22 Temmuz 2005 21:00

Aşk tanrıçası Afrodit

Gökyüzü'nün (Uranus'un) denize atılan hayalarındaki tohumlarla döllenen Deniz'in köpüklerinden güzeller güzeli bir kız çocuk dünyaya geldi. Ve ona Grekçe "köpük" anlamına gelen "afr"dan türeme, Afrodit adını verdiler. "Köpüklerin çocuğu Afrodit"in yanına, elindeki yay ve oklarla Arzu Tanrısı Eros geldi. Daha sonra gelen Dört Mevsim tanrıçaları, Afrodit'i giydirip kuşattılar; bazı tanrıçalar da takılar takıp alladılar pulladılar…Sonra ellerinden tutup hep birlikte onu Kıbrıs'ta karaya çıkardılar. Oradan da Olimpos'taki tanrılar sarayına doğru uğurladılar… Onun yürüyüp geçtiği yerlerden bembeyaz ve kıpkızıl çiçekler püskürüyor; yer ve gök onun parlaklığıyla ışıyordu. Bir ara tanrıça eğilip ayaklarının altında açan o mavi menekşelerden birkaçını kopardı; saçlarının arasına iliştirdi. Olimpos'taki saraya vardığında da, toplantı halindeki tanrılar, Afrodit'i karşılarında görünce hemen ayağa kalktılar. Tanrı ve tanrıçalar, o ana dek hiç görmedikleri böylesi bir güzellik karşısında şaşkına döndüler…

Bir altın elma düştü Bir gün Olimpos Sarayı'nda, tatsızlık çıkartır endişesiyle çağrılmayan kavga Tanrıçası Eris dışındaki bütün Tanrı ve tanrıçalar, düğün eğlencesindeydiler. Eğlencenin tam ortasında Eris gene de yapacağını yaptı; masanın üstüne havadan bir altın elma düşürdü. Hemen Tanrıça Hera ve kızı Atena elmayı kaptılar. Üzerinde; "Baştanrı Zeus bu elmayı tanrıçaların en güzeline sunsun!" diye bir yazı vardı. Zeus, zıpkın yemişçesine bir süre donakaldı! Çünkü karısı Tanrıça Hera da, kızı Atena da oradaydı. Her biri de zaten kendini evrenin rakipsiz güzeli sayıyordu! Bir de sonradan gelen, ama güzelliğiyle gerçekten evreni büyüleyen Tanrıça Afrodit de oradaydı. Hemen Baştanrı Zeus bu belalı seçicilikten kurtulmak için bir güzellik yarışması düzenlenmesini önerdi. Dünyada yapılacak bu ilk güzellik yarışmasına, Troya kralının oğlu prens Pâris'in hakemlik etmesi uygun görüldü. Bu yakışıklı delikanlı; Olimpos'a bitişik Edremit yakınlarındaki Kazdağı'nda sürekli çobanlık yapıyordu… Yarışmaya katılan tanrıçalardan her biri Pâris'e, birinci seçilme karşılığında bir rüşvet önerdi. Zeus'un karısı Hera; bütün Asya Kıtası'nın imparatorluğunu sundu Pâris'e... Ne var ki o öyle mal-mülk delisi değildi. Troya ülkesi, hem halka hem kendilerine çoktan yetip artıyordu… Tanrıça Atena da, girdiği her savaşta bir başarı ve bütün dünyaya yayılacak ün ve şan önerdi… Pâris bu rüşvete de içinden gülüp geçti: Çünkü ülkesinin onu tanıması bile yeterliydi. Üstelik bütün savaşlardan nefret ediyordu! En sonunda Afrodit geldi çoban Pâris'in kulübesine. Ve Pâris, Tanrıça'yı görünce çarpılmışa döndü. Çünkü Afrodit'in yanındaki Eros, elindeki yayla onun yüreğine aşk kıvılcımları salmıştı. Tanrıça, çobanın önünde şal ve entarisini savurarak, bir dansa başlar gibi şöyle bir iki dönüp havalandı. "İşte, sana benim kadar alımlı olan güzel Helena'nın aşkını öneriyorum!" deyip gözden kayboldu… Bir süre sonra Baştanrı Zeus'un huzurunda yapılan yarışmada Pâris; Tanrıça Afrodit'in tanrıçaların en güzeli olduğunu açıkladı. Böylece evren güzeli seçilen Afrodit de Pâris'e verdiği sözü tutmak üzere Eros'u görevlendirdi. Eros da aşk okları gönderip Helena'yı Pâris'e deli divane aşık etti. Ne var ki apar topar Pâris'le kaçıp Troya sarayına gelen güzel Helena; Ege'nin iki yakasında oturan komşu ve kardeş halkların, yıllarca kan ve gözyaşı dökmelerine neden olduğunun henüz bilincinde değildi. Çünkü Yunanlı kral Agamemnon; uzun zamandır göz koyduğu Troya hazinelerini yağmalamak için bunu bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirdi. Tabii ilk yaptığı iş de, sözde namus temizleme amacıyla, krallığın buyruğunda görevli tanrılardan savaş izni almak oldu.

Göksel ve dünyasal aşk Velhasıl Tanrıça Afrodit'in iyi ve kötü serüvenleri bitip tükenir gibi değildir! Çünkü o hem göksel hem de orta malı denen dünyasal aşkı birleştirmiştir kişiliğinde. O yüzden gözüne kestirdiği tanrıların ve bazı ölümlülerin yüreklerini tutuşturup onları hep olağanüstü serüvenlere itti…Örneğin kral Minos'un kızı Aryadne; Afrodit yüzünden gönlünü ülkenin düşmanı Teseus'a kaptırdı. İşte bu yüzden Aryadne, Teseus'un Labirentos'a girip canavarı öldürmesi için bir yumak iplikle ona yardımcı oldu. Ne var ki Teseus da onu ıssız bir adada yapayalnız bırakıp gitti! Gene Afrodit'in kıskançlığı yüzünden nice ölümlü kadınlar onun şerrine uğrayıp anlatılmaz acılar çektiler. Söylediğimiz gibi, Afrodit'in buyruğundaki Eros; hedefini hiç şaşırmayan iki çeşit ok kullanır. Biri, vurduğu gönülleri sevgi ve sevinçle doldurur; öteki de inanılmaz ölçüde öldürücü tutkuların sarmallarında kıvrandırır... Kısacası Afrodit'in Eros aracılığıyla gönüllerini yaktığı kurbanlarının listesi çok uzundur... Hiçbir güç, evrenin bu delişmen Tanrıçası'nı bir yerde bağlı tutamaz; ne Olimpos'ta, ne de yeryüzünde... Ama Afrodit'in en sevdiği ve sevildiği yerler, Akdeniz ülkeleridir. O yüzden bu ülkelerden hangisine gitse, yürüdüğü toprakların altında uyuyan tohumlar aniden çatlar ve ürpererek uyanan sular yeryüzüne çıkıp dağbayır demeden, coşa coşa akmaya başlar. Ve Akdeniz baştan sona bereket kesilir. Çünkü üremenin ve üretmenin Tanrıçası'dır o. Gene bu arada Afrodit; en soylu ozanların, yanık müzisyenlerin, mermere can veren heykeltraşların en yakın dostudur. O yüzden bütün bu sanatçılar, binyıllardır hep onun saldığı o aşkla yandılar ve o aşkla yarattılar…

Evrensel'i Takip Et