16 Ocak 2011 00:00

İNSAF BE SULTANIM KÖTÜLÜK HANGİMİZDE Sen insan kanı, biz üzüm kanı!


Deveye sormuşlar; boynun neden eğri, diye; “Nerem doğru ki?” diye yanıtlamış. “Muhteşem Yüzyıl” tartışmaları da o hesap. Padişahın sevişmesinden, öpüşmesine her şey gün 24 saat konuşuluyor. Osmanlı’yı “ecdad” (Ata) sayanlar isyanda...
Peki neye isyan bu? Bizim yasalarda “tahkir, tezyif, ilga” suçları azmış gibi; bir de “tarihi şahsiyetler”i eklemek istiyorlar. Garip memleketiz vesselam. İlköğretim boyunca Fatih Sultan Mehmet’i sevmeyeni; Vahdettin’e ise küfretmeyeni adamdan saymazlardı. “Ecdad” ise ikisi de ecdad; değilse ikisi de değil.
Osmanlı’yı “akıl, ahlak, bilim, edebiyat, mutluluk ve huzur” ülkesi sananların tarih fantazilerine kaldıysak işimiz yaş. 1520’de gelmiş Kanuni, 1566’ya kadar iktidarda kalmış. 6.5 milyon kilometrekare toprağı 15 milyon kilometrekareye çıkarmış. Nasıl almış bu kadar toprağı, rica minnet mi acaba? “Fetih” ile “işgal” arasında ince bir çizgi bile yok.
Döneminde çıkmış pek çok Alevi isyanını kanla bastırmaktan kaçınmadığı da bilinir. Kılıç zoruyla, baskıyla hüküm sürmüş bir padişah işte.
Diğerleri gibi...
“Muhteşem Yüzyıl”ın kimin için muhteşem, kimler için karabasan bir yüzyıl olduğunu tarihçilere bırakalım, geçmiş gün sonuçta. Harem’in yapısını, İstanbul’un köle pazarlarını, işgal edilen bölgelerden devşirilen cariyeleri, tümüyle asimile edilmiş çocuklardan kurulu Yeniçeri ordusunu, yaygın bir kültüre dönüşmüş “oğlancılığı” da, bırakın tarihçiler araştırsın çıkarsınlar.
Bugün Kanuni Sultan Süleyman’ı savunma adına yollara düşenlere Kürdistan neresi desek, hop oturur hop kalkarlar. Bilirler de bilmezden gelirler, Kanuni’nin Fransa Kralı’na yazdığı mektupta, Osmanlı topraklarını tek tek sıralarken “Ben ki Kürdistan’ın padişahıyım” dediğini...
Hadi “tarihi gerçekler” açığa çıksın, bu fermanı da izleyelim dizide... Yerse...
Doğrudur, “Muhteşem Yüzyıl” dizisi tarihi gerçeklerin yanından bile geçmiyor. Ama eleştirenlerin dediği noktadan değil. Tarihi sadece avcıların gözüyle anlattığı için; aslanların tarihini görmediği için... Efendim “dizi” işte deyip geçmek de mümkün. Ama olmuyor, yapamıyorlar.
Düne dair değil, bugüne dair kaygıları olduğundan; bugün “Osmanlı” mitine ihtiyaç duyduklarından yapamıyorlar. Bugünlerini ve geleceklerini “Osmanlı” ile birleştirmekte fayda görüyorlar çünkü. Üç kıtada at koşturdukları günlerin hatırına, “üç kıta”da tüccar siyasetin peşine düşüyorlar. İçki yasakları ile 4. Murat’ın ruhuna rahmet okutmayı da ihmal etmiyorlar.
Dedikleri gibi olsun; onlar “Osmanlı” olsun; biz olmayalım. Onlar Osmanlı’yı “ecdad” saysın, biz Pir Sultan’ları, Bedreddin’leri, Bekri Mustafa’yı, Nefi’yi, Fuzuli’yi...
Tarihi sadece “avcı”lar yazmaz; her halkın yüreğinde bir başka tarih yazılır. Yüzyıllarca da yaşar, türküsüyle, ağıdıyla, manisiyle... Bırakalım, Osmanlı’ya da, Osmanlı’cı tayfaya da yanıtı halkın yaşayan sözlü tarihi versin. Bir anonim mani mesela; “Şalvarı şaltak Osmanlı, eyeri kaltak Osmanlı, ekende yok biçende yok, yiyen de ortak Osmanlı”.
Yedikleri bu halkın ekmeğidir, emeğidir. Dün de, bugün de...
Ya da, 4. Murat’ın içki ve sigara yasaklarına karşı direnişiyle bugün de yaşayan Bekri Mustafa mesela. Bugün Bekri Mustafa’yı ermiş sanıp, türbesinde dualar edenler de ilginç bir ironi olsa gerek. Tebdili kıyafet içki teftişine çıkan 4. Murat’a kayıkta içki içerken yakalanan Bekri Mustafa, padişah kimliğini açıklayınca, şöyle der: “Vurdum mu küreği yuvarlarım seni aşağı. Daha iki yudum içtin kendini padişah zannettin, şişeyi bitirsen haşa dünyayı ben yarattım diyeceksin”.
Gel de arama 4. Murat’ı, bizimkiler daha bir kadeh içmeden “dünyayı yaratmış” gibi geziniyorlar orta yerde.
Bekri Mustafa’nın bir de imam olma hikayesi vardır ki; sormayın gitsin. İçkiden kurtulması için Küçükayasofya Camii’ne imam yaparlar Bekri Mustafa’yı. İmamlığın ilk günü bir cenaze namazı kıldırır Bekri Mustafa ve tabuta eğilip şöyle der: “Öteki tarafta, bu dünyadan haber sorarlarsa,Bekri Mustafa imam oldu de, anlarlar dünyanın halini”...
Bugünün imamını, cemaatini düşünün, varın anlayın bugünkü halimizi... Yeri gelmişken Bekri Mustafa’nın 1960’ta çekilen bir filmi olduğunu, Bekri Mustafa rolünü de Orhan Günşıray’ın oynadığını ekleyelim.
Osmanlı deyince, boğularak öldürülen boğaz sularına atılan hiciv ustası Nef’i anılmadan geçilmez.
Ecdad sayalım Nef’i’yi de ve bir dizesini ekleyelim: “Müftü efendi bize kafir demiş. Tutalım ben O’na diyem müselman. Lakin varıldıktan ruz-ı mahşere, İkimiz de çıkarız orda yalan”. Bugünün “Müslüman” geçinenlerine ithaf olunur bu dize.
Biz hepsini aktaramadık kuşkusuz; ama meraklısına “Padişah katlime ferman dilese” diyen Pir Sultan’da, “Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyen Dadaloğlu’nda, “Selam verdik rüşvet değildir diye almadılar” diyen Fuzuli’de Osmanlı gerçeğini anlatan dizeler çoktur. Yazının finalini yine adaşım Bekri Mustafa ile bitirelim; dünün ve bugünün “sultan”larına ithafen; “Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde, senden ayığız bu sarhoş halimizle, sen insan kanı içersin biz üzüm kanı, insaf be sultanım, kötülük hangimizde?”.

Mustafa Kara

Evrensel'i Takip Et