16 Ağustos 2015 04:29

Yanıt bekleyen sorular ve Sabahattin Ali

1944 ırkçılık-Turancılık davası olarak bilinen davanın öncesinde Nihal Atsız- Sabahattin Ali davası iki ismin temsil ettiği düşüncelerin taraftarlarınca takip edilmektedir. Dava, bilindiği gibi Nihal Atsız’ın dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yazdığı bir mektup nedeniyle açılmıştır.

Yanıt bekleyen sorular ve Sabahattin Ali

Nilüfer ALTUNKAYA

Sabahattin Ali o kadar çok ki… Herkesin kendine has bir Sabahattin Ali’si var belki de. Devletin Sabahattin Ali’leri de çeşit çeşit. Ders kitaplarında okutulan başka, sınır boylarında öldürülen bambaşka. Cezaevlerinde yatıp çıkan, siyasi düşünceleri nedeniyle öğretmenlik yapamayıp gazetecilik yapan, Aziz Nesin’le birlikte ülkenin en çok okunan mizah dergisini kapandıkça yeni bir isimle çıkarmayı sürdüren… Öğretmen, yazar, siyasi hükümlü…
Nihal Atsız’a karşı açtığı hakaret davasını kazanmış olsa da sosyal baskılara dayanamayıp çareyi Bulgaristan’a kaçmakta gören bu büyük yazarımızın hayatından kesitleri boğazınız düğümlenmeden okuyabiliyorsanız aşk olsun!
O çok satan kitaplarının kapağındaki fotoğraflarından bize olgunlukla bakan, içten içe bir sitemle gülümseyen güzel yüzüyle karşılaşmak ne ürpertici. O yılların muhasebesini yapmak, geçmişle hesaplaşmak, haklıyı haksızı belirlemek, şimdimizde olmayan adaleti geçmişe yönelik kurmaya çalışmak bana imkânsız görünüyor. Ama halkın eninde sonunda yazarına hak ettiği değeri verdiğini bu yüzden Sabahattin Ali’nin bugün çok satan yazarlar arasında olduğunu düşünmek de fazlaca iyimser bir yaklaşım.
Nazım Hikmet Resimli Ay dergisinde çalıştığı zamanlarda Sabahattin Ali’yle ilk karşılaşmalarını şöyle anlatır:
“Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve isminin Sabahattin Ali olduğunu söyledi. Hikâyelerinden birini bıraktı, çıktı. Bu, orman sanayiinde çalışan işçilerin hayatına aitti. Alman romantizminin tesiri altında yazılmış olmasına rağmen konu ve muhteva bakımından Türk edebiyatında yenilik teşkil ediyordu. Genç adamın istidatlı bir yazar olduğu daha ilk satırlarından hissediliyordu. Hikâye basıldı.”1
Aydın Erkek Sanat Okulu’nda öğretmenlik yaptığı yıllarda öğrencilerin dolaplarında Türkiye Komünist Partisi’nin gazetesi bulununca yıkıcı propaganda yaptığı gerekçesiyle üç ay tutuklu kalır. Hapishanede tanıdığı bir mahkûmdan esinlenerek yazdığı Kuyucaklı Yusuf’u üç roman olarak planlamıştır ama bu romanın sadece birincisini yazabilmiştir. Yeni Anadolu gazetesinde tefrika halinde yayımlandıkça gazetenin satışı artsa da yazara ücreti bir türlü ödenmez. Sabahattin Ali yazmayı bırakınca gazete sahibinin Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğunu ihbar etmesi üzerine bir yıla hüküm giyerek, Konya ve Sinop hapishanelerinde yatar.2
Nihal Atsız’ın Sabahattin Ali’si ile Nazım Hikmet’in Sabahattin Ali’si birbiriyle ne kadar örtüşebilir?
1944 ırkçılık-Turancılık davası olarak bilinen davanın öncesinde Nihal Atsız- Sabahattin Ali davası iki ismin temsil ettiği düşüncelerin taraftarlarınca takip edilmektedir. Dava, bilindiği gibi Nihal Atsız’ın dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yazdığı bir mektup nedeniyle açılmıştır. Bu mektupta Sabahattin Ali’nin ve diğer komünistlerin Milli Eğitim’deki görevlerinden alınmasının devlet başkanına (Milli Şef’e) olan bağlılığın bir gereği olduğu ifade edilir.
Sabahattin Ali bunun üzerine Nihal Atsız’a hakaret davası açarak mahkemede bu davanın siyasi bir dava haline getirilmemesini ister. Dava sırasında Atatürk’e hakaret ettiği suçlamalarının yeniden gündeme getirilmesi ve öykülerinden yola çıkılarak vatan hainliğiyle itham edilmesi üzerine şunları söyler:
“Vatan aleyhinde tek satırım bulunursa davamdan vazgeçer, ömrümün sonuna kadar yazı yazmamaya söz veririm.”3
Sabahattin Ali ve Nihal Atsız davası 1940’lı yıllarda sağcı-solcu, ülkücü-devrimci şeklinde biçimlenen iki kutuplu savaş ortamının ülkemizdeki yansımasına güzel bir örnektir. Uğur Mumcu, o dönem için “Atsız olmazsa bir başka Atsız; Sabahattin Ali olmazsa bir başka Sabahattin Ali bulunurdu.” 4 diyerek günün siyasi ortamını ne güzel anlatır.
O kadar çok Sabahattin Ali var ki…
Yıllarca ‘resmi’ edebiyat tarihçilerimizin görmezden geldiği bir isim olarak var mesela. Asım Bezirci bu yok sayılmayı “sınıfsal çıkarların belirlediği bir gizli sansür” olarak yorumlarken hiç de haksız sayılmaz. Bugün aynı sansürün ideolojik yakınlığı olan kesimlerce de uygulanmadığını söyleyebilir miyiz? Aslında sol ideolojinin aydınlarının da Sabahattin Ali’yi nasıl ve ne kadar sahiplendiği konusu hâlâ titiz bir araştırma beklemektedir.
Bir ülke düşünün ki en büyük yazarlarından birinin ölümüyle ilgili soru işaretleri güncelliğini korurken hâlâ mezarı bulunamasın. Diğer yandan bu yazarın ülkenin edebiyatında temel teşkil eden yapıtları baskı üstüne baskı yapsın. Öldürülme nedeni katili tarafından “milli hislerini tahrik etmek” olarak kayıtlara geçsin. Üstelik cinayetin suçlusu toplam 4 yıla hüküm giysin ve kısa süre sonra afla özgürlüğüne kavuşsun.
Yaşadığı zorlukların nedenini kendisi ne güzel anlatır:
“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.” 5
İşte kendi tarihimizle yüzleşmeden hangi Sabahattin Ali’yi bugüne taşıdığımızı anlamamız pek mümkün görünmüyor. Bence asıl yanıtlanması gereken soru onun yıllar önce sorduğu sorunun ta kendisi:
“Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimiz verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”6

1 Sabahattin Ali, Hayatı, Hikâyeleri, Romanları, Asım Bezirci, Oluş Yayınevi
2 Bkz: A.g.e.
3 Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi
4 A.g.e.
5 A.g.e.
6 A.g.e.

Evrensel'i Takip Et