09 Haziran 2016 14:33

Birikimli, yiğit, devrimci bir genç: Yusuf Metin

Yusuf Metin... 70’li yılların İzmir’inde sınıf mücadelesi içinde yetişmiş bir devrimci.

Paylaş

Olgun DURSUN
İstanbul

Yusuf Metin... 70’li yılların İzmir’inde sınıf mücadelesi içinde yetişmiş bir devrimci.  Adını duymamış olabilirsiniz belki. Oysa onun hikayesi sınıf mücadelesi uğrunda can veren bir gencin hikayesi. Yusuf Metin’i, içinde yetiştiği dönemi onun yaşamına tanıklık eden aynı zamanda mücadele arkadaşı olan Mevlüt Aydın ile konuştuk.

1970 li yılların İzmir’inde nasıl bir atmosfer vardı? Yusuf Metin nasıl mücadele şartları içinde yetişti?
İzmir’e ilk gittiğimde beni Tariş’e gönderdiler. Çiğli İplik Fabrikası’na makinelerin montajına. O zaman henüz faaliyete geçmemiş veya sadece bir kısmı faaliyetteydi. Daha montaj bitmedi ama ben işi bıraktım, evim çok uzaktı. Gençler geliyordu, gecekonduların arasında bir ajitasyon çekiyordu, yirmi otuz kırk kişi birden çıkıyordu sokağa yani. Müthiş bir politikleşme vardı her tarafta. Tabi aynı şekilde sağ tarafta da bir politikleşme vardı, karşılıklı yani. O dönem öyleydi işte, grevler çoktu. İşyerlerinde bir dakika gecikti mi işçi, patron gözünü oyuyordu. Ama işçi de bir dakika fazla çalışmıyordu. Asla patron tutamazdı. Öyle bir titizlik vardı. Ücret ödememe filan çok nadir olurdu, ödemeyenlere de ödettirilirdi. Hatta bir ara o kadar çok grev oluyordu ki, arkadaşlar diyordu orada grev var gidiyorsun, orada bitmeden başka bir yerden, başka bir yerden… Yani devrimciler yetişemiyorlardı, o kadar çok grev oluyordu ki. Tabi öte yandan devletin baskısı da çoktu.


‘ÇOK EMEK VERDİ BİZE’


Nasıl tanıştınız Yusuf Metin ile?
Ben o zaman bir fabrikada çalışıyordum. Bir şekilde hareketle, örgütle tanışmıştım. Bir gün bir arkadaşımız dedi ki, “Yahu Bornova’da öğrencileri götüren otobüsü faşistin birisi kaçırmak istemiş, silah çekmiş şoförün kafasına dayamış, falan yere sür diye. Oradan birisi, nasıl yapmış nasıl etmişse atlamış adamın elinden silahı almış. İşte bu arkadaşın adı Yusuf Metin.” İlk kez orada duydum adını. bir Teneke Mahallesi vardı İzmir Basmane’de. Orada böyle çok uğraşmış, gitmiş gelmiş o yoksul insanlara falan. Neyse, sonradan yavaş yavaş fabrikalarda ufak ufak direnişler, iş bırakmalar falan oluyor, oralarda duyuyordum adını. Söylüyorlardı yani işte falan arkadaş diye, çünkü bir kere açığa çıkmış. O dönem illegal örgütlenme, çalışma yürütülürdü. İsim ortaya çıkınca da açığa çıktı derdik. 
Yurtsever Devrimci Gençlik Dernekleri açılıyordu İzmir’de. Orada tanıştık Yusuf Metin ile. O dönem çokça seminerler yapılırdı çeşitli konularda. Konuşmacı olarak onu görürdüm hep. Bir süre sonra beraber çalışmaya başladık. Biz bir işyerinde çalışan, mahallede oturan bekar 5-6 arkadaşız. Oradan bir örgütlülük yaratıldı, bizzat ilgileniyordu, çok emek veriyordu bize. Her konuda ne sorsak bir şekilde cevabını buluyordu, bilmese bile öğrenip geliyordu. Gençlik, merak... Çok şey soruyorduk, çok şey de öğreniyorduk. 

O döneme damga vuran olaylar nelerdi Yusuf Metin’e ilişkin?
Bir hizip meselesi olmuştu. Orada gördüm çok iyi direndiğini. O hizip yapan insanlara gidip direndiğini, ikişer üçer onları ikna ettiğini. Birçoğunu çevirdi, özeleştiri verdiler. Orada gördüm o çalışkanlığını, teorik birikimini falan. Bir Üç Dünya Teorisi meselesi vardı. Bin kişinin üstünde bir düğün salonu vardı, tıklım tıklım doluydu. Bütün örgütler gelmişti. Orada 8-9 saat konuştu Yusuf. O kadar güzel özümsemiş, hazırlanmış ki sanki bir profesör anlatıyor. Tek tek tane tane, tabi bütün aklına takılanlar, ister bizim taraftan ister bizim yapılardan sorular soruyorlar o da cevap veriyordu. O toplantıda Aydınlık grubu bir kağıda soru yazarak Yusuf’a gönderdi. Yusuf kağıdı alıp okudu ve ‘Bu sorunun cevabı tarihin çöp sepetidir’ diyerek buruşturup attı. O kadar da kendinden emindi yani. Soruyu soranlar da kalkıp gittiler zaten.
Sonra yavaş yavaş işyerlerinde, fabrikalarda örgütlenme ve sınıf mücadelesi tartışılıyordu. Yusuf bir gün gelip dedi ki ‘Partisiz ordu olmaz, önce parti olacak.’ Açtı bir şeyler okudu, bize anlattı. ‘Leninist parti olmadan, işçi sınıfının partisi olmadan ordusu olmaz, o yanlış bir şey. Bu parti kurulmalı, bunun için çalışmalıyız.’


TARİŞ DİRENİŞİ


Bu sıralarda nerelerde nasıl bir çalışma yürütüyordunuz?
O zaman biraz daha rahattı, fabrikalara girip çıkmak kolaydı. Şimdiki gibi her fabrikanın önünde bekçi yoktu. Belki de vardı ama umrumuzda değildi. İçeride yemekhaneye girer, yemek molalarında çay molalarında konuşmalar yapardık. Mesela benim çalıştığım yere de geliyorlardı. Yusuf bizi yanına alır, ‘Falan yerden iki işçi gelecek’ derdi. Birlikte giderdik görüşmeye. Ne konuştuklarına ne anlattıklarına dikkat edin derdi. Öyle öyle biz de katıldık çalışmalara. Biz de işçiydik sonuçta. Ben bir yerde çalışıyordum, birimde yer alan arkadaşlarımızla aynı yerde çalışıyorduk. Örgütlenmenin şeklini şemalini nasıl olması gerektiğini anlatırdık konuşurduk. İşte o arada mesela Tariş’le bire bir ilgileniyordu. Burada iyi bir çalışma yürütüyor, insanları örgütlüyorduk. O vurulduktan sonra Tariş direnişi başladı. Polis saldırdı, jandarma saldırdı. Ben ilk kez polisin elinde uzun namlulu silahı o zaman gördüm. O zamana kadar polisin elinde uzun namlulu silah olmazdı. İlk kez o Tariş direnişinde... Direniş, Tariş’ten bir gecekondu semti olan Çimentepe’ye yayıldı, oradan Bayraklı derken tüm İzmir çalkalandı, ayağa kalktı. Sonra bir sıkıyönetim geldi, sıkıyönetimle bitti. Tabi Tariş’teki çalışma devam etti kesilmeden. O çalışmanın temelinde çok emeği vardır Yusuf’un. 1978 1 Mayıs’ın örgütlenmesinde rolü çok büyüktür. İyi hazırlık yaptı, bütün semtlerde, ilişkimizin olduğu işyerlerinde işçi sınıfı içinde çalışma yürütüldü. Mesela bizim revizyonist dediğimiz bir kesim vardı o dönem Maden-İş diye bir sendikada etkiliydiler. Buna karşı biz de etkili olmaya çalışıyorduk. Onlar bize maceracı derlerdi. Oysa biz o dönem bir sınıf çalışması yürütmeye çalışıyor, var olanı güçlendirmeye çabalıyorduk.

Onun özelliklerini nasıl tanımlarsınız?
Her şeyden önce birikimli bir insandı, yiğit bir insandı, yürekliydi. Yerine göre güleryüzlü bir insandı. Hiçbir kavgadan da kaçtığı olmazdı. Çok sayıda da kavgalarımız oldu. Faşistlerle olsun o zamanki revizyonistlerle olsun, ister istemez kavgalar oluyordu. O kavgalarda da gerçekten gözü pek bir arkadaştı. Hiç korktuğunu görmedim, onun korktuğunu görsek biz de korkardık çünkü. Öyle yiğit bir yoldaştı. 
Gençle genç, ihtiyarla ihtiyar olurdu. Tam bir halk adamı derler ya, öyleydi işte. İster istemez toplumsal olaylar, hareket onu öne çıkarmıştır. O da yerine göre davranırdı. Bir faşistin karşısında, bir tartışmada bir kavgada çok ciddi sert bir adam görürdünüz. Ama yoldaşlarının karşısında ise güleryüzlü, onların sorunlarıyla tek tek ilgilenen bir adam görürdünüz. Birisine bir saldırı oldu mu illa kıyamet kopardı. Hele ki genç sempatizanlara bir fiske vuruldu mu ortalığı ayağa kaldırırdı. İyi bir örgütçü idi. Kime ne zaman nasıl iş verileceğini bilirdi.

O dönemde çok baskı olduğundan bahsettiniz. Peki insanlara nasıl, hangi araçlarla sesleniyordunuz?
Ben örgütle tanıştığımda çıkıyordu gazete. Basım dağıtımı bir ara İzmir’de yapıldı; o zaman çok sıkıntı çektik. Bizzat orada ilgilendik basım işiyle. Onun örgütlenmesi bir yana çıkması bile başlı başına bir işti. Tabi teknoloji yok bir şey yok. Mesela top kağıt alıyorsun, bıçakla kesiyorsun, ayarlıyorsun. Bir de tipo baskı vardı, tek tek basardık. Davetiye basılan bir matbaada basılıyordu İzmir’de gazetemiz. Gazetenin baskısında filan da o matbaada çalıştım ben de. Basmakla bitmiyor elbette iş. O gazetenin illere gönderilmesi, bayiilere gönderilmesi... Polisle köşe kapmaca oynardık. Bazen tam çuvallara koyar matbbadan çıkarırken gelir el koyarlardı gazeteye. Ama öyle ama böyle o gazeteler hep ulaşırdı gideceği yere. Aboneler vardı mesela tek tek, postaneden gönderiyorduk, postanede el koyuyorlardı. Kolay değildi hiçbir şey.

Gazete haftalık olarak mı çıkıyordu?
Evet, haftalık çıkardı. Yusuf Metin gazetenin öneminden çok bahsederdi bize. Iskra’yı falan o zaman duydum ben. Iskra’yı, günlük bir gazetenin önemini anlatırdı hep. ‘Bir günlük gazetemiz olmalı, haftalık yetmiyor artık’ derdi. Dünyanın çeşitli yerlerinden de örnekler verirdi. Basının gazetenin önemini çok anlatır, bizim de anlatmamızı isterdi. Her hafta çıkıyordu gazete, başlığında “hatalarımızdan arınarak gelişiyoruz” diyordu. Özeleştiri vererek dönüyorduk bazı yanlışlardan. O zaman onu gerektiriyor, onu yapıyorsun. Sonra parti bayrağı çıktı. Onun da müjdesini Yusuf Metin verdi bize. Böyle böyle bir dergi çıkıyor dedi aylık. Bir de slogan ürettik, ‘parti bayrağı daha daha yukarı’ diye. 

Nasıl öldürüldü Yusuf Metin?
Gözaltında kayıplar bugüne mahsus değil o zamanlar da vardı, kafana çuval geçirip alıp götürüyorlardı. O zamanlar da işkencelerde katledilen yoldaşlarımız oldu. Gözaltında kayıplar da oldu. Yusuf Metin’in öldürülmesi de 15 Ağustos 78 oluyor. Çiğli’de, Tariş’in hemen yanında, bir işçi biriminde toplantı yapıyor. Sonra başka bir işçi birimine, bizim birime, gelirken yolda önünü kesiyorlar öğrendiğimiz kadarıyla. Kaçırmak istiyorlar, kaçıramayınca vuruyorlar. O da nasıl olmuşsa o gün üzerinde hiçbir şey olmadan çıkmış dışarıya. Ki onun bir çantası vardı, çantasının içinde sürekli kendine özel bir şeyleri vardı. O gün çantasını unutmuş dediler. Çözemedik kimin yaptığını, kontrgerilla dedik. Aksi bir cevap da gelmedi.
Biz o gün bekledik toplantı için. İlk kez randevusunu aksatıyordu, şaşırdık, ilk kez. Biri toplantıya gecikti mi dağılırdık hemen, o günün kuralları öyleydi, tedbir için. Baktık geçti zaman, çıktık dağıldık. Benimle bir arkadaş, onun vurulduğu yerin biraz uzağından geçtik gittik. Orada bir kalabalık vardı, anlayamadık ne olduğunu. Meğerse orada vurulmuş. Araba falan gelmiş doktora götürüyorlarmış. Oradaymış bilemedik. Sabaha kadar da uyumadık, sabah duyduk haberini. 


‘İKİ DAKİKADA ÖRGÜTÜNÜ DAĞITIRLAR’


Hatırladığınız bir anınız var mı o günlere ilişkin?
Bir yerde buluşacağız, yer belirledik. Ben üç beş dakika erken gittim, erken gidilir diye. Orada bir sokağa girdim, yolu kaybettim. Oraya gittim oradan çıktım derken geldim buluşma noktasına. Bir baktım bekliyor buluşacağımız yerde ama ayrılmak üzere. Bir buçuk iki dakika ya geçmiş ya geçmemiş. Çok sert bir tavırla ‘niye geç kalıyorsun?’ dedi. Ben de işte erken geldim böyle böyle oldu filan diye anlattım. ‘Bak’ dedi, ‘çok önemli zaman. Bu iki dakikada ne olur biliyor musun?’ boş bulundum ben de ‘ne olur?’ diye sordum dedi ki ‘Düşman senin örgütünü enseler. Senin örgütünü dağıtır iki dakikada.’


EVİNDEN BİR KAMYON KİTAP ÇIKTI

Teorik birikiminden bahsetmiştiniz Yusuf’un...
O dönem şimdiki gibi her konuya dair kitapların, makalelerin olduğu bir dönem değildi. Oysa süreç çok hareketliydi. Mesela örgütün çeşitli alanlara yönelik görüşlerinin, ülkenin yapısına ilişkin görüşlerinin, emperyalizmle ilgili görüşlerinin oturmaya başladığı dönemdir diyebiliriz. Bir taraftan özeleştiri yapıyor bir taraftan onun gereğini yerine getiriyorduk. Zaten sonra da kaynaklar da çoğalmaya başladı. İlk başlarda hakikaten o kadar kitap yokmuş. Yusuf Metin öldürüldüğünde evinden bir kamyonet kitap çıkmış. Masasının üzerine bakmıştım. Son üzerinde çalıştığı konu ulusal sorunmuş. Herhalde en son şeyimiz o oldu, üzerinde çalışma yaptığımız. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerine kendi el yazısıyla yazılmış yazılar vardı. Kimi yerlerin altını kırmızı kalemle çizmişti. 


YUSUF METİN KİMDİR?


Ailesi Erzincan’da oturmasına rağmen aslen Dersim Ovacıklı’ydı. Liseyi bitirdikten sonra Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nü kazanıp, bu yıllarda mücadelenin en zor görevlerini üstlenmişti. 1971-72 yıllarında hapishanedeydi. Çıktıktan sonra mücadele içinde yerini aldı. İşçi hareketindeki gelişmeleri takip eden Yusuf Metin, Çamdibi’nde, Bornova’da, Çiğli’de, Bayraklı’da, Karabağlar’da, Gültepe’de oturan, Tekel Sigara Fabrikası’nın, İncir İşletmesi’nin, Şarap Fabrikası’nın, Sümerbank’ın, Tariş İplik Fabrikası’nın işçileriyle zamanını geçiriyordu. 
1974-75 yılları arasında, bir yandan Tepecik’in teneke kondularında horlanan, tiskintiyle bakılan Çingeneleri, bir yandan da Basmane’nin gündelikçi kahvelerinde Diyarbakır’dan, Urfa’dan, Siirt’ten gelen yoksul Kürt emekçilerini gezer; mücadeleye yeni katılmış okuma yazma bilmeyen işçilere mutlaka okuma yazma öğretmek için çaba sarfederdi. 
Örgütleyip okuma yazma öğrettiği Tariş işçisi bir kadın, “Yusuf öldü, onsuz devrim olmaz” diyerek Yusuf Metin’e olan bağlılığını ve sevgisini ifade ediyordu. Halkın Kurtuluşu mücadelesinin sürekli olarak gelişmesi, artan oranda saldırıları da beraberinde getirmişti. Fiziki olarak hareketin varlığına yönelen, komplocu, darbeci bir karşı hizip faaliyeti alttan altta yürütülüyordu. Bu komplocu hizip faaliyetini ilk sezen ve açığa çıkaran Yusuf Metin’di. Tariş incir, yağ, üzüm ve iplik fabrikalarında yürüttüğü çalışma, bir üst boyuta sıçramıştı ve “Tariş Direnişi” olarak bilinen 1980 direnişinde büyük payı oldu Yusuf Metin’in. 
1978 1 Mayıs çalışmaları ve mitingdeki konuşmasından sonra dikkatleri üstüne çeken Yusuf Metin, iktidarın da hedefi haline geldi. 15 Ağustos 1978’de Tariş İplik Fabrikası işçileriyle yaptığı bir toplantıdan dönüşte, Karşıyaka Mezarlığı’nın hemen yanında bulunan taşocağının yakınında otobüsten inerken başına altı kurşun sıkılarak katledildi. 

ÖNCEKİ HABER

Cambasın Cenazesi

SONRAKİ HABER

Vurdu kötünün kafasına kafasına

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...