9 Eylül 2009 00:00

UFUK


Türkiye’yi yakından izlemeyen yabancı bir gazeteci, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in, Adli Yargı Yılı açılışında yaptığı konuşmayı dinlese, herhalde ‘Siyasi iktidara karşı hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını savunan gerçek bir hukuk adamı’ diye düşünür.
Eğer bu yabancı meslektaşımız, Gerçeker’in konuşmasındaki vurguların nereye oturduğunu daha iyi anlamak için Türkiye yakın dönem siyasi tarihine ve ülke içindeki güç dengelerine, didişme konularına da bakma ihtiyacı duyarsa muhtemelen ilk verdiği tepkiye daha temkinli yaklaşacaktır.
Gerçeker’in, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK üyesi konumlarının iktidarın ‘yargı reformu’ taslağında da korunmuş olmasını eleştirmesi, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesindeki Meclis’in rolüne itiraz etmesi ve benzeri açıklamaları, elbette ki, AKP’nin yargıyı kendi politik ekseninde siyasallaştırma eğiliminin bir ifadesidir. Ancak Yargıtay Başkanı’nın Yüce Divan yetkisinin kendilerine verilmesi talebinden tutun da, Ergenekon davasına dair kullandığı kimi ifadeler, 28 Şubat’tan bugüne devlet içindeki farklı güç odaklarının hegemonya mücadelesinin devam ettiğinin çıplak bir ifadesi gibiydi.
Türkiye’de hukuk sistemini tamamen askeri bir darbenin emrine sokan ve yeni anayasayı da militarist kaygılar ve neoliberal ihtiyaçlar ekseninde –Evren’in ‘12 Eylül olmasaydı 24 Ocak kararları uygulanamazdı’ sözünü hatırlayalım- 12 Eylül düzenine hiçbir şey söylemeyen bir hukuk adamının sözlerini toplumun adalet duyguları açısından alkışlayabilir miyiz?
Diğer yandan toplumda Kürt sorununun demokratik çözümü konusundaki talebin düne göre daha yaygınlaştığı bugünkü süreçte, bu sorunun çözümüne katkı sunacak demokratik yeni bir anayasa ihtiyacına vurgu yapmayan bir hukuk adamı nasıl alkışlanabilir?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın da gazetecilerin ‘Yargı Reformu Strateji Taslağı’na yönelik, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in eleştirilerine katılıp katılmadığının sorması üzerine, eleştirilere aynen katıldığını söylemesi de, yine aynı bağlamda anlaşılabilir. Yargıtay cephesi, bu yargı yılının açılışını, 28 Şubat’tan bugüne gelinen süreçte güç dengelerindeki oynamaların ve AKP’nin pozisyonu ve icraatlarının karşısında bir tutum alma imkanı olarak değerlendirmek istemiştir. Ne Gerçeker’in ne de Yalçınkaya’nın konuşması toplumun bugün ihtiyaç duyduğu demokratikleşme taleplerine yer verir niteliktedir.
Dahası her iki kilit konumdaki hukuk adamının bu konuşmaları, yargının, yeni anayasa ve Kürt sorununun çözümüne yönelik ciddi demokratikleşme taleplerinin karşısında olacaklarının sinyali olarak da okunabilir.
Deneyimli her gazeteci, kilit konumdaki kişilerin yaptıkları konuşmaların, söyledikleri kadar söylemedikleri açısından da değerlendirilmesi gerektiğini bilir. Hatta kimi zaman, söylenmeyen şeyler, söylenenlerden daha anlamlıdır. Onların söylenmeyiş nedeninde kişi ve kurumların durdukları yerin tam adresini de bulabiliriz.
Yargı organlarının kilit noktalarındaki isimlerin böylesi bir tutum alması, amaçladığı gibi iktidarı hırpalayan, yıpratan değil, tam tersi olarak ona, statükocu eğilimlere karşı bir umut olma rolü kazandıran bir etki de yaratabilir. Cumhuriyet mitingleri ve AKP’yi kapatma davalarının ardından iktidarın seçmenden daha fazla destek görmüş olması da bunun bir işaretidir. Değilse, başka nedir?
Gerçeker bunlara katılmadığını söyleyebilir, ama Türkiye’nin de gerçeklere ihtiyacı var.
AKP gericiliği ile mücadele adı altında onu güçlendirmekten başka bir işe yaramayan bu tür çıkışlar, herhalde hukuk fakültelerinin birinci sınıf öğrencilerini bile ikna etmeyecektir.
FATİH POLAT

Evrensel'i Takip Et