19 Ağustos 2010 00:00

Evet boykot


Mini anayasa paketinin fazla bir değişime uğramadan Anayasa Mahkemesi tarafından kabul görmesiyle referandum kaçınılmaz oldu. Hükümetin icraatlarının yüksek yargıya takılmadan sorunsuzca gerçekleşmesi için evet oyları AKP için hayati önemde. Bu nedenle AKP evet oylarının demokratikleşmenin önünü açacağının propagandasını yapmaya başladı. Yüksek yargının demokratik bir niteliğe büründürülmesi elbette gereklidir. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve askeri vesayet altında tutulan siyasetin önünün açılması, egemenliğin kayıtsız şartsız millete geçmesi için öncelikle değiştirilmesi gereken onlarca antidemokratik yasa vardır. Çünkü demokratikleşmenin öncelikli yolu milli iradenin bir an önce Meclis’e yansıması ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünden geçmektedir. Bunun için seçim barajının kabul edilir düzeye düşürülmemesi çok düşündürücüdür. Millet Meclisi’nde hatırı sayılır Kürt milletvekilleriyle yapılacak görüşmeler çatışmalı ortamın gündemden çıkmasına, en azından neler yapılması gerektiği üzerine ciddi bir yol haritasının şekillenmesine neden olacaktır. Oysa AKP Hükümeti oy yüzdesinin değiştirilmesinden hiçbir şekilde yana değildir. Bununla millet iradesine ipotek koyan 12 Eylül Anayasası’na sahip çıktığı gibi demokratik çözümün önündeki önemli bir engelin kaldırılmasını isteyenlere de tepki göstermektedir. Referanduma sunulan bu mini anayasa paketinin demokratikleşmenin yolunu açacağı mantığı gerçekçi olmadığı gibi Kürt sorununa da bir çözüm getirmemektedir. Hele hele referandumun Türkiye’nin karanlık geçmişiyle hesaplaşması söyleminin ise en azından siyaseten karşılığı yoktur. Çünkü 12 Eylül Anayasası’nın birçok maddesi değiştirildi; ancak bu değişiklikler anayasanın ruhuna sinmiş olan faşizan özelliğini yok etmedi. 12 Eylül ile hesaplaşmak sadece ve sadece 12 Eylül Anayasası’nın tamamen değiştirilmesiyle mümkün olacaktır. Mini anayasa paketiyle partilerin kapatılmasını zorlaştırmak için Meclis onayına bağlamak ise işin daha vahim yönü. AKP ile CHP’nin el ele vererek bağımsız adayların oy pusulasını kaldırıp çarşaf listeye dahil ederek Kürt milletvekili adaylarına verilen yüz binlerce oyun iptal etmelerine neden olan işbirliği unutulmadı. BDP’nin kapatılması için fezlekenin Meclis Başkanlığı’na geldiği gün Meclis’teki partilerin bu partinin kapatılması için yarışacaklarına hiç kuşku yok. İptal edilen oylarla birlikte 3 milyona yakın oy alan BDP’yi terörist diye nitelendirip görüşmek istemeyen, Kürtlere şerefsiz diyen AKP’li milletvekilleri hakkında hiçbir işlem yapmayan Başbakanın açık tavrı ortada dururken, BDP ile ilgili kapatma konusunda bir saniye duraksamayacakları çok açıktır. Zaten DTP’nin kapatılma sürecinde ellerini ovuşturarak bekleyenler, kendileri söz konusu olduğunda hemen parti kapatmayı sözde zorlaştıran maddeyi mini pakete ekleyiverdiler. Üstelik gerek açılım sürecinde gerekse mini anayasa paketi tasarı aşamasında iken BDP, alternatif yasa önerilerini içeren bir dosya hazırlayıp hükümete sundukları halde AKP sözcüleri, “Hiçbir partiden bu konuda bize bir öneri gelmedi” diyerek yalan söyleyebildiler. Mini anayasa paketinin hazırlanışında BDP katkı sunmaya her zaman hazır olmasına, önerilerini sunmasına rağmen AKP yetkilileri bırakın önerileri tartışmayı, görüşmeyi bile kabul etmediler.
Açılım ve demokratikleşme konusunda da aynı içtensizlik AKP eliyle sergilendi. Bir taraftan açılım yapılarak analar ağlamasın denilmekte diğer taraftan da Kürtlerin öfkelerini doruğa çıkartacak hamleler yapılmakta tereddüt edilmedi. Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yaparak ilkokul çocuklarının on yıl hapse mahkum edilmesi için oy veren AKP milletvekillerinin bu zalimliğini açılımın neresine koymak mümkün? KCK operasyonuyla iki bin DTP/BDP siyasetçisini uydurma gerekçeyle tutuklanmaları ve Nazi yöntemiyle bunların teşhir edilmesi AKP’nin faşizan yüzünü göstermeye yetti. Barış elçisi olarak gelenlerin tutuklanması Kürtlere dağa çıkın, ovada size siyaset yok anlamına gelmektedir. Zaten Başbakanla paralel düşünen Genelkurmay Başkanı da dağa gidin demekten çekinmedi. Filistin’deki çocuklar için gözyaşı döken Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürt çocukları söz konusu olduğunda “Çocuk da olsa, kadın da olsa gereken yapılacaktır” diyecek kadar insani duygulardan yoksun olduğunu göstermekten çekinmemektedir. Zalimlik ve vicdansızlık konusunda AKP iktidarı, Tansu Çiller ve Doğan Güreş’i geride bıraktı. Bugün bile Ergenekon’un avukatı olan bir partiyle görüşen Başbakan, BDP’yi terörden nemalanan bir parti diye göstererek görüşmeyeceğini açıkladı. Başbakan, BDP’nin bu kirli savaştan nasıl nemalandığını açıklamak zorundadır. 2 bin BDP’linin tutuklanması, BDP’lilerin her gün saldırıya uğramaları nasıl bir nemalanmadır? Aslında Başbakanın bu tavrı kendilerini koşulsuz destekleyen liberallerin yüzüne vurulmuş bir tokattır.
Yukarıdaki birkaç örnek bile AKP’nin ne Kürt sorununu çözmede ne de demokratikleşmede bir irade göstermeyeceğini çok net olarak göstermektedir. AKP kendi siyasetini uygulamada karşılaştığı sorunları halkı maniple ederek çözmek derdindedir. Yoksa demokratikleşme ve Kürt sorununu demokratik zeminlerde çözmek, 12 Eylül anayasasını değiştirmek konusunda hiçbir niyeti yok. Zaten referandumda bu mini anayasa paketi geçtikten sonra AKP’nin anayasa ile sorunu da kalmayacaktır. Bir daha anayasa değişikliğini gündeme almayacaktır. Kaldı ki, önümüzdeki seçimlerde AKP’nin bu kadar milletvekili çıkarmayacağı da şimdiden kesin gibi görünüyor. Ancak yine de, bu referandumda AKP umduğunu bulamazsa yepyeni bir anayasa değişikliği gündeme gelebilir. Evet oylarının çoğunluk olması durumunda AKP yeni bir anayasaya ihtiyaç duymayacaktır.
İşin acıklı yanı ise başta Taraf gazetesi yazarları olmak üzere birçok sol demokrat çevrenin bu mini anayasa paketinin demokratikleşmenin önünü açabilecek nitelikte olduğunun propagandasını yaparak, şimdiden olası gerçek bir demokrasi talebini ve girişimini engelleyecek pozisyona bürünmeleri oldu. Bunların temel argümanı bu değişimin yetersiz olduğunu söyleyerek yine de evet oyu kullanılması gerektiği. Oysa bunlar ya AKP’nin gerçek niyetini okumada yetersizler ya da AKP’nin tamamen dümen suyundalar. Birilerinin sözde bu liberal kesime ehvenişerin şerlerin en kötüsü olduğunu hatırlatmalı. Sol demokrat liberallerin yapması gerekenin mini anayasa paketleriyle değil, anayasanın tümden değiştirilmesi için çaba gösterilmesi olmalıydı. Anayasa’nın ruhuna sinmiş olan faşizan ve ırkçı zihniyetin mini değişikliklerle giderilmeyeceği gerçeğini artık anlamak gerekli. Ayrıca bu mini değişikliklerin 12 Eylül Anayasası’nın ömrünü uzatmak gibi bir işlevi olduğu da unutulmamalı.
AKP bugüne kadar sürdürdüğü riyakar siyasetle ve yüzüne taktığı sahtekar demokratik maskeyle bu güne kadar yaptığı Kürt düşmanlığıyla, Kürtlerden, grev hakkı tanınmadığı kamu emekçilerinden, sorunlarını çözmediği Alevilerden, militarizmi özel orduyla besleyen savaşçı karakteriyle demokratlardan, hangi yüzle oy isteyecek, doğrusu merak konusu.
Sonuç olarak, sözde askeri vesayete karşı olma maskesiyle Kürtleri AKP’nin kuyruğuna takma çabası içinde olan sözde liberal yazarlar umduklarını bulamayacaklar. Demokratik, katılımcı, insan haklarına saygılı, tüm etnik grupların ve değişik inanç sahiplerinin kendilerini özgürce ifade edebileceği yeni bir anayasa için bu referandum boykot edilmelidir. Unutulmasın ki, boykot kararıyla beraber hayır oyları AKP’de olmayan demokratik zihniyetin yeşermesine neden olabilir; Kürt sorununa çözüm iradesini kazandırabilir.
Evet boykot… Eşitlik için, özgürlük için…
MUSTAFA YELKENLİ

Evrensel'i Takip Et