30 Ocak 2017 00:45

Levent Gültekin: 50-0 da başlasak ‘hayır’ın şansı var

AKP, başkanlık için toplumdan rıza üretebilecek mi? OHAL şartlarında 'hayır' kampanyası nasıl yürütülecek? Gazeteci-yazar Levent Gültekin yanıtladı.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Başkanlığı öngören anayasa değişikliği teklifi AKP-MHP oylarıyla Mecliste kabul edilir edilmez, Türkiye’nin geleceğinin oylanacağı referandum süreci de başlamış oldu. 

Erdoğan, “Ciddi manada bir destek oranı var; zaten böyle olmasa bu işe girişmezdik” dese de, ‘hayır’ cephesi üzerinde artırılan baskı ve tehditlerin, iktidarın o kadar da rahat olmadığını gösterdiği belirtiliyor. 

Pazartesi röportajında bu hafta, referandumu siyasal, toplumsal ve ekonomik krizle karşılayan iktidar cephesinin, havuz medyasındaki yazarlarına da yansıyan endişelerine ve ‘hayır’ cephesinin imkanlarına bakmak istedik. 
Baskı ve zor yöntemlerini kullanarak istikrar, güvenlik, beka, kalkınma argümanlarıyla halktan destek isteyen iktidar cephesi, kampanyasına rıza üretebilecek mi? Toplumsal muhalefetin ‘hayır’ için imkanları neler? Tam da referanduma giderken iktidar yanlısı yazar ve yorumcular neden birbirine düştü?

Diken haber sitesi yazarı, gazeteci Levent Gültekin yanıtladı. 

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, benzerlerini 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri sürecinde çokça işittiğimiz ‘Referandumdan evet çıkarsa terör sona erer’ sözlerine yorumunuzu alarak başlayalım. Tehditler bu kez erken mi başladı, ne dersiniz?

İktidar mensupları toplumu tehdit ederek sonuç almayı bir alışkanlık haline getirdi. Bu, dünyada özellikle otoriter, faşizme kayan yönetim anlayışlarının tamamında uygulanan bir yöntem. Amaçlarını gerçekleştirmek için yalan söylemekten, tehdit etmekten, korkutmaktan utanmıyorlar. Çekinmiyorlar da. Fakat ben bunun bir yerde patlayacağını, çok ağır bir bedel ödeyeceklerini düşünüyorum. Numan Kurtulmuş’un mesela cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi sarf ettiği benzer birkaç cümlesini hiç unutmuyorum. “Eğer Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse Gazze artık eski Gazze olmayacak” demişti. Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi ve Gazze bugün daha kötü. Çünkü İsrail yeni yerleşim yerleri açmaya devam ediyor ve Gazze bütünüyle daha sahipsiz. Aynı şeyi bize 1 Kasım’da da söylediler. “Eğer tek başına iktidarı sağlarsanız kaos biter, istikrar gelir, terör durdurulur, şu yapılır, bu yapılır!” Olmadığı gibi daha da arttı. Türkiye 1 Kasım’dan bugüne her alanda, ekonomi olarak, iç barış olarak, terör olarak, medya olarak, devletin bütün kurumlarının yıkılmış olması itibariyle daha kötü. 

Her şeyin daha kötü olduğu ortadaysa, tehditle oy alma yönteminin referandumda kullanışlı olmayacağı söylenebilir mi? 

Bu tamamen muhaliflere bağlı. Eğer muhalifler, tehditleri boşa çıkarabilecek bir kampanya yaparsa bu ters teper. Çünkü 1 Kasım’da istikrar, demokrasi, güvenlik, kalkınma… denildi. Oy da alındı. Ama bugün her şey 1 Kasım’dan on kat daha kötüyse, ortada devasa bir sorun var demektir. Ve bu toplumda da görülüyor. Özellikle 1 Kasım’la 7 Haziran arasındaki o yüzde 10’luk seçmen bunun farkında. 1 Kasım’da şöyle demişlerdi: “7 Haziran’da koalisyon çıktı, ama muhalif partilerin durumları ortada, bunlar birbirleriyle anlaşamıyorlar, ülkenin az buçuk da olsa bir istikrarı var, bari bunu koruyalım ve şu adama (Erdoğan) bir kere daha oy verelim!” Kanaatime göre o yüzde 10, bilinçli bir seçmen. 

Referandum sonucunu da o yüzde 10’nun mu belirleyeceğini düşünüyorsunuz? 

Bence şu anda bütün kampanya o yüzde 10’un üzerinde dönüyor. Türkiye’nin kaderi 7 Haziran’la 1 Kasım arasında siyasi tercihini değiştiren o yüzde 10’nun elinde. 

Yapılan tartışmalarda ağırlıkla MHP tabanın belirleyiciliği üzerinde duruluyor...

MHP’nin oyu zaten yüzde 10-11 civarında. Konuşulanlara ve güvendiğimiz anketlere göre MHP tabanının yüzde 70-75’i “hayır” diyor. Ben bu oranın daha da yükseleceğini düşünüyorum. Çünkü MHP tabanını veyahut meseleye az buçuk tarafsız bakan insanları ikna edecek bir gerekçe yok ortada. Yani cumhurbaşkanlığı sistemi denilen 18 maddeden tek bir tanesinin altına şöyle bir cümle yazamayız: Türkiye’nin iyiliği için! Tamamı bir kişinin iyiliği için yazılmış bir 18 madde var orada. Milletvekillerini o kişi seçecek, yargı mensuplarını o kişi seçecek, bakanları o kişi atayacak, istediği zaman Meclisi fesh edebilecek, rektörleri, genelkurmay başkanını o kişi atayacak, bütçeyi o kişi hazırlayacak... Bir yanlış yaptığında kimse onu yargılayamayacak, çünkü mecliste 400 vekil imzası gerekli. O kişinin seçtiği vekiller o kimseyi yargıya gönderir mi? Gönderse ne olacak, hepsi onun atadığı yargı mensupları. Hiç bir insan bu kadar güçle normal hareket edemez. Hiçbir ülke tek bir insanın aklıya yönetilemez. Demokrasisi, kurumları, bağımsız yargısı olmayan ülkeye yabancı yatırımcı gelmez. Ekonomi bütünüyle çöker, yoksulun elinde kalan bir lokma, o da bütünüyle gider. Mesele Erdoğan meselesi değil. O zaten cumhurbaşkanı, ama başkanlık çok başka... Hem AKP tabanı hem de MHP tabanı olan bitenin farkında. 

MHP bahsini kapatmadan şunu da soralım; ‘Devlet Bahçeli’nin karşı çıktığı başkanlık sistemini savunmasını ve önünü açmasını makam pazarlığına, yahut kaset gibi işlere bağlamak bana çok saçma geliyor. Çok daha derin bir iş var’ diyorsunuz. Açar mısınız, nedir o derin iş?

Bu sorunun cevabına ben de hakikaten çok merakla gittim. MHP’lilerle de çok konuşuyorum. Nasıl olur da bir insan iki ay önce aleyhine zehir zemberek sözler ettiği bir konu hakkında bu kadar fikir değiştirir? Bunu MHP genel başkanlığında iki yıl daha kalmak veya bakanlık vs verilmesine bağlıyorlar ama buna ihtimal vermiyorum. Çünkü başkanlık geldiğinde MHP diye bir şey kalmayacak. Derin iş dediğim kendi gerekçem şu; bu tamamen yorum, bilgiye dayanmıyor; ben bir odağın -kimdir bilmiyorum- Erdoğan’a tuzak kurduğunu düşünüyorum. Başkanlık sistemi Türkiye’nin felaketiyle beraber Erdoğan’ın da felaketi olacak. Çünkü tek adam rejiminin ayakta kalma şansı yok. Bazıları şöyle zannediyor; sistem değiştiğinde 30 yıl iktidarda kalırlar. Kalamazlar, Türkiye’nin dışa bağımlı bir ekonomisi var. Biz İran ya da Irak değiliz, doğalgaz ya da petrol satıp tek adam rejimini ayakta tutacak kaynağımız yok. O nedenle tek adam demek ekonominin çökmesi, ülkenin de çökmesi demektir. Bu anayasa referandum süreci geçsin Tayyip Erdoğan bu yetkilerle tek adam olsun, ben ülkeye üç yıl ömür biçmiyorum. Bir yıl bile biçmiyorum da Allah muhafaza! O yüzden de kendi okumalarımdan, gözlemlerimden çıkardığım şey şu; Eğer bir “üst akıl” varsa ve Erdoğan’ın, dolayısıyla Türkiye’nin başına çorap örüyorsa, Bahçeli onlara çalışıyor. 

Tuğrul Türkeş’e yakın bir yorum yapıyorsunuz...

Evet, Tuğrul Türkeş’in ve bazı AK Partililerin “Üst akıl var Tayyip Erdoğan’ı yok etmek istiyor” dedikleri gibi. Eğer öyle bir üst akıl varsa, o üst akıl hiç tereddütsüz başkanlığı istiyor. 

Neden?

Çünkü başkanlık önce Erdoğan’ı yok edecek bir şeydir. Şöyle zannediliyor, Erdoğan anayasal bir güvenceye kavuşacak, yargılanmayacak vs. Dünyada tek adam rejimi ile yönetilmiş, iflah olmuş, ayakta kalmış, refaha kavuşmuş tek bir ülke yok. Bu ülkeler yıkılıyor başındaki o tek adamla beraber. Ülke yıkılırken Erdoğan ayakta kalamaz. Yani mesele o ülkeyle birlikte o liderin de yıkılacağı meselesi. O nedenle bir tuzak kurulduğu yönünde endişem var. Bahçeli bu tuzağın içinde olabilir. 

Peki ‘Başkanlık Erdoğan’ın da felaketi olacak’ görüşüne sahip olan AKP’lilerden neden buna uygun bir tavır gelmiyor? Tersine başkanlık sistemini can siperane savunan, hatta parti içindeki en ufak karşı görüşe tahammülsüz bir tutum içindeler...

Bu AK Parti’ye has bir şey değil. Dünyadaki bütün otoriter iktidarların etraflarındaki insanlar böyle hareket eder. AK Parti kadrolarının önemli bir kısmı bunun bir felakete gidiş olduğunun farkında. Bunu bilgiye dayanarak söylüyorum. Peki niye karşı çıkmıyorlar? O çarkın dışına çıkmak kolay değil çünkü. Çok şeyi göze almak gerekiyor. Eski yol arkadaşı olsa bile “senin gözünün üstünde kaşın var” diyene ya FETÖ’cü, ya vatan haini damgasının vurulduğu bir dönemde bir milletvekilinin, bir bakanın çıkıp da “arkadaş yanlış gidiyorsunuz” diyecek takati kalmadı. Bunu onları haklı çıkarmak için söylemiyorum. Korkularına yenildiler. Ama AK Partililerin önemli bir kısmı “şu iş referandumda reddedilse de kurtulsak” havasında. 

Ve bu referanduma ‘hayır’ tercihi ile yansıtılacak?

Bundan eminim. Olabildiğince antidemokratik, olabildiğince baskıcı, olabildiğince şımarık, olabildiğince susturucu, engelleyici bir metotla referanduma gidiyorlar. Kanun tanımayan milletvekili, anayasaya uymayan adalet bakanı, öbür tarafta çıkarını en ön plana koyan, hiçbir değeri olmayan medya mensubu, gazetecisi, televizyoncusu ile 10 sıfır geriden başlıyoruz. Ama 50-0’da olsalar onlarda olmayan bir şey var “hayır” diyenlerde. Haklı olmak! Haklı olmanın, meşru olmanın, doğru olmanın sağladığı olağanüstü bir avantaj var ki, o 50-0’a bedeldir. Biz Erdoğan dahil bütün Türkiye’nin iyiliği için “hayır” çıksın istiyoruz. “Evet” diyenler ise tek bir kişinin, Erdoğan’ın iyiliği için istiyor. 

'İSLAMCI HAREKET DRAMATİK BİR NOKTADA'

Havuz medyası yazarları arasında son günlerde dozu artan bir kavga başladı. Hakaretler ediliyor, ‘bütün birikimimiz yeni yetmeler tarafından heder ediliyor’ deniyor, durum Erdoğan’a şikayet ediliyor, Pelikan Dosyası hatırlatılıyor vs. Kavgayı, ‘Davutoğlucular-Erdoğancılar hesaplaşması’ olarak değerlendiren de var, ‘İhlas Grubu, Albayrak Grubuna savaş açtı’ diyen de. Bu düzeyde birbirine düşmenin sebebi ne? 

Bu bir kere bugünün sorunu değil. 2.5 yıl önce Star gazetesinde tasfiye operasyonu vardı anımsarsanız, onun akabinde yazdığım bir yazıda şöyle demiştim: “Yeni bir süreç başlıyor, ‘Efendim haklısınız ama şöyle yapsanız olmaz mı’ diyenler gidecek, ‘Efendim siz ne isterseniz yaparız’ diyenler gelecek!” Otoriter yönetimlerin ihtiyaç duyduğu bir insan tipi vardır. Devşirme denilen, ideolojisi, ahlakı, değeri, onuru hiçbir şeyi olmayan, sadece itaat eden insanları toplamak. Bugün yaşanan durum, toplanan devşirmeler aracılığıyla yapılan tasfiye operasyonlarının neticesi. Şu anda iktidarın etrafında İslamcı yok denecek kadar az. Birkaç kişi kaldı medya ve bürokrasisinde. Onlar da topun ağzındalar. Havuz medyası son üç yıldır insanları tehdit ediyor, ekmeği ile oynuyor, hapse attırıyor, patronları tehdit ediyor... Bunlar olurken Etyen Mahçupyan ne yazmıştı biliyor musunuz? “Geçiş dönemlerinde böyle şeyler normaldir. Olur böyle şeyler!” 

Şimdi de Etyen Mahçupyan hedef gösteriliyor, hem de Hrant Dink cinayetiyle ilişkilendirilerek…

Evet. O geçiş döneminin kötülüğü şimdi Etyen Mahçupyan’ı vuruyor. Bir grup var ki, buna Mahçupyan, kimi İslamcılar, Karar gazetesindeki arkadaşlar dahil, şu görüşteler: “AK Parti bu değil. Bir şey yapalım da, AK Parti’yi Erdoğan’ın etkisinden kurtaralım!” Şunu bir türlü kabullenemiyorlar; AK Parti yok. Öldü. Artık dava yok, Erdoğanizm var. Ona itaat ediyorsan doğrusun, etmiyorsan değilsin. İslamcılar bunu bir türlü kabullenemiyor. Sebebi şu, çok derin, travmatik bir yıkım yaşıyorlar. Yüz yıllık birikimin heba edildiğini fark ediyorlar. Türkiye’de şu anda İslamcı dendiğinde nobran, kaba, yolsuzluk yapan, pespaye, cehaleti öven, kendi çıkarından başka hiçbir değeri olmayan bir insan tipi anlaşılıyor. Bu, yüz yıllık İslamcılık hareketinin vardığı en ağır, en dramatik noktadır.

Siyasal İslam’ın iflas etmesi, iktidarı neden zayıflatmıyor peki?

Bir ideolojik hareket bir müddet sonra başka bir hal alıyor, kendi değerlerini tüketmiş, kendi değerlerinden vazgeçmiş oluyor iktidarını korumak adına. İnsanlar da artık o ideolojinin mensubu olmaktan çok o iktidarın mensubu oluyorlar. Bir dönüşüm geçiriyorlar iktidar sürecinde. Lider karizması çok belirleyici bir faktör halini alıyor. O lider yeri geliyor İsrail karşıtı, yeri geliyor İsrail taraftarı olsa da, o artık bir lider. İdeolojik hareketlerde lidere karşı olağanüstü bir güven oluşur zaten ama bu din tandaslı ideolojik hareketlerde çok daha belirgindir. Dolayısıyla İslamcılık bitti, ayakta kalan Erdoğanizm. O da Erdoğan’ın ömrüyle beraber vardır. Allah gecinden versin, Erdoğan öldüğünde Erdoğanizm diye bir şey kalmaz. İslamcılık da bir daha belini kolay kolay doğrultamaz.

REFERANDUM BUGÜN YAPILSA YÜZDE BİR MİLYON HAYIR ÇIKAR

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, “getireceğimiz sistemde bundan sonra milliyetçi muhafazakarlar belirleyici olacak” sözlerini nasıl yorumlarsınız?

İktidar, tabana aslında inceden inceye şu mesajı veriyor; “sakin olun, öyle bir sistem getiriyoruz ki bundan sonra bizim dışımızda bir insanın seçilme şansı yok.” Yani diyorlar ki örneğin Kılıçdaroğlu gibi biri zaten seçilemez. Seçilme olasılığı olsa böyle bir sistemi zaten getirmeyiz! Bizim tabana şunu dememiz lazım; mesele ülkenin başına bir dindarın, bir sosyalistin, bir laikin gelmesi meselesi değil. Eğer bir insana bütün yetkiyi verirseniz o insan ve o ülke dağılır. İslam tarihinde bilinen bir örnektir. Hz. Ömer’in, Peygamberin söylediği bir söz üzerine ona çok sert tavır gösterdiği anlatılır. “Bir dakika” der, “bu dediğin vahiy mi, senin sözün mü? Vahiyse kabul edeceğiz ama senin sözünse tartışacağız, kendi başına karar veremezsin!” İslam tarihinde böyle bir terbiye var. Bu ne demektir, peygamber bile olsan, bir güç zehirlenmesi yaşarsın. Buna izin vermek o insana da büyük kötülüktür.

Hükümet yanlısı yazar ve yorumcular -15 Temmuz sonrasında kurulan ittifaklara da dayanarak- “evet” cephesinin oy oranının yüzde 60’tan fazla olduğunu savunuyor. Fakat örneğin Saadet Partisi “hayır” diyeceğini açıkladı. Yine ulusalcıların başkanlığa itirazları var. Sağın yekpareliği konusunda sizin gözleminiz ne?

Valla ne derlerse desinler, izlenimim şu anda ibrenin “hayır”dan yana olduğu yönünde. Zaten en iktidar yanlısı anket şirketi de yüzde 50 bile gösteremiyor hayır’ı. Şöyle yapıyorlar, kararsızları dağıtıyorlar, kimisi 51 buluyor, kimisi 52 buluyor evet diyenlerin. Bugün referandum olsun yüzde bir milyon garanti veriyorum sonuç hayır çıkar. Ama şunlardan endişeliyiz; bir, Erdoğan nasıl bir kampanya yapacak? İki, neler olacak, ne tür terör saldırıları olacak! Çünkü maalesef yaşadık bunu 1 Kasım’da. Peş peşe bombalar patladı ve insanlar öldü. Üçüncü bir faktör de muhalefetin tarzı. Eğer muhalefet ötekileştirici olmayan, gerçekten demokrat ve özgürlükçü bir kampanya yapabilirse, şüphede olan, kararsız olan AK Parti seçmenine saygı göstererek, onu ikna etmeye çalışırsa “hayır” çıkar. Çok farklı gruplar bunun için olağanüstü kampanyalar hazırlıyorlar, biri diyor ki biz gençleri hedef alalım, öbürü diyor ki kadınları hedef alacağız. Diğeri, biz AK Parti’ye 7 Haziran’da oy vermemiş ama 1 Kasım’da oy vermiş kesimi ikna edelim; Erdoğan’a evet ama başkanlığa hayır diyelim diyor mesela.

Diğer yandan hayır cephesinin bir lideri, koordine eden bir odağı olsaydı iyi olurdu. Birbirini tamamlayan, üslubu, dili aynı olan bir kampanya daha iyi olurdu, topluma güven de verirdi. Bu bir dezavantaj ama öbür taraftan avantajlar da çok. Geçen gün bir toplantıda gördüm kadın dernekleri bir şey yapıyor, Yurttaş Grubu diye bir grup var, başka bir şey yapıyor, Demokrasi İçin Birlik başka bir şey yapıyor… hepsinin ortak bir noktası var, o önemli. Aman dışlayıcı, kırıcı olmayalım, yapıcı olalım! Bu iyi bir şey. Bunu genele yayabilir, bir festival havasına döndürebilirsek sonuç alırız.

RIDVAN DİLMEN “EVET” DEMİŞ OLMANIN AYIBINI ÖMRÜ BOYUNCA YAŞAYACAK!

İktidarın halkı sindirme, baskılama argümanlarından biri olan “hayır” diyenleri FETÖ’ye, üst akla hizmet etme, vatan, millet düşmanı olarak niteleme uğraşı var bir de. Karşılık bulur mu?

Bunu yapacaklar. Ama bundan korkarak hareket edemeyiz. Biz işimizi yapacağız, söylenmesi gereken sözü söyleyeceğiz, kendi aklımızla hareket edeceğiz, üslubumuzu kendi aklımızla belirleyeceğiz. Sözümüzü yapıcı ve net söyleyeceğiz. İktidarın ne söyleyeceğine bakarak üslup ayarlaması olmaz. Ben tutumumu, üslubumu kendi aklımla ayarlıyorum. Bu nedenle bazen fırça da yiyorum. Örneğin “evet” kampanyası başlatan futbolculara, sanatçılara sosyal medyada yapılan lince karşı çıktığım için bir sürü laf yedim. Oysa linç kültürüyle bir yere varamayız. Bırakın o “evet” desin, sen de “hayır” de, sonucu göreceğiz. O, evet demiş olmanın ayıbını yaşayacak ömür boyunca. Ömrü billah Rıdvan’ın alnından o silinmeyecek. Bu ona yeter. Ömrü boyunca Arda Turan’ın alnından böyle bir kötülüğe evet demenin ayıbı yazılı kalacak. Sen niye bir de küfür ediyorsun, hakaret ediyorsun? O küfrü edince evetçiler “bir şey oluyor” deyip, haklılık çıkarıyor bundan. O nedenle biz işimize bakacağız, evetçiler ne söylerse söylesin!

AYAĞA KALKACAĞIZ VE EVİMİZİ HEP BERABER ONARACAĞIZ 

Endişe, güvensizlik, umutsuzluk içinde olanlar şöyle düşünüyor: ‘Hayır çıksa ne olacak ki? AKP-Erdoğan iktidarda kalmaya devam edecek ve hiçbir şey değişmeyecek!’ Bu duygudaki insanlara ne söylersiniz?

Evet bu çok var. Ben katıldığım bir kampanya toplantısında dedim ki, “Kampanyanın ilk 10 gününü bu arkadaşlara ayırmamız lazım.” Hayırcıların psikolojik bir terapiye ihtiyaçları var çünkü. “Kendinize güvenin, bu ülke hepimizin. Elinizi taşın altına koyun, korkmayın” deyip, onlara bir cesaret, bir azim, bir motivasyon sağlamak gerek. Çünkü mesele AK Parti’nin veya Erdoğan’ın gitmesi değil, mesele bizim toplumsal çürümüşlüğümüz, kurumlarımızın yokluğu, değerlerimizin kaybolmuş olması. “Hayır” çıkarsa birlikte oturup daha iyisini yapmaya bir imkan, bir zemin kalmış olur. Şöyle bir örnek vereyim; bir evimiz var, çatısı damlıyor evet, kaloriferler de yanmıyor. E madem öyle yıkılsın bu ev, sokakta yatalım! Arkadaş, ev niye yıkılsın? Bir yolunu bulur damını onarırız, kaloriferi yakarız. Ayağa kalkacağız, o evi hep beraber onaracağız. Dindarı, başörtülüsü, solcusu, Atatürkçüsü, Kürt’ü, Alevisi, Sünnisi… Bu ev hepimizin, birinin evi değil. Bırakıp gidemeyiz. Bu bir kere onurumuza, insanlığımıza yakışmaz. 

Bunun bir adım sonrasında da şu soru var: OHAL koşulları altında bunu nasıl yapacağız? İşte, referandumda ‘hayır’ diyeceğini açıklayan Kamu-Sen’e baskın yapıldı, vapurda şarkı söyleyerek ‘hayır’ çağrısı yapan gençler gözaltına alınmak istendi... 
Bu aslında bize ne kadar korktuklarını gösteriyor. Yapacağımız tek şey var, bunları teşhir edeceğiz. Diyeceğiz ki, “Hayır dediği için Kamu-Sen’i basmışlar.” Bu saldırılar, gözaltılar bizim avantajımız aslında! Çünkü bu bizim, yani bu anayasa değişikliğinin tek adam rejimine, onun da ülkeyi yıkıma götüreceğine inananlar olarak haklılığımızı ve gücümüzü gösteriyor. Haklılığın verdiği güçle bunun hukuksuzluğunu, keyfiliğini topluma gösterebiliriz. İnsanlara şunu diyebiliriz, “Bak bu çocuk şarkı söylediği için gözaltına alındı. Senin vicdanın buna elveriyor mu? Böyle bir Türkiye mi istiyorsun? Bunu yapmalıyız. Yoksa iktidarın, Tayyip Erdoğan’ın tarzıyla Erdoğan’a cevap vermek bize kaybettirmekten başka bir şey sağlamaz. Biz şu an doğru bildiğimiz yapıyoruz. Bu özgüven kazandırır. Öbür tarafı da daha fazla hata yapmaya iter. Ben hala söylüyorum, hiçbir şey yapmayalım, Erdoğan konuşsun, hayır çıkma ihtimali yine yüksek! Yaptıklarımız işe yaramaz anlamında söylemiyorum, yaptıklarımız negatif etki yaratmasın, yeter.

ÖNCEKİ HABER

Gerçeğe doğru bakmak ya da Yamuk Hakikat

SONRAKİ HABER

İzmir’den Diyarbakır’a bir taraftar yolculuğu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa