Yrd. Doç. Dr. M. Barış Gümüşbaş: Siz bizi hain ve düşman belleseniz de...
Barış bildirisine imza atan Yrd. Doç. Dr. M. Mehmet Barış Gümüşbaş’ın, tanımadığı bir mesaja kendi facebook hesabından verdiği yanıtı yayımlıyoruz.

Sayın ................,
Öncelikle mesajınızda ön yargılı ifadeler bulunsa da, üslubunuzu bozmadığınız için size teşekkür ederim. Bildiriden sonra kapıları çarpı ile işaretlenen, ya da doğrudan tehdit ve hakaret mesajları alan meslektaşlarımı düşününce kendimi (şimdilik) şanslı addediyorum. Söylediklerinize nereden başlayarak karşılık vereceğimi bilemesem de, bir deneyeyim dedim. İlk olarak hiç tanımadığınız, karşı karşıya konuşma fırsatı bulmadığınız bir insanın düşünceleri ve duyguları hakkında bu kadar keskin çıkarımlar yapmanızla başlamak isterim. “Nice zahmet ve mücadelelerle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletini güçsüzleştirmek ve ardından bölmek amacı taşıyan ve 3 yaşındaki bebeği öldürmekten keyif alan PKK’nın sempatizanı olduğunuzu bilmiyordum... Sempatizanı değilseniz bile bundan sonra bu yaftayla yaşayacağınızı bilmenizi isterim” diyorsunuz. Bir tek cümle içinde o kadar hızlı gitmişsiniz ki, benim başım döndü; ancak en önemli kısım sonda: böyle bir örgütün sempatizanı olduğumdan emin olmasanız bile artık bu yaftayla yaşayacağım noktası. Öncelikle; hâlâ bilmiyorsunuz, çünkü bu bizim imzaladığımız bildiriden çıkarılabilecek bir sonuç olmayıp, yalnızca sizin inanmak istediğiniz bir şey. Ama ben söyleyeyim; “Hayır, PKK sempatizanı değilim”; her ne amaçla olursa olsun çoluk, çocuk, hasta, yaşlı, sivil demeden binlerce insanın yaşam alanlarını savaş alanına çeviren hiçbir politik tutuma ve tavra sempati duyamam; buna devletin tutumu ve tavrı da dahil. Diyorsunuz ki, “Sempatizanı değilseniz bile bundan sonra bu yaftayla yaşayacağınızı bilmenizi isterim.” Burada benim sonuçlarını kestirerek yaptığım vicdani bir tercih söz konusu; peki, yaftalayanlar arasında olmak sizin vicdanınız açısından ne anlama geliyor? Ben vicdanımı kimseye teslim etmem, oy verdiğim insanlara bile; oy emanet edilir, vicdan emanet edilmez. Bakın çok sevdiğim, 19. yüzyılın önemli Amerikalı düşünür ve yazarlarından Henry David Thoreau, ülkesinin 1846-48 yılları arasında Meksika’ya karşı yürüttüğü savaşa destek vermeyi reddederken şöyle der: “Vatandaş, hiç bir anlığına, ya da asgari düzeyde, vicdanını kanun koyucuya emanet etmeli midir? Peki öyleyse neden herkesin bir vicdanı var? Bence önce insan, sonra uyruk olmalıyız. Yasaya doğrudan daha fazla saygı beslemek arzu edilir bir şey değildir.”
Diyorsunuz ki, “Mevcut hükümetin destekçisi, sözcüsü, oy vereni vs. hiçbir şeyi değilim. İşbirlikçi siyasileri, devleti yozlaştıranları, hırsızları vs. ne durumda olduklarını aklı selim insanlar olarak zaten biliyoruz.” O zaman bildiğinizi varsayarak, şu yaşadığımız ağır tablonun yukarıda söz ettiğiniz gerçeklerle nasıl bağlantılı olduğu konusuna girmeyeceğim. Ama ister yandaş olun olmayın, şu soruların aklınızdan hiç geçip geçmediğini merak ediyorum: Ne oldu da, daha geçtiğimiz yıla kadar “çözüm süreci” adı altında ve bugün linç edilmeye çalışılan akademisyenlerin desteğine ihtiyaç duyarak “Analar ağlamasın” diyenler, bugün hâlâ “Analar ağlamasın, çocuklar ölmesin” diyenleri “hain” ilan edecek duruma geldiler? Nasıl oldu da, 7 Haziran seçimlerine kadar silahlar susmuşken, HDP’nin mitinglerinde yokluğu bir eleştiri konusu olan Türk bayrakları bir tek kimsenin burnu kanamadan alanlarda kendine yer bulmuş ve on yıllardır ilk kez tüm ülkeyi bir barış umudu sarmışken, bir anda bombalar patlamaya, ardından HDP binaları basılmaya başladı? Yanıtını biliyorsunuz; açıkça söylemediler mi seçimden önce, “Verin 400 milletvekilini, bu iş huzur içinde çözülsün” diye; ya da seçimlerde istediklerini alamayınca, “Kaosu siz istediniz” demediler mi? Ufukta bir başka seçim daha olabileceği konuşuluyor; herhalde bugün yaşadıklarımız da ona hazırlık. Bu arada iktidar sahipleri, bildiriye imza atan akademisyenlere, “Buyurun, çok meraklıysanız siyasete atılın” diyorlar; ama bir yandan da 6 milyon küsur oy almış bir partiyi hile ve baskı ile meclis dışına itip, oradan boşalacak oyları alabilmenin hesabı içindeler. Tüm bunları anlamlandırmayı size bırakıyorum.
“Masum insanların yaşadığı lojmanı bombalamak suretiyle bebekleri dahi katleden anlayışa
Z A L İ M S İ N !!! diyemiyorsanız” iddiasındasınız. Hayır, yalnızca “Zulüm nereden, kimden gelirse gelsin zulümdür” demiyorum, “Zulüm ile abad olunmaz” sözüne de yürekten inanıyorum. Bildirinin yanlı olduğunu düşünüyorsunuz. Ben de şunu sorayım o zaman: neden bu konuda söyleyecek bir sözü, farklı bir fikri, bir çözüm önerisi olduğuna inananlar iktidar söyleminden ve gündeminden bağımsız inisiyatif alıp siyasi bir tavır koymazlar da, yalnızca muhaliflerin bildirilerine, siyasi tavırlarına karşı sonradan tepkisel bir tutum alırlar? Ben en azından şu son 15-20 sene içinde böyle bir inisiyatif hatırlamıyorum. Değil şimdi tartıştığımız konuda, örneğin Soma’da maden faciası olur yüzlerce insan ölür; ülkenin ormanları, dereleri, toprağı mahvedilir, şehrin ortasındaki parklar ortadan kaldırılıp yerine yandaşlara peşkeş çekilecek AVM’ler yapılmak istenir, bir tek “vatan hainleri” konuşur; konuştukları için bir daha “vatan haini” olurlar, ama “vatansever”lerden çıt çıkmaz.
İmzaladığımız bildiride PKK’nın adının neden anılmamış olduğu konusunda, benim de düşüncelerimi en iyi yansıttığına inandığım, Demir Küçükaydın’ın şu sözlerini paylaşmak isterim: “PKK bizden vergi almıyor. Bizler onun politikalarını ve yaptıkları işleri belirleme durumunda değiliz, o kendini bizlere bir hukukla bağlamış değil. Bizler PKK’nın yurttaşları değiliz. Ama bu hükümet bizlerden aldığı vergilerle yaşıyor. Bu devlet aygıtı bizlerden alınan vergilerle bütün bu hükümetin uygulamalarının ve politikalarının aracı olabiliyor. Bu devlet ve hükümet, kendisinin yasalarla bağlandığını kabul ediyor. Bütün bunlara dayanarak, bir yurttaş olarak bunlar hakkında konuşma hakkım ve görevim vardır. Bu yurttaşlık görevimi yapıyorum. PKK karşısında bir hakkım ve görevim yoktur. PKK bize karşı kendini hukukla bağlamamıştır.”(Yazının tamamı için bkz. http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2016/01/4-maddelik-yeni-bildiri-uzerine-her-sey.html)
Son olarak da, “Eminim siz rahat ve korunaklı bir yerde yaşıyorsunuz, ben güneydoğuda bir lojmanda yaşıyorum” diyorsunuz. Bununla ilgili de bir iki şey söylemek isterim. Bu bildiriyi imzalayanlar, ülkenin her yerindeki yurttaşların hayatı rahat ve korunaklı olsun diyerek, ülkenin bir bölümü kan ağlarken, diğer bir bölümünün huzur içinde olamayacağına inandıklarından, devletin daha önce denenmiş ama bir yol olmadığı çoktan anlaşılmış olması gereken politikaları ile kimsenin huzur bulamayacağını söylemek için ve kendi rahatlarını tehlikeye atarak bu bildiriyi imzaladılar. İkincisi, bugün yalnızca PKK nedeniyle değil, kendi hayal dünyası ve çıkarları doğrultusunda iktidarın ülkeyi götürüp ortasına bıraktığı Ortadoğu bataklığı nedeniyle de bu ülkenin hiçbir yeri artık korunaklı değil. En son olarak Sultanahmet’te olanları biliyorsunuz; Reyhanlı’da, Suruç’ta, Ankara’da yaşanan katliamlardan sonra iktidar çevrelerinin verdiği ve vermediği tepkileri bugün hocalara verilen tepkilerle kıyaslayınca, bildiriye imza atan akademisyenlerin canlı bombalardan daha tehlikeli olduğuna inanıldığı sonucuna varıyorum. Belki siz de öyle düşünüyorsunuz, belki değil; ama ben sizi tanımadığım için size böyle bir sorumluluk isnat etmekten kaçınırım; vicdanım izin vermez. Sonuçta durum budur ve durum kötüdür; vatanını herkesten çok sevdiğini iddia edenlere, vatanın kendilerinden vermesi çok kolay olan ateşli tepkiler değil, daha zor olan akıl, fikir, sağduyu beklediğini, yoksa bu gidişle ortada vatan diye bir şey kalmayacağını söyleyerek bitirmek isterim. Siz bizi hain ve düşman belleseniz de, ben sizi düşman bellemediğimden, sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et