29 Şubat 2012 14:03

‘Demokrasiye balans ayarı yaptık’

“Demokrasiye balans ayarı yaptık.” 28 Şubat döneminin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, 28 Şubat askeri müdahalesini bu biçimde tanımlamıştı. Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak da, bu müdahaleye ilişkin olarak yapılan ‘postmodern darbe’ tanımının doğruyu ifade ettiğini söylemişti.

‘Demokrasiye balans ayarı yaptık’
Paylaş

Fatih Polat

 

Bu dosya 28 Şubat dönemini, daha çok, bugünü ve geleceği de ilgilendiren siyasal yönleriyle ele almayı amaçlıyor.  Tam da bu açıdan, yukarıdaki kategorileştirmelerin izini sürmek, onları tartışmak önemli.

12 EYLÜL’ÜN DİKİŞLERİ ZORLANIYOR

Yaklaşık 10 yılda bir askeri darbe ortamını yaşamış olan Türkiye, 12 Eylül 1980 darbesinin yerleştirilen düzenin, ‘yara almaya’ başlamasıyla birlikte, bu darbeyi gerçekleştiren güçler açısından bir ‘balans ayarı’ ihtiyacı da kendisini alttan alta hissettirmeye başladı. Daha sonraki gelişmeler bunu teyit eden nitelikteydi.

’89 Bahar eylemleri, Zonguldak Madenci Yürüyüşü ve daha bir dizi işçi ve emekçi eylemi, kamu emekçilerinin mücadelesi düzenin 12 Eylül darbesiyle atılmış olan dikişlerini zorlamaya başlamıştı. Kürt hareketinin mücadelesinin devleti rahatsız eder bir boyuta doğru ilerlemesi, tırmanan çatışmalar ve yaşanan siyasal cinayetlerle Türkiye hareketli ve gerilimli bir süreci yaşıyordu.

Sermaye partilerinin sorgulandığı bu ortamda ‘Adil Düzen’ sloganını kullanan ve ezilenlerin taleplerine seçim kampanyasında yer veren Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, 1994 yerel seçimlerinin hem Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölge illerinde, hem de batıda yükselen partisi oldu. RP’nin 24 Aralık 1995 Milletvekili Genel Seçimlerinde oyların yüzde 21.4’ünü alarak birinci parti çıkması ise bu yükselişin tesadüfi olmadığını gösterdi.
Ve RP, kendisinden sonraki ikinci parti olan Doğru Yol Partisi (DYP) ile Refahyol Koalisyonu’nu oluşturarak TBMM’den güvenoyu aldı. Ne var ki, adil olmayan bir seçim sistemiyle dahi olsa seçilmişlerin oluşturduğu Meclis’ten güvenoyu alan Türkiye Cumhuriyeti’nin 54. Hükümeti, kısa bir süre sonra görüleceği gibi generallerden ‘güvenoyu’ alamamıştı.

TANKLAR SİNCAN’DA

30 Ocak 1997 günü Ankara’nın Sincan Belediyesi Başkanı Refah Partili Bekir Yıldız, İran lideri Ayetullah Humeyni’nin işgal altındaki Kudüs’ü anmak için 17 yıl önce başlattığı geleneği, Sincan’da düzenlediği bir toplantı ile sürdürdü. Kudüs Gecesi’nde bir konuşma yapan Yıldız, türbanı ve karayolu ile haccı savunurken, başörtüsünün Müslümanlar için “şeref sancağı” olduğunu söyledi. Geceye, İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de katılarak, bir konuşma yaptı. Bagheri konuşmasında, Amerika ve İsrail’i düşman ilan ettiklerini belirterek, şeriat çağrısı yaptı. Bu gecede Star muhabiri Işın Gürel saldırıya maruz kaldı. Erbakan iktidarına karşı, 28 Şubat’ı hazırlayan güçler bu gelişmeler üzerine harekete geçti. Yıldız’ın tutumu gazete manşetlerinden eleştirilirken, verili durumla örtüşmeyecek düzeyde ‘irtica tehdidi’ vurguları da öne çıkmaya başladı.

3 Şubat 1997 günü DGM, Sincan’daki Kudüs Gecesi için inceleme başlattı. Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, komutanlarla toplandı. Sincan olayları üzerine şunları söyledi: “Kamuoyunun rahat nefes alabilmesi için İçişleri Bakanı görevini yerine getirmeli ve gerekli işlemleri yapmalı.” 4 Şubat 1997 günü ise Sincan’da 20 tank ve 15 zırhlı araç geçiş yaptı. Belediye Başkanı Bekir Yıldız da aynı gün gözaltına alındı ve ardından tutuklandı.

Gazetelerin manşetlerine taşınan ve televizyonlardan art arda verilen Sincan’daki tank geçidi görüntüleriyle darbenin ‘silahlı’ kısmı da adeta doldurulmuş oluyordu. Türkiye siyasi tarihinde darbelerle özdeşleşmiş tank metaforu da böylelikle yerine getirilmişti.  Bunun tam olarak ne anlama geldiği ise, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından, 21 Şubat 1997 günü, Washington’da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda şu sözlerle ifade edildi: “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık.”

28 Şubat sürecinin en önemli isimlerinden dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın 25 Şubat 1997’de dile getirdiği şu sözler ise, müdahalenin en açık işaretlerinden birini oluşturuyordu:  “Yıllardır, devletin geleceği için birinci tehdit PKK terörü idi. Ancak güvenlik güçleri görevini yaptı ve PKK olayı kontrol altına alındı. Aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi. Tehlike üç boyutludur. Laik Cumhuriyet’e, çoğulcu demokrasiye ve sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike.”

‘SİLAHSIZ KUVVETLER’ DEVREDE

Oramiral Güven Erkaya’nın şu sözleri ise, 28 Şubat’ı karakterize eden sözlerden biriydi: “Bu defa silahsız kuvvetler gereğini yapsın.”  TİSK, TESK, Türk-İş ve DİSK’in yayınladıkları “Laiklik ve demokrasi sahipsiz değil” vurgusunu öne çıkaran bildiri Güven Erkaya’nın sözlerinin teyidi anlamına geliyordu. Bu kurumlar ve başka bir dizi kurum, rektörler, yargı, kendilerine bizzat asker tarafından verilen brifinglerle 28 Şubat sürecine hazırlandı ve bu müdahalenin ‘silahsız kuvveti’ olarak rol oynadılar.


BATI’NIN G-7’SİNE KARŞI D-8’LER

Erbakan’ın liderliğindeki Refahyol iktidarının sadece generallerden değil, Batı kapitalizmi ile işbirliği halindeki Türkiye büyük burjuvazisi içinde endişe kaynağı oluşturan adımları da olmuştu. ‘Anadolu Sermayesi’, ‘Yeşil Sermaye’, ‘İslami Sermaye’ gibi çeşitli isimlerle de anılan ve yavaş yavaş büyümeye başlayan sermaye kesiminin desteğini de arkasına alan Erbakan, Libya gezisinin hemen ardından ‘İslam Ortak Pazarı’ için düğmeye bastı ve Batı’nın
G-7’sine karşı, 1,5 milyar Müslümanı içine alan D-8’ler grubunu kuracaklarını açıkladı. Erbakan D-8’leri İslam Birliği’nin çekirdeği olarak görüyordu.
4 Ocak 1997’de sekiz Müslüman ülkenin katılımıyla İstanbul’da D-8 Grubu Dışişleri Bakanları Toplantısı yapıldı. Toplantıya, Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ile Devlet Bakanı Abdullah Gül katıldı. Toplantı sonunda yayımlanan ortak bildiri ile, hükümetlerine “D-8 Grubu” olarak adlandırılacak bir işbirliği mekanizması oluşturulmasını önermeyi kararlaştırdıklarını ve 1997 yılının ilk altı ayında liderler zirvesi yapılması kararlaştırıldığı açıklandı. Başbakan Necmettin Erbakan, toplantının açılış konuşmasını yaptı. Erbakan daha sonra düzenlediği ortak basın toplantısında “D-8’in kurulması için önemli bir adım atılmıştır” dedi.
Bu iddialı ekonomik hamlelerin yapıldığı ortamda RP’li kimi belediyelerin bazı tasarrufları da dikkat çekmeye başladı.


YILLAR SONRA GELEN İTİRAFLAR

28 Şubat döneminin güçlü medya patronlarından olan ve o dönem Sabah grubunun sahibi olan Dinç Bilgin, medyanın 28 Şubat’ta nasıl kullanıldığını bizzat içeriden anlatan, itiraf eden isimlerden biri oldu. Bilgin, 4 Ocak 2010 günü şunları söyledi: “28 Şubat döneminde askeri bürokrasi, yargı ve basın, rejimin üç ayağı olmuştu. Ben de dönemin egemenlerindendim. Çok büyük kabahatlerimiz oldu.”

28 Şubat’ın 15. yılında TRT Haber Gündem Programı’na konuk olan Vatan Gazetesi yazarı Can Ataklı da, “DYP’li Bahattin Yücel’i ben istifa ettirdim” dedi. 1997 yılında irticanın birinci tehdit olarak görüldüğünü anlatan Ataklı, Doğru Yol Parti’li (DYP) milletvekillerinin “Cumhuriyet tehlikede” söylemleri ile istifaya zorlandığını, dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel’e istifa etmesini ise kendisinin söylediğini kaydetti. Ataklı, “Dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel’e gittim. Hakkında yolsuzluk haberleri yapılacaktı. Ailesini bir araya toplayın konuştum, istifa etti.” dedi.

YARIN: Erbakan 28 Şubat kararlarını imzalıyor

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Roboski’de acılar ilk günkü kadar taze

SONRAKİ HABER

Aliağa'da taşeron işçiler sendikalaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...