27 Aralık 2015 05:27

İhsan ÇARALAN

“Üçüncü Milenyum” başladığında dünyayı yöneten güç odaklarının medyum kıvamındaki propagandacıları; insanlığın geçmiş iki milenyumdan öğrendikleriyle, artık krizlerin, savaşların, altüst oluşların dünyasından refahın ve huzurun kesintisiz biçimde arttığı bir aşamaya geçildiğini ilan etmişlerdi.
Aradan 15 yıl geçti; 2016’ya geldik. Ama sadece biz, bu sistemin yıkılması, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya kurulması için mücadele edenler ya da sistemin eleştirel onaylayıcıları değil, sistemin en sadık propagandacıları bile, dünyanın yeniden paylaşımından, ülkelerdeki savaşların bölgesel karakter kazanmasından, bir “Üçüncü Dünya Savaşı” için güçlü belirtilerden söz ediyor. Böyle zamanlarda ağzından çıkanı kırk kez düşünen Papa bile ”parçalı bir üçüncü dünya savaşı yaşandığını” söyleyerek, dünyayı yöneten güçlerin insanlığı bir “kıyamete” götürdüğünü kabul etmiş bulunmaktadır.
Kuşkusuz dünyanın bir savaşa doğru sürüklendiğinin en büyük işareti, silahlanmanın olağanüstü büyümesi ve kriz bölgelerine silah yığınağıdır.
Geçtiğimiz yıl en büyük silah üreticisi 100 firmanın 400 milyar doları aşan bir üretim yaptığı belirtilirken, silah yığınağının iki odağı olarak Ortadoğu ve Pasifik bölgesi öne çıkıyor.
Suriye ve Irak’ta IŞİD’in “İslam Devleti”ni ilan etmesi sonrasında kurtarıcı olarak sahneye çıkan ABD ve Rusya geçen iki yıl içinde bölgeyi silah deposuna çevirdiler. A-10, F-16, F-15, Mirage, AWACS, MİG, SU gibi savaş uçaklarının kuyrukları birbirine değiyor. Patriotlar, S-300, S-400 füze sistemleri birbirine kilitleniyor. Destroyer, fırkateyn, uçak gemileri de Doğu Akdeniz’de birbirine bordolarını sürtecek kadar çoğaldı. Irak’ta ve Suriye’de ABD’den Avustralya’ya, Kanada’dan Japonya’ya 20 devletin askerleri var.
Bu ülkeler, “IŞİD’e karşı mücadele” adına Irak’a, Suriye’ye geldiler ama IŞİD’den çok birbirine karşı savaşıyor, bölgenin yeniden paylaşımından daha çok pay almak üzere mevzileniyorlar.
Pasifik’te ABD ve Çin arasındaki gerilim de hızla artıyor. Çin’in, Çin Denizi’ndeki adaların “kıta sahanlığını” 12 mile çıkarması karşısında ABD de bölgedeki müttefik ülkelerin silahlanması ve ortak tatbikatlarına hız verdi. Çin’in Güney Çin Denizi’nde yapay adalar ve iki adet uçak gemisi inşa etmesi, yeni füze sistemleri geliştirmesi gibi girişimleri ABD’nin bölgeye daha çok yığınak yapmasının gerekçesi olarak gösterilmektedir. Nitekim ABD Savunma Bakanlığı, ABD donanmasının yüzde 60’ının Pasifik bölgesinde konuşlanacağını açıkladı.
Öte yandan Çin, kendi toprakları dışındaki ilk deniz üssünü Doğu Afrika’da Cibuti’de açarak Ortadoğu krizine yakın bir coğrafyada mevziye girdi.

EN SICAK BÖLGE ORTADOĞU

Stratejistler, ABD’nin asıl olarak Çin’le hesaplaşmak üzere, dikkat noktasını Pasifik’e kaydırdığını belirtiyorlar.
Bu tezler, önemli ölçüde gerçeklere de dayanıyor. Ancak şu anda savaş ve barış üzerine tartışmaların yapıldığı, silahların konuştuğu, diplomasinin yoğunlaştığı merkez Ortadoğu.
Suriye ve Irak merkezli olarak Ortadoğu, bölgesel düzeydeki çatışmaların, etnik ve mezhep çatışmalarının, aşiret ve şeyhlerin çıkarlarını koruma çatışmalarının yoğunlaşarak bir iç savaşlar ya da ülkelerarası savaşlar olarak geliştiği bir bölgedir. Ancak bütün bu çatışmaların arkasında, bölgenin haritasının yenilenmesinde en büyük payı kapmak isteyen emperyalistler ve onların arkasında mevzilenen bölge gericiliklerinin birbirine karşı savaşına tanık oluyoruz. Nitekim bölgeye IŞİD’le mücadele için savaş uçakları, gemiler, füzeler, tanklar, vurucu timler yığan bu ülkeler, bir yandan Rusya, İran, Irak ve Suriye olarak bloklaşırken öte yandan ABD ve NATO bloğu olarak mevzilenmiş bulunmaktadırlar.
Çin ise henüz açıkça bir tutum almamış olsa da bölgeye, Rusya’ya daha yakın görünecek biçimde yakınlaşmaktadır.
Bölgedeki “IŞİD’e karşı savaş” gerçekte bu bloklar arasındaki savaş olarak yürümektedir. Bölge gericilikleri de bir yandan bağlı oldukları büyük devletlerin stratejisine ayak uydurmaya çalışırken öte yandan birbirine karşı vuruşlar yapmaktan geri durmamaktadırlar.  
Viyana Anlaşması, sonrasındaki görüşmeler, en son BMGK’den çıkarılan “Suriye krizine siyasi bir çözüm bulma” konusundaki oy birliğine karşın, bu oy birliğinin gereklerine uyulacağına dair hiçbir belirti yoktur. Tersine bölgedeki çatışmaların daha da yayılıp şiddetlenmesi beklentisi ağır basmaktadır.

ÖN CEPHE ÜLKESİ TÜRKİYE!

Türkiye gerek jeopolitik konumu, gerek yeni Osmanlıcı dış politikasının gelip dayandığı çöküş aşamasının yol açtığı sorunlar ve “askerle çözüm” çizgisinde ısrar ettiği Kürt sorunundaki tutumuyla bölgede yükselen savaşın girdabına girmeye en yakın ülke konumundadır.
Son beş yıldır bölgede yeni Osmanlıcı hayaller peşinde koştuktan sonra, son bir yıl içinde ABD’nin bölge stratejisine bağlanarak amaçlarını gerçekleştirmeye yönelen Erdoğan-Davutoğlu yönetimi, Türkiye’nin batı emperyalizminin silah deposuna dönüştürülmesinin yolunu açtı.
Batılı emperyalistler, İran, Irak ve Suriye gibi bölge ülkelerini sıkıştırmayı Türkiye’ye bırakırken, Rusya ile karşı karşıya gelmeyi de başaran Erdoğan-Davutoğlu yönetimi, Türkiye’yi iki emperyalist blok arasındaki çatışma alanı haline getirdi. Böylece Türkiye, 2015’in son aylarına gelindiğinde, 1950-60-70’li yıllarda olduğu gibi, batı emperyalizminin ileri karakolu, Ortadoğu’da alametleri hızla çoğalan, en azında bir bölgesel savaşın ön cephe ülkesi haline geldi.

BÖLGENİN EN DİNAMİK GÜCÜ KÜRT HALKI

Kürt halkı ulusal-demokratik talepleriyle, Kürdistan’ın Ortadoğu haritasında kriz bölgeleriyle doğrudan bağlantılı olan coğrafyasıyla, bölgeye müdahale eden emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin hem hedefe koymak hem de yedeklemek için dikkate aldıkları bir güçtür.
Gerek Rusya bloğu gerek batılı emperyalist ülkeler bloğu, gerekse başta Türkiye’nin egemenleri olmak üzere bölge gericilikleri Kürtleri kendi saflarına çekmek için şiddet, şantaj, rüşvet,...her yolu kullanmaktadırlar.
Rusya ve batılı emperyalistlerin blokları Kürtlere kimi vaatler vererek, var oldukları halleriyle yanlarına çekmek için girişimler yaparken Türkiye; Kürtleri, Barzani ve Kürt aşiret ve toprak ağalarının etrafında birleştirerek yedeklemeyi istemektedir. Bu çizgi, Kürt siyasi güçlerini ezerek, Kürtleri Tükiye’nin egemenleri ne verirse ona boyun eğen ve kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayan bir çizgide yedeklemeyi amaçlamaktadır. Ki, yeni Osmanlıcılığın gerek Musul-Başika etrafında yürüyen çatışması gerekse Suriye’deki “güvenli bölge” girişimleri, aslında Kürtleri yedekleyerek yeni Osmanlıcı politikanın gücü haline getirme çabasıdır.
Bölgede bugün “sokağa çıkma yasakları” eşliğinde sürdürülen ve hızla bir iç savaş karakteri kazanmaya başlayan operasyonlar da bu amaçla yürütülmektedir.

SAVAŞA VE SAVAŞ POLİTİKALARINA HAYIR DEMEK İÇİN

Dünyada uzunca bir zamandan beri ilerici demokrat güçler, bir emperyalist savaşa yönelik girişimlere hayır diyor.
Ama dünya bugünkü kadar “savaşa hayır” deme aciliyeti kazanmamıştı. Görünen odur ki 2016’da, 2015’ten daha çok “savaşa hayır” sloganının yükseldiği mücadelelere tanıklık edeceğiz. Çünkü dünyayı yöneten emperyalist güçler, var olan haliyle dünyayı yönetemez hale gelmişlerdir ve dünyanın yeniden paylaşımı için mevzilerini güçlendirmek ve yenilemek üzere her girişimi yapmaya yönelmişlerdir.
Elbette savaş politikalarının arkasında emperyalist güçler vardır. Yerli gericilikler bu emperyalist blokların birinin yanında yer alarak paylaşımdan pay almak istemektedirler. Ama birer birer ülkelerde mücadelenin sivri ucu o ülkelerdeki hükümetlerin savaş politikalarına batırılmalıdır. Bu yüzden de Türkiye gibi savaşın ön cephesi bir ülkede bu mücadele ayrıca önem kazanmaktadır.
Bugün Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin savaş politikalarına karşı mücadelenin taleplerini şöyle sıralayabiliriz:
-    Sınır dışına gönderilen tüm askeri güçlerin geri çekilmesi ve yabancı ülkelere asker gönderme yetkisi veren Meclis kararının iptal edilmesi,
-    Hava, deniz ve kara kuvvetlerinin imkanlarının ve başta İncirlik olmak üzere bütün üslerin yabancı askeri güçlere kapatılması,
-    Bölgeye müdahale eden tüm emperyalist ülkelerin bölgeden elini çekmesi,
-    Özel savaş gücü olarak organize edilen özel kuvvetlerin dağıtılması,
-    Kürt illerindeki sokağa çıkma yasaklı ve savaş uçaklarıyla sürdürülen operasyonların durdurulması,
-    “Çözüm Süreci”ne bağlı görüşmelere yeniden başlanması,
-    Milliyetçilik ve din-mezhep istismarcılığı propagandasına son verilmesi için mücadele, bugün işçi sınıfı için, onun haklarını savunması ve ülkedeki demokrasi mücadelesine müdahale etmesi için vazgeçilmezdir.
-    SAVAŞA VE SAVAŞ POLİTİKALARINA HAYIR!
-    BARIŞ İÇİN MÜCADELEYE!

Evrensel'i Takip Et