18 Ekim 2015 02:31

Tiranlar ve halk

Paylaş

Kaan KOÇ

Konya’daki saygı duruşu bizim yüzümüzden bölündü. Sebebi ne olursa olsun, maçın başında patlayan ıslıkların sebebi biziz. Çünkü şimdiye dek, bu konuyu hiç mi hiç düşünmemiştik. Tıpkı diğer tüm meseleler gibi, bunu da Türkiye kadar bir halının altına süpürüp hayatlarımıza devam ettik. Haklıydık da belki; hayatta kalmanın zor olduğu, konfor ve güven alanlarımızı yaratmak için binbir yönteme ihtiyaç duyduğumuz bu coğrafyada, şahdamarımız tutulup burulmadıkça isyana başvurmadık. Bıçak kemiğe kendi inmedi, giysimizi biz soyunduk, etimizi biz uzattık, kabzasına biz güç verdik bıçağın ve şimdi diyoruz ki; bıçak kemikte.

Yıllarca maçlara gittim, tribünlerde başka başka sınıflardan insanların bir arada nasıl durduğunu gördüm. Futbolcular öldü, yöneticiler öldü, çocuklar, adamlar, siyasetçiler öldü, hakemler ya da taraftarlar öldü ama hiçbir zaman değil 1 dakika, 20 saniyelik bir saygı duruşuna bile tanık olmadım. Sükûneti bilmiyordu kalabalıklar, sağduyudan bihaberdi hepsi, anısına sessiz durulacak kişi ne denli sevilirse sevilsin, ölüm ve hayata saygı duymanın ne tür bir şey olduğuna dair zihinlerinde yer yoktu. 3 kişi ıslıklamaya başlasa bir anda 3000 kişinin ıslığına yükseliyordu bu. Bunu neden yaptıklarına dair hiçbir fikirleri yoktu. Kalabalıklara daima onların aynasından bakan çok okuyuculu yazar ve analiz ustaları, aynanın marifetine yenik düşerek ters görüyor kimi zaman meseleyi. O gün, Konya’da olanları “Bu kadarı da olmaz” diyerek izleyenlerden biriydim elbette fakat çok da yadırgayamadım. Çünkü ben bunu 15 yıl yaşadım ve bu konu bir kez olsun konuşulmadı. Çünkü onlara göre maçlara gidenler barbar adamlardı. Şimdiyse oradaki kitlenin halkın bir özeti olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Ve artık, halk dediğimiz o şey ne ise zihninizde, onunla baş başayız. Halk ayağımıza geldi.

Elbette insan olma sorumluluklarını yerine getiremeyen hiçbir canavarla kendimizi bir tutamayız ve onlara hiçbir şeyi de anlatamayız şu an belki. Sadece barışmak isteyen insanlara, sadece şiddet arzulayanlarla aynı pencereden bakmak da mümkün değil. Fakat henüz minör sancı örneklerinde ses etmediğimiz her şey majör bir depreme dönüşüp başımıza yıkılıyor.

‘KONYA ŞEHRİ’ MESELESİ

Bir de işin değinmek zorunda kaldığımız “Konya şehri” boyutu var. Buna değinme tavrımı, hiç değinmeyerek sergileme taraftarıyım esasen. Yaklaşık 70 bin yıldır tahmin sınırlarımızı zorlayan işler yapan bir tür olarak bizler, her şeyi sınıflandırma ve kategorilere ayırma eğilimindeyiz. Bu işleyişin ne kadar sağlıklı olacağını da tarihsel kültür bağlarımızın sağlamlığı belirliyor. Hal böyleyken, Konya’yı bir gecede düşman ilan edip haritadan silmek kolay tabii. Çünkü bu basit matematik, iktidar tarafından hunharca kullanılıyor; milli maçları Konya’da oynatmak, tribünü istedikleri gibi yönlendirmek ve din ticaretine bel bağladıkları bu dönemde “kendi cephelerini” kalabalıkmış gibi göstermek hayli planlı bir süreç. Bir de Konya’da oynanan milli maçlarda arka arkaya sergilenenlerin birbiriyle ne denli çeliştiğini düşünmek gerek; tekbir, 10. Yıl Marşı, Gençlik Marşı ve anlamsız anlarda yapılan Meksika dalgaları... Kısacası Konya’da, tıpkı Gezi ekseninde tribünlere sokulan 1453 Kartalları projesi gibi, iktidarın oluşturduğu bir sahne şovu vardı. İktidarın, sanal gerçekliği boğazımıza kadar soktuğu günlerde, bizler de öfkeli simülakrlar olarak “sosyal medya yarı açık cezaevinde” labirentin bize gösterilen koridorlarını yumrukluyoruz şimdi. Ve bu katran karası günleri bitirip temiz bir gökyüzü yaratacaksak, o gün belki de ilk işimiz Konya’ya gidip orada da bir barış mitingi düzenlemek olmalı. Çünkü bugün bize bırakılan manzara, Yakup Kadri’nin Yaban’ından bu yana hiç değişmedi aslında; “Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.”

Elbette şu an kimseyi o zindandan çıkartamaz, tarihin hiçbir kazazedesini şimdiki ortamda kurtaramayız. Fakat bir şeyi anlamazsak devrin tiranları düştükten sonra yine başka tiranlara başka yollarla boyun eğmek zorunda kalacağız. Sadece iki kitle var artık; tiranlar ve biz. Yani halk.

ÖNCEKİ HABER

Ankara Gar Meydanı’ndan ’Demokrasi’ Meydanı’na

SONRAKİ HABER

Çiçeksiz bir çiçek bahçesi: Ankara

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...