13 Eylül 2010 01:00
GDOların sağlık riskleri
DİĞER HABERLER
Yirmi birinci yüzyılda geldiğimiz noktada, bundan yirmi yıl öncesinde tahmin edebileceğimizin kuşkusuz çok daha ilerisindeyiz. Beslenme kaynaklarımıza baktığımızda ise, bundan iki bin yıl öncesine göre bile çok az farkı var, aynı ekmeği yiyoruz, aynı sütü içiyoruz; kısacası beslenmek amacıyla tükettiğimiz ana gıda kalemleri onu geçmiyor. Buna karşılık artmakta olan dünya nüfusunun yeterli beslenmesi giderek daha büyük bir sorun oluşturuyor. Bu sorunun ana nedeni besin kaynaklarının yetersiz olması değil, adaletsiz dağılımı. Sadece büyük şehirlerde çöpe atılan yiyeceklerin bile, bugün kıtlık sorunuyla karşı karşıya olan ülkeleri doyurmaya fazlasıyla yeterli olduğu çok iyi bilinen bir gerçek. Ne var ki tohum ve gıda üreticini çok uluslu şirketlerin beslenme sorununa getirdiği çözüm önerileri, gıda kaynaklarının hakkaniyetli kullanımları olmak yerine biyoteknolojinin yardımıyla doğal koşullara dirençli ve verim artışı sağladığı iddia edilen genetiği değiştirilmiş soyların geliştirilmesi oldu. Günümüzde başta mısır, soya, kanola, pamuk olmak üzere çok sayıda genetiği değiştirilmiş bitkinin tarımı giderek daha yaygın yapılır hale geldi.
TIP, KÂR PEŞİNDE
Oysa tıpta son 20 yıl içerisindeki ilerlemeler sadece belli alanlara kısıtlı kaldı. Sindirim sistemi, solunum sistemi gibi yaşamsal öneme sahip sistemlerin temel fizyolojileri konusundaki araştırmalar geçen yüzyılın ortalarında doruğa ulaştı, temel mekanizmaların büyük bir bölümü tanımlandı. Buna karşılık artık giderek daha az çalışma yapıldığı görülmekte. Genetiği değiştirilmiş organizmaların geliştirilmeleri sırasında sağlıkla ilgili olası belirsizlikler de benzer şekilde göz ardı edilmekte. Bir GDO geliştirilmesi için o bitkide bulunmayan bir genin söz konusu bitkinin genomuna (gen içeriği) aktarılması gerekmekte. Örneğin sık kullanılan genlerden biri olan Bt toksini geni örneğin viral genlere eklenerek bitki DNAsına sokulmakta. Ancak bu işlem sırasında bitkiye aktarılan yeni genin bitkinin doğal gen yapısı içerisinde nereye yerleştiği bilinmemekte. GDO kaynaklı ürünlerin toksik olabileceğine ilişkin örnekler bulunmakta. Gıda alanında faaliyet gösteren Showa Denko KK firması diyet eki olarak kullanılan triptofan aminoasidini bakterilere sentezlettirerek üretti. Triptofan insanlar tarafından üretilemeyen, dolayısıyla dışarıdan alınması gereken bir aminoasit. Ne var ki bakteri kaynaklı triptofan ABD ve Avrupada eozinofili-miyaji sendromu olarak adlandırılan bir salgına neden oldu. Kullanılan aminoasidin yüzde 99.6 oranında katıksız olmasına karşılık, aylar içerisinde 37 kişi yaşamını yitirdi, 1500 kişide de kalıcı hasar oluştu. Sorunun nereden kaynaklandığı araştırıldığında bakterinin sadece triptofan değil, ne olduğu bilinmeyen pek çok türev oluşturduğu ve bunların da saflaştırmayla uzaklaştırılamadığı anlaşıldı. Tıpkı proteinler için söz konusu olduğu üzere, DNAnın da sindirim sırasında kolaylıkla ve tamamen yapı parçalarına ayrıldığı zannedilmekte. Oysa bu konuda yapılan çalışmalar farelerde sindirim yoluyla alınan DNAnın hiçbir değişikliğe uğramadan vücuda geçebileceğini, hatta dalak ve karaciğer hücrelerinin çekirdeği içerisine yerleşebileceğini gösterdi.
GDOlar konusunda yapılmış olan hayvan çalışmalarının büyük bölümü bitkisel proteinlerin tek bir kez alınması ve hayvanların 7-14 gün gözlenmeleri üzerine kurulmuş. Bu araştırma yönteminin beklentisi kabaca hayvanın ölüp ölmediği. Burada beklenti söz konusu bitkideki proteinin hayvanın ölümünde neden olacak bir zararlı etki madde yaratıp yaratmadığıdır. Ancak hastalığa neden olan durumların büyük bölümü hızlı bir ölüm sürecini içermemekte, zararlı etkiler uzun bir süreç sonrasında ortaya çıkmakta. Örneğin Almanya Hessede Syngenta tarafından üretilen Bt176 GM mısır ile beslenen 12 sığır ölmüştür, ölümlerin nedeni anlaşılamamıştır. ABD Gıda ve İlaç Kurumu (FDA), GDOların tüketilmelerinin güvenliliği konusunda herhangi bir araştırma yapmam, Dünya Sağlık Örgütü önceki başkanlarından Dr. Gro Harlem Bruntland 28 Ağustos 2002 ve Tarım Örgütü Genel Başkanı Dr. Jacques Diouf ise 30 Ağustos 2002de yaptıkları açıklamalarda GDOlu gıda tüketiminin güvenli olduğunu ileri sürebilmişlerdir.
ALERJİDEN KANSERE, PEK ÇOK HASTALIK
Bugün için GDOların sağlık konusunda en iyi bilinen sakıncaları, neden oldukları alerjik reaksiyonlar. Alerjik reaksiyonlar genellikle genin kaynak aldığı bitkiye karşı ortaya çıkmakta. Örneğin Pioneer Hi-Bred International tohum firması, soyanın protein içeriğini arttırmak için Brezilya fındığının tohum proteini kodlayan geni soya bitkisine aktarmışlar. İngilterede soya alerjisinin yüzde 50 arttığı, Rusyada son üç yılda alerjik reaksiyonlarda 3 kat artış olduğu bildirilmiş. Bu noktadaki bir diğer yanlış inanış, herhangi bir hastalık tablosunun hemen anlaşılacağı konusundaki beklenti. Hastalıkların büyük bir bölümü hemen anlaşılmadıkları gibi, bazen doğru adlandırılmaları için yılların geçmesi gerekmektedir. Bugün toplum sağlığı sorunu oluşturan hastalık tabloları da genellikle ani ölüme neden olan durumlar değil, sinsi seyreden tablolar. Sonuç olarak bugüne dek biriken kısıtlı bilgi birikimi çerçevesinde genetiği değiştirilmiş ürünlerin gıda olarak kullanılmalarının sağlık açısından ciddi riskler taşıdığı anlaşılmakta. Bugün için bu risklerin en iyi bilinenleri alerjik reaksiyonlar, beslenme yetersizliği ve öngörülemeyen toksisite. GDO içeren gıdaların kansere neden olup olmadıkları sorusu ise henüz yanıtlanmamış, büyük bir olasılık. Bu veriler doğrultusunda genetiğiyle oynanmış bitki ya da GDOlu yemlerle beslenmiş hayvanlardan elde edilen ürünlerin tüketilmesi sakıncalıdır.
* GDOya Hayır Platformu
DR. YAVUZ DİZDAR*İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
Evrensel'i Takip Et