18 Ekim 2011 05:00

İçeriye değil dışarıya yürümek…

Fatih Polat

Türkiye’de siyasetin kurak bir alana hapsedildiği de düşünüldüğünde, demokratik ve özgür bir geleceğin kazanılması için mücadele eden güçlerin, enerjilerini ve birikimlerini ortaklaştırmayı kararlaştırmış olmaları başlı başına övgüye değer. Ancak bu ortak yürüyüşün bundan sonraki yolculuğunun bir ‘iç yürüyüşe’ dönüşmemesi ve giderek dışarıya doğru genişleyen halkalar halinde ilerlemesi de bir o kadar büyük önem taşıyor.

İki günlük toplantı sürecinde yapılan konuşmalar ve yaşananlar bu değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.

13 ayrı dilden selamlama ile başlayan iki günlük toplantıda, Türkiye’de ezilen halklar gerçeğinin bastırılmış talepleri bir nefes alma imkanı buldu. Ancak, bu gerçekliğin gündemleştirdiği kimlik sorununa bağlanan taleplerin sınırlı zamana sahip toplantıyı yer yer kilitleyen bir görüntü çizmesi bir delegenin “Arkadaşlar yarın medyada ‘halklar kongresinde halklar birbirine girdi’ diye haber olmayalım” biçimindeki uyarısıyla da karşılaştı. Dünkü gazetelerde kongrenin ikinci gününün nasıl yansıdığına bakıldığında böyle konuları kaçırmayan meslektaşlarımızın bu tartışmayı çarpıcı kılmak adına çarpıtarak sunan imzalı haberleri hemen göze çarpıyordu.

Şu açık ki, Ermeniler, Süryaniler, Kürtler ve başka halk kesimleri açısından acılarla dolu tarihe sahip bu coğrafyada yeni bir gelecek kurmak geçmişle ciddi bir yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Ancak, böylesine demokratik bir geleceğin kazanılmasında bu kongrenin sadece bir araç olduğu ve mücadele edilmesi gereken hedefin ise bizatihi devletin kendisi olduğu dikkate alındığında bütünlüklü bir siyasal dilin yaratılması da zorunlu oluyor. Ezilen halkların taleplerini içeren ancak bunu yaparken de sağlam bir eksende kendisini kuran bir siyaset dili. Siyasete ‘Kemalist’ anlayışın dikte ettiği gibi sınıflar üstü bir zeminden bakmayanların, geleceğe yürürken doğru bir sınıfsal güzergahtan yürümeye özen göstermeleri de kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında iki gün süren kongrede sadece İstanbul Tuzla’dan bir tekstil işçisinin kürsüden konuşmuş olması, bunun dışından sendikal alandan konuşmaların da neredeyse arada kaynayıp gidecek kadar az olması sadece sınırlı zamanın zorunlu kıldığı bir durum mudur?

Bu kongreyi örgütleyenlerin ‘sınıftan kaçmak’ gibi özel bir kasıtlarının olamayacağını biliyoruz. Ancak iki günlük genel kurulda -gayri ihtiyari olarak dahi olsa- ortaya çıkan manzarayı, kongrenin bundan sonraki faaliyetleri bakımından değerlendirmeye tabi tutarken kanımızca bu yön de atlanmamalıdır.

‘Sınıftan kaçış’ yaklaşımları, postmarksist ve postmodernizmin bu açıdan kesişen eğilimlerinin ciddi tartışmalara konu olduğu hatırlanacaktır. Hatta Ellen Meiksins Wood’un bu eğilimlere yönelik eleştirilerinden oluşan ‘Sınıftan Kaçış’ adlı kitabı, sosyal teori alanında ciddi tartışmalara konu olan temel meselelerin çözümünde sınıfsal öze dönüş için bir davet olarak bu vesileyle anılabilir.

Kongre bileşenleri içindeki temel örgütlerin ve yönetim organlarına seçilenlerin bu değerlendirmeyi ileri düzeyde yapabilecek isimlerden oluşmasını sevindirici bulduğumu da burada vurgulamak istiyorum.

Bir başka nokta olarak da, bu yazının girişinde değinilen ‘iç yürüyüş’ meselesine özel dikkat çekmek gerekiyor. 2002 seçimleri öncesinde oluşan Emek, Barış, Demokrasi Bloku çalışmasının içinde yer alanlar, hatta yüz binlerce kişinin katıldığı Eyüp Alibeyköy’deki dev mitingi izleyenler, ‘Kesin barajı aştık’ yönlü değerlendirmelerin ağır bastığını hatırlayacaktır. Ancak seçim sonrası ortaya çıkan tablonun bunu doğrulayan biçimde olmaması karşısında yapılan değerlendirmelerde, Bloku oluşturan güçlerin enerjilerini birbirlerine taşıdıklarını, bu içedönüklüğün de, subjektivizme yol açtığı vurgulanmıştı.

Bugün geçmişin de bu deneyimlerinden hareketle, artık içeriye değil, dışarıya doğru bir yürüyüşü gerçekleştirmek gerekiyor. AKP’ye ve tüm sermaye partilerine karşı halkın etrafında umutla birleşeceği bir odak haline gelmek de buradan geçiyor.

Evrensel'i Takip Et