05 Mart 2017 02:20

Yaşama tutkuyla bağlı bir hekimin intiharı: Dr. Orhan Çetin

Ayşegül Tözeren, genç bilim insanlarının intiharına değindi ve Doktor Orhan Çetin'i Evrensel Pazar'a yazdı.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Sağlık alanında çalışacaksanız bir kararla yüzleşmek zorunda kalırsınız. Popüler bir sinema filminde söylenenin aksi geçerlidir bu alanda. İşiniz sizi tanımlar, işinizle özel yaşamınız arasında çizgi incelir, silikleşir. Hekim, veteriner, diş hekimi, hemşire, sağlık memuru, eczacı, fizyoterapist fark etmez. Kahve molasında, asansörde bir mühendise hiçbir zaman statik hesaplar sorulmaz, ancak bir sağlıkçıya mesleğine ilişkin her şey sorulur. Zamansız olsa da sağlıkçı yanıtlar. Çünkü bilir ki yaşam ertelenemez. Onun sanatı yaşamdır. Birçoğu da yaşamını bir sanatçı gibi yaşar…

Tabip Odası’ndaki toplantıdan çıkmış, hızlı hızlı yürüyorum şimdi… Yine bayram olarak kutlayamayacağımız bir 14 Mart Tıp Bayramı’nın son hazırlıkları yapılıyor, acil talepler belirleniyor, sanatı yaşatmak olan bir meslek grubu, yaşamak istiyoruz diye haykırıyor: Sağlıkta şiddet sona ERSİN. Ne çok öldük, Gaziantep’te, Samsun’da… Sağlık sisteminde her aksaklığın sebebini en kolay ulaşabildiği hekim olarak gören, kışkırtılmış sağlık talebini sorgusuz sualsiz karşılanmasını isteyen “bağzı” hasta yakınları tarafından. Bazen de sağlıkçı bir kurşunla öldürülmez. Geçtiğimiz yıllarda gördüğümüz üzere, sabah akşam demeden çalışırken, otuz altı saatlik nöbetler tutarken, hakkındaki bir şikâyet son damla olur. Dr. Melike için de böyle olmuştu ve çalıştığı hastanede intihar etmişti. Kalbimiz kavrulmuştu onun hüzünlü bakan fotoğraflarını taşırken… 

İNTİHARLAR, UĞURLAMALAR, UĞURLAYAMAMALAR

Bugünlerde yine genç sağlıkçı intiharlarını duyuyoruz. Aslında genel olarak genç bilim insanlarından gelen haberler pek karamsar… Birçoğu göç ediyor. Bazen ülkesinden, bazen de Mehmet Fatih Traş’ta gördüğümüz gibi bu dünyadan, bu yaşamdan. Barış akademisyeni M. Fatih Traş’tan bir hafta önce bir intihar daha duymuştuk. İzmir’den bir biyokimya asistanının Dr. Orhan Çetin’in intiharını… Ve geçtiğimiz günlerde bir intihar daha duyduk, Ordu’da bir diş hekimi yaşamına son vermişti. Mehmet Fatih Traş, akademisyenlerin barış bildirisine imzasının ardından, işsiz bırakılmıştı, çaldığı bütün kapılar duvar olmuştu. Dr. Orhan Çetin’in durumu farklıydı, FETÖ’yle ilişkisi olduğu iddiasıyla haftanın son günü, cuma açığa alınmıştı. Biz sağlıkçılar yıllar yılı bu örgütle ilişkili insanların acımasızlıklarının, tıbbi etikten yoksun tavırlarının tanığı olduk… Şucu, bucu kolaylıkla ilan edilebilen bir coğrafyada, Dr. Orhan Çetin de bir karayla yüz yüzeydi. Keşke mücadele edebilecek gücü bu genç hekim bulsaydı diyorum içimden adımlarımı hızlandırırken… Sonra onu anlamaya çalışıyorum. Belki yaşamı boyunca mücadele ettiği bir anlayışla ilişkilendirilmişti, ömrünü adadığı işini kaybetme riskiyle karşı karşıyaydı. Birden duruyorum, acaba bir meslek örgütüne, bir sendikaya üye değil miymiş… Onlar dayanışma göstermemiş mi diye soruyorum içimden… Acı bir gülümseme oturuyor yüzüme, tekrar yürümeye başlıyorum. Evet, Türk Sağlık Sen’in üyesiymiş. Ölümünün ardından yapılan anmaya bile katılamayan, kısa bir açıklamayla geçiştiren Türk Sağlık Sen’in. Anma demişken, Dr. Çetin’in cenazesinin çalıştığı hastaneye getirilmesi ve bir uğurlama yapılması önerildiğinde, ailesi istemiyor bahanesiyle kabul edilmemişti. Oysa Antalya’ya cenazesine giden hekim arkadaşlar öğrenmişti. Ailenin böyle bir tasarrufu yoktu. İçimden diyorum ki, genç hekim bunları görmüştü. Bir şeyci ilan edildikten sonra bir selamın çok görüleceğini, onunla birçok kişinin konuşmaktan bile korkacağını… Cenazesinden bile çekinilmiş, yaşamını adadığı hastanesinden uğurlanamamıştı…

Şimdi önümde Orhan’la ilgili hafta sonuna ait gazete küpürleri var. 10. kattan atladı, açığa alınmıştı, intihar etti. 10. kattan atladı, intihar etti. 10. kattan atlayarak yaşamına son verdi. Bilgisayarın başına geçiyorum ve arama motorunda Orhan’ı bulmaya çalışıyorum. Birden bir haber karşıma çıkıyor. İntiharla, ölümle ilgisi yok haberin… Fena halde yaşamla ilgili… Okuyamıyorum haberi, kapatıyorum, sonra Orhan’ın hikâyesini merak ediyorum. 

DENİZİN DİBİNDEN TAŞAN BİR AŞK HİKÂYESİ

Orhan, bugünlerden çok uzakta, beş sene önce iki arkadaşının desteğiyle Çamyuva yakınlarındaki Altınova Çayı’ndan her birinin ağırlığı 4-5 kilo olan 280 taşı dikkatle seçiyor. Kilolarca taşı Adrasan sahiline önce, sonra da sahilden 15 metre uzağa taşıyor. Yerden 6 metre derine, denizin dibine. Kalbinden taşanı, taşlarla anlatıyor: “Benimle evlenir misin?” Soru ortada, ama bir muhatabı olmalı. Pelin’i dalışa ikna ediyor, birlikte dalıyorlar, bu sırada bir çekim ekibi de hazır… Demiştim ya sanatı yaşatmak olanlar yaşamı da bir sanatçı gibi yaşarlar. Pelin de hekim, ince teklifi kabul ediyor, birlikte bir yaşam kuruyorlar… Kelebek ömründe bir rüyayı birlikte kuruyorlar. Bilirim, rüyalar kısa sürse de, aşk sonsuzdur.

Eve varmak üzereyim, bir hekim arkadaşımdan aldığım eşi Pelin’in telefonunu tekrar çeviriyorum. Yine açılmıyor, onun derin yasını anlıyorum. Zihnimden, kalbimden bir soruyu sökemiyorum ama… Yaşama bu kadar tutkuyla bağlı genç bir hekim, kendini boşluğa bırakmak üzere onuncu kata nasıl çıktı?... Nasıl? Didem Madak şiirindeki gibi, “İç ses! Bu bahsi kapa!” diyorum. Susturamıyorum.

ÖNCEKİ HABER

İntihar değil cinayet!

SONRAKİ HABER

‘Kahrolsun istibdat’ ve patrisyen antifaşizm

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...