26 Mart 2017 02:00

Kemal Kurkut şiir ülkesine uğurlandı

Ayşegül Tözeren, Evrensel Pazar'a Diyarbakır’da yarı çıplak vaziyette polis tarafından vurulan üniversite öğrencisi Kemal Kurkut için yazdı.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Baharın geldiği gün sen öldürüldün Kemal... “Yasal bir mermiyle.” Geriye kemanından bir ezgi, bir de fotoğrafın kaldı. Elinde keman, duvarda Ahmet Kaya posteri ve çArşı atkın olan. Bir de çantandan çıkan şiir kitapları.

Yalan yok, senin vurulduğun o kaydı izleyemedim, sadece haberleri okudum, paylaşılan birkaç fotoğrafa bakabildim. Gözlerin hariç, onlardan kaçırdım gözlerimi... Belki kimse böyle olsun istemezdi ama böyle olmuştu işte, neden sorusu zihnimizi delse de sen öldün. Turgut Uyar der ya, acının coğrafyası. Sen artık acının coğrafyasında doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden vicdanına kurşun sıkmamış herkesin yarası, tamamlanamayacak yasısın. Bu senin artık yaşamıyor olduğun gerçeğini değiştirmese de...

Sen öldün Kemal… Ve kalbimiz bir türkü tutturdu

Sen öldün Kemal… Ve kalbimiz bir türkü tutturdu: “Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım.” Acı acı gülüyorum, “Ben bu kurşun sesini nerde olsa tanırım”a geldiğimde... Kemal seni düşünüyorum, nereden tanıyacaktı kurşun sesini diyorum... Belki vurulurken vurulduğunu bile anlayamadığından, ölürken ölüyor oluşuna şaşırmış gibiydi bakışların ve bu kalbim için çok fazlaydı... Eminim, sadece benim yüreğim kavrulmamıştı ki, insanların kendilerini ifade edebildikleri sosyal medya gibi mecralarda, Kemal Kurut için acılarını akıtabilecekleri sözler, dizeler paylaşıyorlar, yaralarına şiir basıyorlardı. Biliyorum, şiir bir yara bandı değildir. Ama hakikatle yüzleştiğinde, şiiri unuttuğunu hatırlarsın, hatırlamak zorunda kalırsın.

Seni şiirlerle uğurlamak gerek...

Sen baharı ve çantandaki şiir kitaplarını ardında bırakıp gittin. İlk o zaman karar verdim: Seni şiirlerle uğurlamak gerekiyordu... Ve çağırdım, yaşayan yaşamayan acının coğrafyasına uğramış şairlerin hepsini...

İlkin Ahmed Arif koşup geldi, tanırsın ve “Otuz Üç Kurşun” şiirinden okumaya başladı:

“Vurulmuşum 
Düşüm, gecelerden kara 
Bir hayra yoranım çıkmaz 
Canım alırlar ecelsiz 
Sığdıramam kitaplara”

Arif, derin bir nefes aldı ve bitirdi: “Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız / Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz.” Gözlerimi açıp kapadığımda, bir ses duydum: “Bir bakmışım gökyüzünde gömülmez bir cenaze töreni” diyen... Bir baktım Ece Ayhan, “Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu”nu soruyor: “Maveraünnehir nereye dökülür?”

Sonra Cahit Zarifoğlu geldi senin için, gözlüğünü takar gibi yaptı, takmadı, galiba ezberden okuyacaktı. Acıyla baktı ve “ne çok acı var” dedi. Sonra, “Bir kalbiniz vardır / Onu hatırlayınız” diye fısıldadı ve sustu...

Turgut Uyar biraz gecikmişti, gelir gelmez önündeki sarı kâğıtları karıştırdı... “Her şeyden biraz kalır diyor birileri/ Kavanozda biraz kahve/ Kutuda biraz ekmek/ İnsanda biraz acı.” Uyar, biraz kalır deyince, senin elinde kemanınla olan fotoğrafını gösterdim, “ah, çocuk” dedi ve devam etti:

“İsterse otuz beş bin keman olsun / artık nasıl anlatabilir bu yalnızlığı” Ben “ve bu acıyı” derken, Onur Behramoğlu, ustasına cevap verdi: “bir bakışın ölmeme kâfi geldiği yerde / gereği yok susturdum kemanları” Senin yine de, kemanını çaldığın o kısacık kaydı açtım, dinletmek istedim uğurlamanda... Kayıt açılır açılmaz, köşede sessiz oturan bir şair masmavi gözleriyle büyüdü, büyüdü:

“İlerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden.

Başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin”

İşe bak, Kemal, koca Nazım senin için gelmiş, şiirini okuyordu! Büyülenmiş gibiydim, o sırada eteklerini savurarak, Didem Madak girdi, Pulbiber Mahallesi’nden geliyordu... Elinde bir sürü şiir. “Çantasından şiir kitapları mı çıkmış?” diye sordu, başımı hüzünle salladım, “öyleymiş.” Madak, başladı: 

“Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? 
Ah... dedim sonra
Ah!”

Bir es verdi, devam etti: “Vasiyetimdir: 
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...”

Ah dedik koroymuş gibi... Ah! Elini kalbine götürdü şair: “ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı / kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık” Kemal, senin içindi bu şiirler... Hafifçe ellerini kaldırdı Madak: 

“üstümü ara
cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
ellerimi de kaldırdım bak
hazırım tutkumu tutukla.
şiirsizim”

Sustuk, Murathan Mungan baktı, o sürdürecekti geceyi, belli ki kalbinin doğusundan okuyacaktı: 

“Yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz 
Adsız ölüleriz 
Adları bir coğrafya ile yan yana yazılan 
Gövdelerinizi unutmadık, unutmadık hiçbirinizi”

Mungan bize döndü, seslenir gibi okudu: “Ey büyük Mezopotamya / İki bin yıllık gece / Dön geri bak / Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda”

Gözlerimi açıp, kapadığımda hepsi gitmişti Kemal... Ne bir kayıt alabildim, ne de başka bir şey. Rüyadır o diyeceksin. Ancak kâbuslar mı gerçek olur, Kemal... Belki bir gün rüyalar da... Ataol Behramoğlu diyor ya, “Bir gün 
mutlaka!”

ÖNCEKİ HABER

TFF’deki Hayır lobisi

SONRAKİ HABER

İş, aş, savaş ve referandum!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...