28 Aralık 2011 12:37

Savaş, dünya ve edebiyat

Edebiyat, zaman içerisinde en genel ifadesiyle “olay, düşünce, duygu ve hayalleri estetik bir biçimde ifade etme sanatı” şeklinde tanımlanmıştır. Bu makalede edebiyatı bu şekilde tanımlamaktan çok, toplumun gelişimiyle nasıl birlikte ilerlediği ve gelişen toplumların edebiyatı nasıl “geliştirdiği” üzerinde duracağı

Savaş, dünya ve edebiyat
Erdi Tütmez

İnsanoğlu varolduğundan beri sürekli bir ilerleme içerisindedir. Bu ilerleme ilk başlarda daha çok ihtiyaçların karşılanması şeklinde iken, günümüz dünyasında ise durum çok daha farklıdır. Günümüz insanı  artık kendi ihtiyaçlarını karşılamanın dışında birşeyler üretmektedir. Ancak; her insan şüphesiz ki bir değildir ve düşleri, kurgusu birbirinden farklıdır.
Edebiyat aynı zamanda da o çağın aynasıdır tanımını da sık sık duymuşuzdur. Herhangi bir dönemde yaşanan olaylar bize edebiyat üzerinden yansır. Bu tanım, bakıldığında doğru olabilir. Ancak burda önemli olan, edebiyatın bize ne üzerinden ve ne şekilde yansıdığıdır.

EDEBİ SAVAŞ!
Tarih boyunca “savaş” teması edebiyat içinde de çok sık işlendi. İşlenirken pek çok yazar savaşın dram boyutunu ele alırken; diğerleri savaş içinde büyüyen, kanla beslenen imparatorları, padişahları yere göğe sığdıramadı.

Bir örnek verirsek, “senin atının nalı sanki fetih bayramının hilali; o nalın çivisi ise zafer burcundaki yıldızdır, hayır yıldız değil, güneştir”.

Bu beyitler Ahmet Paşa’nın Güneş adlı kasidesinden. Ahmet Paşa burda Fatih Sultan Mehmet’i adeta yeni bir fethe hazırlarken; “gaz veriyor’’ ve motive ediyordu.
Ortaçağda da durum farklı değil, hatta “savaş naraları’’nın daha bir yüksekten duyulduğu bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Ortaçağ tam anlamıyla savaş edebiyatının doruk noktalarına ulaştığı dönemlerden biridir. Batı ile Doğu’nun amansız savaşı, edebiyatta “olduğu gibi” yer bulmuştur. Bu dönem yazılan destanlar olan Almanların “Niebelungen’’, İskandinavların “Grettir, Volsunga”  gibi destanları tamamen savaşlarla, kanla örülmüştür. Hatta “Niebelungen’’ destanı yaklaşık 7 bin yıl sonra Hitler Faşizminin başucu yapıtı olarak da tarihe geçmiştir.

Türkiye’de ise Kurtuluş Savaşı’nın propagandasını yine “savaş’’ yapmıştır. Bu edebiyat ilhamını Türk -İslam sentezinden almış; “şehitlik, kızıl elma döngüsü’’ gibi kavramları kullanmıştır. Örneğin; Kurtuluş savaşını yüceltmek için “Harp Mecmuası’’ kurulmuş; böylelikle savaş taraftarları olan bir edebiyat topluluğu bile oluşmuştur.

Ve dahasını sayamadığımız yüzlerce örnek!

20. yy.’ a özel olarak bakarsak dünyanın büyük buhranlar, savaşlar geçirdiği bir yüzyıl olduğunu görüyoruz. İnsanoğlu aklını bir silah haline getirmeyi başardı ve teknoloji büyük bir ilerleme kaydetti. Dile kolay! Tam 2 büyük dünya savaşı yaşandı ve milyonlarca insan bu savaşlarda hayatını kaybetti.

EKİM DEVRİMİ VE BAŞKA BİR İNSAN

20.yy’da tarihe geçen en önemli olaylarından biri de kuşkusuz “Ekim Devrimi” oldu. Ekim Devrimiyle birlikte, Sovyet Edebiyatçılarının eserlerinde karamsarlık değil, umut vardı. İnsan, burada “figüran’’ değil, bizzat oyuncudur ve değiştirendir. Sovyet Edebiyatı o dönem ve günümüze kadar insanlığa çok şey öğretmiştir ve öğretmektedir de.

1917 Ekim Devrimi bir halkı düşünmeye, sorgulamaya ve okumaya yönellti. Melankoliden, uyuşmuşluktan kopan bu halkta müthiş bir bilme arzusu uyandı.

Lenin 1913’ te “dünyanın en geri ülkesiyiz’’ diyordu, ancak kültürel açıdan geri olan bu ülke kaderini Ekim devrimiyle birlikte değiştirdi ve dünya edebiyatına yön verdi. Devrimden sonra ise SSBC’de yer alan her halk kendi dilini devlet okullarında öğrendi ve kültür giderek zenginleşti. Çarlık döneminde birçok halkın dili yasak, baskı altındaydı. Ancak Sovyetlerde 30’ a yakın dil, devlet tarafından okullarda okutulmaktaydı. İşte bu olgular Sovyet halkını büyük bir okuma tutkusuna evriltti. Sovyet halkı sadece kendi dilinden olan eserleri okumadı. Dünya edebiyatından çeşitli dillerdeki eserler Rusçaya çevrildi ve büyük bir okuma oranı yakalandı. Bu halka göre edebiyat artık insanin öğrenmesiydi, öğretmesiydi ve değiştirmesiydi. Savaşın, kanın, gözyaşının işlendiği değil, kardeşliğin, yeni bir dünya özleminin adresiydi.

İNSAN RUHUNUN MÜHENDİSLERİ!

Stalin’in dediği gibi Sovyet edebiyatçıları birer insan mühendisi olmuşlardı. Sadece kendini düşünen, çıkarcı insan düşüncesi tarihin çöplüğüne atılmış; onun yerine kollektif bir yaşamı örgütleyen, bambaşka bir insan modeli ortaya çıkmıştı. Bu insanlar büyüyordu, çoğalıyordu ve hala baskı altında yaşayan, ezilen birçok halka da ilham kaynağı oluyordu.

Andre Bonnard: “…Ekim devrimi gerçekten de aydınların bu tipine sert bir darbe indirdi. Manevi hayatın asalak bir örneği olarak yok oluşa mahkum etti. Ruhani eserlerle yaşayan, kendi kişisel zevkini buradan tatmin eden sadece oyun zevki peşindeki bu kısır aydın tipi Ekim Devrimi tarafından mahkum edildi ve imajı silindi. Daha doğrusu devrim fiziki olarak yok etme ihtiyacı duymadan onu silahsızlandırdı ve minder dışına itti, çaresizliğe ya da dağılmaya mecbur bıraktı.” (Şeref Aydın’ın Anısına, 2. Cilt, Hazırlayan C. Sercan, Evrensel Basım Yayın, s. 51)

İNSANLIĞIN DEĞERLERİ VE BUGÜN

21. yy’da  insanlığın bu mirasına büyük saldırılar var.Burjuvazi bunları unutturmaya çalışıyor.Bireyci, okumayan, sorgulamayan insan tipini bizlere reva görüyor. İktidarlarıyla, medyasıyla, edebiyatıyla bunu dayatıyor. Ancak bu büyük mirasın hala özgürlük mücadelesi veren halklara esin kaynağı olduğunu bilmiyor.

Lenin “şu an en geri ülkeyiz’’ diyordu ülkesi için. Evet, şimdi bizde en geri konumda olabiliriz. Ancak bu yazgıyı değiştirmek, insan olma mücadelesini yükseltmek de yine bu insanların işi.
Ve insanlık zamanında bunu gerçekleştirdiğini biliyor!

Evrensel'i Takip Et