06 Mayıs 2012 16:28

Türkiye’nin NATO’ya giriş süreci

Türkiye egemenlerinin, sınıfsal çıkarları gereği, sürekli emperyalist/kapitalist dünya ile entegrasyonu amaçladıklarını söyleyebiliriz. NATO'ya katılma süreci de bu politik tercihin bir sonucuydu.

Paylaş

Serpil GÜVENÇ

Türkiye, 2. Dünya Savaşında tarafsız görünmekle birlikte bir çok araştırmacının da belirttiği üzere Almanları SSCB’ye karşı resmi olmayan yöntemlerle desteklemekteydi. Bu durum, 1945 yılında yenilenmesi gereken 1925 Türk-Sovyet Saldırmazlık paktının SSCB tarafından tek taraflı feshine neden oldu. Türkiye egemenlerinin, sınıfsal çıkarları gereği, kuruluştan bu yana Batı, yani emperyalist/kapitalist dünya ile entegrasyonu amaçladıklarını söylemek yanlış olmaz. Özellikle 1939’dan itibaren, Batı ile askeri yönden de buluşma çabaları hızlandı. 2. Dünya Savaşını izleyen yıllarda Sovyetler Birliği’nin hak talepleri bir anlamda bu entegrasyon için uygun bir siyasal bahane oldu.

Söz konusu talepler üzerine, CHP iktidarı, askeri üs yapımını da içeren ilk gizli ikili anlaşmaların ardından, 11 Mayıs 1950’de, ABD tarafından reddedilen ilk resmi NATO başvurusunu yaptı. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin seçim kampanyasının odak noktasını NATO üyeliği teşkil etmekteydi. 26 Haziran 1950’de patlak veren Kore Savaşı Menderes iktidarı için iyi bir fırsat oldu. Savaşın başlamasından iki gün sonra, henüz Amerikan tümenleri Kore’ye varmadan, Demokrat Parti’nin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü United Press’e ‘Türkiye, BM çerçevesi içinde kendi hissesine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirmekle sorumludur’ açıklamasını yaptı.

Türkiye, ABD’den sonra Kore’ye kara kuvveti göndereceğini bildiren ilk ülkeydi. Türkiye’ye gelen Amerikalı Senatör Mc Cain, basına verdiği demeçte, ‘General Mc Arthur’un karargahında BM bayrağının yanında dalgalanmakta olan Amerikan bayrağı ile Türk sancağının da yan yana dalgalanması, Türkiye’nin Kore savaşına fiilen yardımı Atlantik Paktına (NATO) girmesini sağlayacaktır’ diyordu. Aynı gün, yani 25 Temmuz 1950’de hükümet Kore’ye asker gönderme kararını aldı. Kore savaşında en ağır kaybı Türk birlikleri verdi.

Ağustos 1950’de NATO’ya girme talebi yenilendi. 1951 eylülünde Türkiye NATO’ya kabul edildi. 18 Şubat 1952’de, 5886 sayılı yasa ile TBMM, NATO anlaşmasını onayladı ve Türkiye resmen NATO üyesi oldu. DP kodamanlarından Samet Ağaoğlu’nun ifadesiyle Kore’de “bir avuç kan” vermiştik ama “büyük devletler” arasına da katılmıştık.

İlginç olan, Türkiye’ye olası bir SSCB saldırısı iddiasının bizzat ABD tarafından reddedilmesidir. 29 Ağustos 1950’de ABD Politika Planlama Dairesi’nin ‘NATO üyeliği için Türkiye’nin Talebi’ başlıklı değerlendirmesinde, SSCB’nin Türkiye sınırında herhangi bir askeri örgütlenmesine dair hiç bir istihbaratın bulunmadığı, Türkiye’nin NATO üyeliği talebinin sadece iç politika kaygılarından kaynaklandığı, Türkiye’nin Kore’ye asker yolladığı için ABD’den ödül istediği belirtilmektedir. Türkiye’nin NATO üyeliği ancak SSCB Türkiye’ye ya da bölgeye baskıcı bir eylem yaparsa meşrulaşabilecektir. O halde Türkiye neden NATO üyeliğine kabul edildi?

Richard Rose’a göre, Türkiye Avrupa sınırları dışında olmasına karşın, “SSCB ile stratejik sınırları olması nedeniyle” NATO’ya kabul edilmiştir. ABD Savunma Bakanı Patterson ise Türkiye’nin Kahire - Süveyş boyunca bir Sovyet ilerlemesini durdurabileceği, dolayısıyla ABD’ye stratejik bir savunma hattı kurmak için yeterli zamanı kazandırabileceği ve bu sayede SSCB’nin, Boğazların denetiminden uzak tutulabileceğinin düşünüldüğünü iddia etmektedir.  Dahası, Türk hava sahasının SSCB ve Romanya’daki hayati petrol bölgelerine hava saldırısı için kullanılması gündemdedir. CIA düşünce kuruluşlarından RAND üyesi Lesser ise Türkiye’nin nükleer ve konvansiyonel bir üs olarak düşünüldüğünü, SSCB’nin Avrasya ve Ortadoğu’da çevrelenmesi amacıyla ve ‘SSCB ile siyasal mücadele için bir ileri karakol ülkesi’ olarak tasarlandığını belirtmektedir.

NATO üyeliği ile gelen yükümlülükler, bu bağlamda iç politikanın da bir unsuru olmuştur. Demokrat Partinin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün Atlantik anlaşmasının ulusal politika olduğunu ve Türkiye devletinin temel ilkelerinin aynı zamanda NATO’nun temel ilkeleri olduğunu belirtmesi bunun kanıtıdır.

1965’de TBMM’ye giren Türkiye İşçi Partisi (TİP) hariç tüm hükümet programlarında ve parti programlarında ve askeri darbelerin açıklamaları ve uygulamalarında ‘NATO’ya ve CENTO’ya bağlılık’ eksik olmamıştır.

NATO ANLAŞMALARI

Türkiye, NATO üyeliği bağlamında beş temel anlaşma imzalamıştır. Bunlar, NATO - SOFA (NATO Kuvvetler Statüsü Anlaşması, Türkiye’deki Amerikan Kuvvetlerinin Statüsü Anlaşması (23 Haziran 1954 /ekli nota ile birlikte), Türkiye’ye Yardım Anlaşması, Askeri Tesisler (Kolaylıklar) Anlaşması (23 Haziran 1954) ve Türkiye ile ABD arasında İzmir (Çiğli) havaalanının kullanılmasına ilişkin teknik anlaşmadır.

İlk anlaşma tüm NATO ülkelerince imzalanmıştır. Türkiye’deki Amerikan Kuvvetlerinin Statüsü anlaşması ise, Türkiye’de kurulacak Amerikan üsleri, bu üslerdeki ABD askerleri ve bunların statüleri ile üslerdeki kurallara ilişkindir. Tüm bu konuların ek protokollerle düzenleneceği de anlaşmada belirtilmiştir. 30 Haziran 1954’de TBMM’ye sunulan anlaşma, 2 Temmuz 1954’de Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ekli nota ise aynı gün verilmesine rağmen TBMM’ye gelmemiştir. TBMM’ye gelmeyen ekli notanın 2. maddesinde Türkiye’ye gelecek Amerikan kuvvetleri için Türkiye hükümetinden izin alınmayacağı ve bu kuvvetlerin ülkeye giriş çıkışlarının daha önceden hükümete bildirilmeyeceği belirtilmektedir. TBMM’ye hiç gelmeyen Askeri Tesisler (Kolaylıklar) Anlaşması ise ekleriyle birlikte İncirlik de dahil Türkiye’de üslerin kullanımına ilişkindir. Dönemin siyasal iktidarı, anlaşmanın TBMM’ye getirilmemesinin nedenini, NATO Anlaşması’nın 3. maddesine dair bir uygulama anlaşması olmasıyla açıklamış, Türkiye yasalarına göre TBMM’ye getirilme zorunluluğunun olmadığını iddia etmiştir. Ne var ki, asıl neden, ABD’nin bu yöndeki talebidir. ABD ve Menderes iktidarı, ülkenin egemenliğinin açıkça çiğnendiği bu anlaşma ve notalardan dolayı gelebilecek eleştirilerden kaçınmışlardır.

Askeri Tesis Anlaşmasına göre, Amerikalılar Türkiye’de istedikleri yerde üs ve tesis kurabilecekler, buralardaki personel NATO’ya değil ama ABD’ye bağlı olacaktır. ABD’ye  istediği gibi üsleri genişletme, malzeme yığma hakkı tanınmıştır. Amerikalılara NATO çerçevesinde tanınan haklar da genişletilmektedir. Örneğin, dünya uygulamalarının tersine ABD kurduğu üsler için kira ödememekte, Amerikalı personelin tüm gereksinimleri ABD’den temin edilmektedir. Gelen mallara gümrük muafiyeti tanınmış, kiminle nasıl yapıldığı bilinmeyen bir sürü ‘ikili’ anlaşmayla Amerikan askerleri ve personeline kendi posta servislerini kurma ve kullanma, kendi radyolarını kurma hakkı tanınmıştır. Bu bağlamda yapılan ikili anlaşmalardan ülke egemenliğini yok eden en önemlilerinden biri yargı erkinin devredilmesidir. 28 Temmuz 1956’da Türkiye Dışişleri Bakanlığı Amerikalılara verdiği 4625 sayılı nota ile Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçların Türk yargısınca yargılayamayacağını kabul etmiştir. ‘Görev’ başındaki Amerikalılar işledikleri suçlardan dolayı ancak kendi yargı mercilerinden yargılanabileceklerdir. ‘Görev’ başında olup olmadıklarına karar verme yetkisi ise ABD makamlarındadır *1. Yukarıda sayılan anlaşmalar ve bunlara ek olarak yapılan ikili anlaşmalarla kurulan Amerikan üslerine gelince...

1970’lerde Türkiye’deki Amerikan üslerinin sayısı 101’dir. 1960’lı yılarda üsler ve bunlarla ilişkili olarak kurulan radar tesisleri Ortadoğu ve Kafkaslar’ın denetiminin yanı sıra SSCB’yi denetlemeye yönelik olmuştur. Örneğin ABD Ankara Belbaşı’nda kurduğu dev sismograf ile Sovyetlerin Sibirya’da gerçekleştirdiği yer altı nükleer denemelerinin şiddetini ölçmüş, Sinop ve Diyarbakır Pirinçlik’te kurduğu kafes radarlarla yine Sovyetlerin gizli uydu haberleşmelerini dinlemiştir. Bu üslerin en önemlisi hiç şüphesiz İncirlik üssüdür. 1951 yılında inşaatına başlanan ve 1954’de tamamlanan üs, ABD’nin dünya çapında Ana Harekat Üssü statüsü verdiği az sayıda üsten biridir ve bin millik harekat yarıçapıyla Amerikan Hava Kuvvetleri’nin Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ege ile birlikte asıl Basra ve Hazar petrol bölgelerini kapsayan bölgede “fiziki kontrolünü” sağlamaktadır. Bu sabıkalı üs, 1958 yılında Almanya’dan gelen Amerikan deniz piyadelerinin Türk hükümetinin iznini bile beklemeye gerek duymadan İncirlik üssünden Ürdün’e gitmelerine sahne olmuştur. Üs yine 1958 yılında ABD’nin Lübnan müdahalesinde kullanılmıştır. Amerikan Pilotu Gary Powers yönetimindeki bir Amerikan U-2 uçağı 1 Mayıs 1960 günü Sovyetler birliği toprakları üzerinde casusluk uçuşu yapmak üzere İncirlik üssünden havalanmış ve Türkiye, İncirlik üssünden kalkan bu  casus uçağın Sovyetler Birliği tarafından düşürüldüğünü üç gün sonra yine Sovyetler Birliği yetkili makamlarının açıklamalarıyla öğrenmiştir. 1978 yılında, İsrail’in Filistin Tel-Zaatar kampını bombalaması olayında İncirlik üssünün lojistik destek sağladığı, yine 1986’da ABD uçaklarının Libya’yı bombalaması sırasında birkaç F-111 uçağının İncirlik üssüne getirildiği bir çok kaynak  tarafından doğrulanmıştır. Bunların yanı sıra, birinci Körfez savaşı sırasında ABD’nin İncirlik’teki askeri varlığının İran’ı tehdit etmekte kullanıldığı, Özal’ın 1. Körfez Savaşı sırasında ABD’nin Irak’a yönelik tüm faaliyetlerine, İncirlik’ten kalkan ABD savaş uçakları ile Irak’ın bombalanması da dahil olmak üzere, izin verdiği bilinmektedir. Üs, Irak savaşı sonrasında da yani 1991-2003 arasında da kullanılmıştır *2. Sadece bu örnekler bile Türkiye’deki Amerikan ve NATO varlığının ülkemiz ve dünya açısından ne denli zararlı olduğunu göstermektedir. 1 Mart teskeresinin ardından AKP hükümeti tarafından ABD’ye özür olarak adeta açık bono tanınmış ve üs ABD’nin özel kullanım alanı haline gelmiştir. İsrail - Lübnan çatışmasında ABD’nin İncirlik üzerinden İsrail’e sevk ettiğine ilişkin çok ciddi iddialar olmasına rağmen bunlar araştırılmamış, bilindiği gibi  Mersin Taşucu NATO limanına hareket eden mühimmat yüklü 15 TIR’lık askeri konvoy Güney Kıbrıs’a gitmiş ve buradan da Irak’a gönderilmiştir.


*1 Yargı erkinin devri üzerine Amerikalı personel ölüme varan suçlar işlemişler ve Türkiye’de yargılanmalarına “görev” başında oldukları gerekçesiyle izin verilmemiştir.  5 Kasım 1959’da bir gece kulübünden içkili çıkan ABD’li binbaşı Morrison, on bir eri çiğner ve bir kaçı ölür. Türkiye’deki ABD makamlarınca “Görev” başında olduğu bildirilen binbaşı, sinir bozukluğu gerekçesiyle Miami’ye tatile yollanır. Bu egemenlik devri sorunu günümüzde de sürmektedir. Örneğin, 1 Nisan 2006”da 19 yaşındaki Hakan Özduran ile 20 yaşındaki Abidin İnanç Ülkebey, ABD’li kız arkadaşlarını İncirlik Hava Üssü’ne götürürken ABD’li astsubay 24 yaşındaki George Lopez tarafından yumruklanarak dövülmüştür. Ülkebey’in çenesi kırıldığı halde gençler şikâyetten vazgeçmişler, öte yandan, suçlu Amerikalı Lopez’e 10 ay hapis cezası verilip ertelenmiştir. ABD’li askerin beş yıl içinde Türkiye’de benzer suç işlediği takdirde cezaevine gireceği iddia edilmektedir. 25 Ekim 2004’de yine İncirlik Hava Üssü’nde görevli Amerikalı çavuş 20 yaşındaki Christopher Anthony Shumaker’in kullandığı otomobil, iki kişiyi taşıyan motosiklete çarpmış ve motosikletteki hamile kadınla eşi ölmüştür. Er Shumaker cezaevine girmekten ABD askeri yetkililerinin mahkemeye verdiği taahhütname ile kurtulmuştur. ABD’li erin ülkesine tayin edilmesi üzerine ifadesinin alınması için ABD’deki en üst askeri makamdan izin alınması gerektiği bildirilmiştir. 16 Haziran 1996’da üste görevli ABD’li astsubaylar Donald Graves ve Zachary T.Myers, Harb-İş Sendikası Adana Şube Başkanı Mustafa Acet’in astığı grev kararı duyurusunu yırttığı, ABD’li askerlerin, sendikacılar ve işçilerin yanında “Türk halkını sinkaf edeyim, sendikanızı da sinkaf ederim” şeklinde hakarette bulunduğu daha sonra hazırlanan iddianamede de yer almıştır. İki ABD’li asker, nöbetçi mahkemede ifadeleri alınıp serbest bırakılmışlardır. Son olarak Radikal gazetesinde, eşini hastaneye götürmek isteyen bir binbaşı ve eşinin İncirlik üssünde Amerikan askerlerince yere yatırılıp köpekler eşliğinde arandığı ve bu suçu işleyen Amerikalıların soruşturulması ve yargılanması konusunda Türk askeri makamları ve Genel Kurmaydan destek bulamayan binbaşının istifa ederek özel bir hava şirketine geçtiğine ilişkin bir haber yayımlanmıştır.

*2 13 Şubat 1998 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Özgen Acar’ın haberi: ABD İncirlik’i kullanacak. “…ABD Dış. Bşk. Yrd. Grossman ve Genel. Kurmay 2. Bşk. Ralston’un Ankara ziyaretlerinde savaşı çıkarmada azimli oldukları belirtiliyor. Bu azmi açıkça ortaya koydukları, binlerce kadın ve çocuğun öldürülmesine “ikincil” bir sorun olarak baktıkları belirtiliyor. Bu aşamada Türkiye’nin askeri operasyona katılmayacağı ancak SEİA’nın, İncirlik’te bulunan Çekiç Güç’e bağlı ABD ve İngiliz savaş ve destek uçaklarının Irak’a karşı kullanılmasını önleyemeyeceği bildiriliyor. 1991’de Irak, İncirlik ve Batman NATO üslerinden kalkan ABD bombardıman uçakları ile bombalanmıştır. Bu üsler NATO amaçları dışında kullanılmışlardır”.

YARIN: Türkiye’de Kontrgerillanın kuruluşu

ÖNCEKİ HABER

Darbe ve yeniden sürgün...

SONRAKİ HABER

Hep birlikte, ‘ayıramazsınız, yaşasın işçilerin birliği’ dedik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...