27 Aralık 2015 11:25

Ümit YILMAZ

Türkiye işçi sınıfı yenilgi ve kazanımları içeren, her anı mücadeleyle dolu bir yılı geride bırakırken, 2016 yılına bu mücadele döneminde biriktirdikleriyle giriyor. İşçi sınıfı sermaye cephesinin saldırıları ve işbirlikçi sendika bürokrasisinin ihanetleri karşısında düne göre daha ileri bir mevziyi tutmuş durumda. Kesin olan işçi hareketi ve sendikal hareket açısından hiçbir şey eskisi gibi değildir artık. Ne patronların 3 yıllık sözleşmeyi hayata geçirmeyi bu dönem başarmış olmaları, ne de -en uç örneği Türk-İş genel kurulunda görüldüğü gibi- konfederasyon ve sendika merkezlerinin “sendika bürokrasisinin dükkanı”na dönüşmüş olması bu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir. Sendikal bürokrasi gelinen yerde kendi içinden “majestelerinin muhalefeti”ni dahi üretemeyecek derecede kısırlaşmıştır ve yedikleri her herze en geriden gelen işçinin dahi gözünde çıplak hale gelmiş bulunmaktadır.
Sermayenin ve işbirlikçi sendika bürokrasisinin elbirliğiyle kurdukları hisarları sarsarak, surlarında gedikler açan ve daha bilinçli, örgütlü ve kararlı biçimde saldırıldığında yıkılabileceğini işçi ve emekçilere en somut biçimde gösteren metal işçilerinin direnişi bu duruma yol açan temel etken olmuştur.

METAL FIRTINA

Bilindiği gibi Bursa merkezli başlayan ve kısa sürede ülkenin başlıca sanayi kentlerine yayılan ve iki hafta süren direniş sırasında Renault, TOFAŞ, Ford, Türk Traktör gibi otomotiv fabrikaları ve ORS Rulman, Coşkunöz, Mako, Ototrim gibi tedarikçi firmalarda çalışan on binlerce işçi üretimi durdurarak fabrikaları işgal etti. İşgal ve direnişin daha da yayılmasını önleyebilmek için diğer pek çok fabrikada patronlar işçilerin taleplerini peşinen kabul ettiklerini ilan etmek zorunda kaldılar. Dış basında geniş yer tutan -tahmin edileceği gibi bizim tekelci medyamız tarafından içi boşaltılarak geçiştirilmeye çalışılan- bu direniş çeyrek yüz yılın en sert ve yıkıcı işçi eylemi olarak gösterildi.
Türkiye işçi sınıfı tarihi ve sendikal harekette 15-16 Haziran ve büyük Zonguldak maden direnişiyle kıyaslanan bu eylem kitlesellik, kararlılık, militanlık gibi pek çok yönden benzerlikler taşısa da -sendika bürokrasisine rağmen değil doğrudan onu da süpürmeyi hedefleyen biçimde- baştan sona işçi inisiyatifinde gelişen ve ilerleyen bir eylem olarak çok özel bir yere sahiptir. Sendikal kademelerin her düzeyine bürokrasinin hakim olduğu ülkemiz sendikal hareketinde bu nokta son derece önemlidir.

İNSANCA ÇALIŞMAK VE YAŞAMAK İSTEĞİ

İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına yakından bakıldığında bu sertlikte bir direnişin gündeme gelmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir. OECD ülkeleri arasında en uzun çalışma süreleri ülkemizdedir. Çalışma süreleri uzun olduğu kadar çalışma koşulları da son derece ağırdır. Metal direnişinin başını çeken Renault fabrikasından örneklersek;   
2005 yılında günde 41 araç üretilirken bugün 60 araç üretilmektedir. Üstelik UET denilen bir ünitede 2005 yılında 36 kişi çalışırken bu sayı 19 kişiye düşmüş durumdadır. İşçi sayısı neredeyse yarıya düşmüşken üretimin 1/3 oranında artış göstermesini yalnızca teknolojik ilerleme ve buna bağlı olarak makinenin teknik temelinin yenilenmesi ile açıklamak mümkün değildir. Yoğun mesailer nedeniyle işçiler yeterince dinlenememektedir. Bu ortamda bel, boyun fıtığı başta olmak üzere meslek hastalıkları giderek yaygınlaşmaktadır. Üstüne üstlük ağır çalışma nedeniyle hastalanıp istirahat almak patronlar tarafından işten çıkarma nedeni sayılmaktadır. Ağır ve uzun süreli çalışma nedeniyle işçilerin sosyal yaşamları paramparçadır. Bütün bunlar çalışma koşullarının ne kadar insanlık dışı olduğunu yeterince göstermektedir. Ücretlere gelince; otomotiv (genel olarak bütün metal) sektöründe sendikalı olarak çalışan 10 yıllık bir işçi ikramiye, yakacak, giyecek gibi sosyal yardımlar dahil ayda ortalama 1800 TL giydirilmiş ücret almaktadır. Bu koşullarda çalışan ve yaşayan biri için isyan etmemek mümkün müdür?

Metal sektöründe ilk isyan dalgası Bursa’dan (Türk Metal Sendikası üyesi işçilerden) önce DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçiler arasında başlamıştı. Birleşik Metal-İş  Genel Merkezinin bütün geriye çekmelerine karşı işçiler TİS sürecinde MESS’in 3 yıllık TİS dayatması karşısına grev kararlılığıyla çıktı. Fabrikalarda yapılan grev oylamalarında greve evet oyu mavi yakalı işçilerin sayısından fazlaydı. Bu, beyaz yakalı denilen çalışanların da grevden ve mücadeleden yana tutum aldıklarını gösteriyordu. Bilindiği gibi greve çıkıldı ve grevin ikinci günü hükümet grevi erteledi (fiilen yasakladı). İşçiler, başaracaklarına olan inançlarıyla grevi fiilen sürdürmek istemelerine rağmen Birleşik Metal-İş Genel Merkezi erteleme kararına uyarak iş başı yapma kararı aldı. Metal direnişi işçilerin ne kadar haklı olduklarını ortaya çıkardı. Şayet Birleşik Metal-İş Genel Merkezi işçilerin eğilimine uyarak grevi fiili olarak sürdürmeye yönelseydi işçi hareketi ve sendikal hareketin bugünkünden çok farklı noktalara evrilebileceği su götürmez bir gerçekliktir.
Ne ki, sendikacıların yap(a)madığını işçiler yapmıştır. Kapitalizmin neoliberalizm adı altında son çeyrek yüz yılda inşa ettiği fabrika düzeni, metal fırtınanın yol açtığı hortumun burgacında sarsılmaya başlamıştır. Metal işçisi insanca çalışmak ve yaşamak talebiyle çekici kaptığı gibi canavarın kalbine, sömürünün gerçekleştiği yere, fabrika çalışma düzenine yönelmiştir.  

MÜCADELECİ SENDİKA DEMOKRATİK İŞLEYİŞ

Metal işçileri çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücretlerin yükseltilmesinin yanında  sendika seçme özgürlüğü de (ki bu talep ilk anlarda direnişin görünür sebebini oluşturuyordu) istemiştir. Metal işçisi en küçük hak talebinin karşısına patrondan önce dikilen, muhalif gördüğü işçileri darp etmekten çekinmeyen, ispiyonaj ağı kurarak hakkını arayan işçiyi tespit edip patrona jurnalleyerek işten attıran sendika(cılar)dan bir an önce kurtulmak istiyordu. Bu yüzden müzakereler sırasında patronlardan sendikal tercihlerine müdahale edilmeyeceğine dair güvence istediler.
Metal işçilerinin bu direnişi sendika bürokrasisine ağır bir darbe indirmiştir. Ford, Türk Traktör, Coşkunöz, Mako başta olmak üzere direniş sırasında Türk Metal Sendikası’ndan istifa eden kimi fabrikalarda işçilerin yeniden Türk Metal’e dönmüş olması kimseyi yanıltmamalıdır. İşçiler ilk fırsatta bürokrasiye yeniden saldıracaktır. Bu durumu patronlar ve Türk Metal yönetimi de bildiği için, şimdilik işçileri “kışkırtmayacak” bir pozisyonu el mecbur kabul ettiler. Metal fırtına Türk Metal gibi astığı astık, kestiği kestik despot bir anlayışın hüküm sürdüğü bir sendikada dahi işleyiş değişikliklerine yol açtı. Olağanüstü kongre toplanarak tüzük değişikliğine gidildi. İşyeri temsilcileri artık atamayla değil seçimle belirleniyor. Özellikle direniş yaşayan fabrikalarda temsilcilik seçimlerinin neredeyse tamamını muhalif adayların kazanması, metal işçilerinin sendikal bürokrasiye karşı mücadelesini farklı biçimler altında sürdürdüğünü gösteriyor. Benzer bir durum Birleşik Metal-İş Sendikası için de söylenebilir. Grevin ardından yapılan temsilcilik seçimlerinin çoğunu muhalif adaylar kazanmıştır. Önlem olarak şube kongrelerinde blok liste yoluyla muhalefet etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. Ancak bütün bunların çıkar yol olmayacağı da ortada. Bu tip yöntemlerle süreç geciktirilebilir ve fakat ilanihaye sürdürülemez.
Önümüzdeki dönem sendika bürokrasisinin işçilerin sendikal demokrasi talepleri karşısında işi oldukça zor görünüyor. İşçi sınıfının son yılarda metal direnişi başta olmak üzere edindiği deneyim, ona sendikalarını mücadeleci temelde yeniden örgütlemeden sermayeye karşı mücadelede zaaftan kurtulamayacağını göstermiş bulunuyor. Bu yüzden işçiler TİS, kongre ve örgütlenme süreçlerini artık aynı zamanda sendikalarını dönüştürme süreçleri olarak da değerlendirmeye çalışıyor. Renault ve TOFAŞ’ta işçiler örgütlenmeye yöneldikleri sendikalarda daha baştan direnişle ortaya çıkardığı birikimin rehberliğinde ilerlemeye çalışıyor. Kristal-İş Sendikası Lüleburgaz Şubesinde Yargıtay’ın delege seçimlerini iptali sonrası -ki süreç kaçınılmaz biçimde genel kongrenin yenilenmesini de beraberinde getirecektir- işçiler sınıf sendikacılığını esas alan bir platformla seçimlere hazırlanacaklarını belirtiyor. Tekstil sektöründe mart ayında başlayacak grup toplu iş sözleşmesine hazırlanan işçiler, sendika yönetimlerinin yeni bir oldu bittisine karşı “işçi  inisiyatifi” adı altında birleşerek sürece müdahale etmeye yönelmiş bulunuyor. Pek çok sektörde ve sanayi havzalarında değişik biçimlerde benzer şeyler yaşanıyor.
Metal sektöründe ise fırtına gerçekte bütünüyle geçip gitmiş değil, şimdilik dinmiş ve yatışmış bir durumda. Üzeri küllense de altta kor ateş yanmaya devam ediyor. İşçilerle, patronlar ve sendika bürokrasisi arasında yeni bir kapışma için sanıldığı gibi 2017 yılına kadar beklenmeyecek gibi görünüyor. Asgari ücretin hükümetin söz verdiği şekilde net 1300 TL olarak belirlenmesi durumunda metal işçilerinin ek zam talebiyle harekete geçeceğini öngörmek gerekir. Yine ağırlıklı olarak Birleşik Metal-İş’in MESS grup sözleşmesi dışında kalan fabrikalarda 2016 yılında imzalayacağı TİS sonuçlarına bağlı olarak yeni bir hareketlenme gündeme gelecektir.
Metal işçilerinin deprem etkisi yaratan direnişi taşları bir daha asla eski biçimine dönmeyecek şekilde yerinden oynatmıştır. 2015 yılı işçilerin, sermayenin insanlık dışı fabrika düzenine, düşük ücret politikasına ve bu bağlamda sendika bürokrasisinin ihanetine karşı öfke ve kızgınlık duymakla sınırlı bir platformdan bu durumu değiştirecek bir pozisyona doğru harekete geçtiği bir yıl olarak tarihteki yerini alırken; 2016’nın bu adımların daha da hızlanacağı bir yıl olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Evrensel'i Takip Et