2014 düzenlemesiyle her projeye şart koşulan dini tesis, bilcümle ihya projeleri, okulların spor alanlarından, parklara, kentsel mekanların cami/ mescit projeleriyle ele geçirilmeleri… Kısaca, İslami bir dokunun kenti boydan boya sarmalaması. Cami kubbelerinden esinlenerek tasarlanan 3. havalimanının tonozlu tavanı, İslam inancında Allah’ı simgeleyen lalenin havalimanı kontrol kulesine şeklini vermesi, Selçuklu-Osmanlı adı altında sonradan icat edilmiş bir mimarinin, yenileme projelerinden kamu binalarına hemen her yere sızması, dinci vakıf ve derneklere sağlanan ayrıcalıklı mekanlar…1996’da zikredildiği üzere, o tramvaydan bugün nasıl inildiyse, 1994’deki hayal de bugün gerçeğe dönüştürülmektedir: “O bölgeye gelen kişi bir defa o merkezi gördüğünde bir İslam kentinde olduğunu anlayacak”. 

Bu cephede aslında değişen hiçbir şey yok ve zaten olmamıştı. Alt alta okuduğumuzda, yatay kentleşme, İslamileştirilmiş mekanlarıyla muhafazakar kentlerin Kuzey Ormanlarını işgalidir. Otokrat, İslamileştirdiği mekanlar vasıtasıyla kenti muhafazakarlaştırmakta, ideolojisini kente damgalarken hegemonyasını konsolide etmektedir. Mega projeler ve yeni kentler kentin akciğerlerini talan ederek kenti yok etmeye dururken, plan ve tasarımlarıyla da kenti kent eyleyen çoğulculuğa, özgürlüğe, laik ve demokratik değerlere çizik atmaktadırlar. Dolayısıyla, mekan mücadelesi hiç bu kadar demokrasinin merkezine oturmamıştır!   

ÖNCEKİ HABER

‘Tek adam tek parti yönetimi’nin 2017 serüveni

SONRAKİ HABER

2018'e girerken Suriye

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...