9 Ağustos 2008 00:00

ÖZGÜRCE


Son rektör atamalarına yönelik üniversite içinden ve dışından gelen tepkileri Abbas Güçlü'nün Milliyet'teki yazısının başlığı özetliyor: "Demokrasi Üniversitelerde Rafa Kaldırıldı". YÖK'ün ve Cumhurbaşkanı'nın rektör atamalarındaki tutumlarının demokratik olduğunu iddia etmek elbette mümkün değildir. Ancak, bugüne kadar üniversiteler çok demokratikti de şimdi bu demokrasi ortadan kalkıyormuş gibi bir anlayış da kabul edilemez.
Zira YÖK, üniversiteyi kendi iç dinamikleriyle işleyen bir bilim ortamı olmaktan çıkartıp, piyasanın ve siyasi erkin güdümü altına sokmayı hedefleyen; bunu da kışla düzeni içerisinde yani, üniversite içinde baskı kurarak gerçekleştirmeyi hedefleyen bir kurumdur. Dolayısı ile hangi düşünce tarafından yönetilirse yönetilsin YÖK düzeni içerisinde demokrasiden söz etmek zaten mümkün değildir. YÖK düzeninin hakim olduğu 27 yıllık sürece baktığımızda anti demokratik uygulamaların binlerce örneğini görmek mümkündür. Üniversitelerin ve bilimin toplumsal sorunlar konusundaki duyarsızlığı da bu anti demokratik yapının en somut sonucudur.
Bugün AKP iktidarıyla YÖK ve üniversitelerde dönüşümü demokrasinin rafa kaldırılması olarak tarif edenlere sormak gerekir: Bundan önceki dönemlerde rektör seçimleri ve karar alma mekanizmaları çok mu demokratikti? Sadece rektör atamalarında YÖK ve Cumhurbaşkanı'nın üniversitedeki seçim sonucuna değer vermeyip keyfi karar vermesi noktasında değil, üniversitedeki rektör seçimleri aşamasından başlanarak demokrasi ayaklar altına alınmaktadır. Sadece rektör seçimlerinde değil, üniversite içerisinde karar alma mekanizmalarında da demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Her ne hikmetse bugünkü YÖK yönetiminin ve Cumhurbaşkanı'nın tavrını anti demokratik bulanlar 27 yıldır süren yapıya karşı ses çıkartmamışlardır. Örneğin araştırma görevlilerinin iş güvencesi olmaması; sendikalaşmaya çalışan üniversite emekçilerinin işten çıkartılması; üniversitede taşeron çalıştırma, atama ve yükseltmelerde yaşanan keyfiyet; halay çeken, saz çalan öğrencilerin öğrencilik haklarının ellerinden alınması ve benzer daha pek çok anti demokratik uygulama görmezden gelinmiştir. Pek çok öğretim üyesi için ek derslerden, yaz okullarından, tezsiz yüksek lisanslardan alacakları ek ücretler ve yüklü projeler üniversitelerde yaşananları ve üniversitenin bilimin toplumdan uzaklaşmasını sorgulamamak için yeterli olmuştur.
Uzun sözün kısası; AKP'nin gerçekleştirmeye çalıştığı üniversiteleri ele geçirme operasyonunu kabullenmek mümkün değildir. Ancak, AKP için sık sık vurguladığımız ve üniversitedeki öğretim üyelerinin büyük bölümü için de geçerli olan "kendine demokrat" olma haliyle de bu sorun çözülemez. Üniversitenin gerçek işlevini yerine getirebilmesi için gerekli olan demokratik yapıya kavuşması, YÖK düzeninin bütünüyle sorgulanması ve ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu da ancak, üniversite içindeki demokrasi inancına sahip emekçi örgütlerinin yürüteceği mücadele ile olur. Maalesef Eğitim Sen'de dahil olmak üzere emek örgütlerinden bu konuda henüz hiçbir ses çıkmamıştır (!)
***
Hayat'ın karartılmasının ardından bu köşedeki yazımı; ""Hayat'ı yaratan emekçilerin gücü Hayat'ı yaşatmayı da bilecektir. Ve Hayat, çok daha güçlü olarak emekçilerle yeniden buluşacak ve yoluna devam edecektir...!" diyerek bitirmiştim. Evet, emekçiler Hayat'ı yarattıkları gibi yaşatmayı da bildiler. Hayat'ın karanlıkta kaldığı süreç, son derece öğreti olmuştur.
Bu süreçte bir taraftan Hayat'ın bugüne kadar benimseniş olduğu çizginin emekçiler tarafından desteklendiği ortaya çıkmış, diğer taraftan ise emek ve demokrasi güçlerinin dayanışma içinde başarıya ulaşabilecekleri bir kez daha görülmüştür. Hayat, bundan böyle kendisini yaratan ve yaşatanlarla çok daha güçlü olarak yoluna devam edecektir.
Hayat'ımız aydın olsun, aydınlık kalsın…!
Özgür Müftüoğlu

Evrensel'i Takip Et