14 Temmuz 2000 21:00

Kopenhag Kriterleri, küreselleşme ve

Kopenhag Kriterleri, küreselleşme ve Kültür emperyalizmi
Nuray Sancar
Helsinki Zirvesi'nden bu yana batılı bir ülke olduğu aday üyelik statüsü ile tescillenen Türkiye, kamuoyuna, medya aracılığıyla, daha çok kokoreç tartışması olarak yansıtılan Kopenhag Kriterleri'yle boğuşuyor. Tüm ülkelerde devlet yönetiminden hukuka, sanattan günlük yaşama kadar bir Avrupa ortalamasını kurmaya yönelik bu kriterlerle, ulus devlet statüsünün geleneksel ve alışılmış normları arasında uyum sağlama sıkıntısı yaşayan ülkeler çeşitli ara formüller öneriyorlar.
Fransa bu ülkelerin başında geliyor. Oldukça zengin bir protesto deneyimine sahip Fransız emekçilerinin ve ulusal kültürlerine düşkün entelektüellerin MAI'ye ve AB standartlarına hızlı refleks göstermesi beklenir bir olguydu. Ve beklendiği gibi de gerçekleşti. Dolayısıyla ara formülleri, emperyalist Fransa'nın, pazardaki payını genişletmek için hemen kendi politikalarına yedeklemeye giriştiğini bu tepkiler gündeme getirdi.
Kültürel alanı da çok yakından ilgilendiren "Kapsayıcı Anayasal Vatandaşlık" kavramı böyle ara formüllerden biri ve Türkiye'de de bir kesim bu Fransızlardan alınan kavrama sıkıca sarılmış durumda. MGK'nın ise Kürt sorununa çarpacağı açık olduğu için reddettiği bu formül, sözünü ettiğimiz o "bir kesim için" ise her derde deva niyetinde dile getiriliyor.
Her nitelikte etnik gruba ve bireye dil, din ve kültürel geleneğini koruma ve geliştirme özgürlüğü vaat ettiği öne sürülen "Anayasal Vatandaşlık Statüsü" devlet, hukuk, demokrasi vs gibi konularda Kopenhag Kriterleri'ni çoktan içselleştirmiş ama 68'den bu yana kültür emperyalizmine karşı her dem gündeme gelen talepleri nasıl karşılayacağını ve sistemin bir parçası kılma konusunda nasıl bir gayret sarf edeceğini pek bilemeyen şaşkın entelektüellerin yardımına koştu. Sanki, AB "demokrasisi"nin bir türlü iyileşmeyen açık yarasına gereken merhem bulunmuştu.
Oysa patenti Fransa'ya aitmiş gibi görünen bu kavram, her türlü muhalefeti yedeklemenin bir yolunu bulma üzerine kurulu küreselleşme politikalarının mimarı ABD'de üretilen "yerellik" stratejisinin bir türevi. Ve bir yanıyla da kültür emperyalizmine yeni bir içerik kazandırmayı, kültür emperyalizmine karşı tepkiyi de Yeni Dünya Düzeni felsefesine soğurmayı amaçlıyor. "Yerel kültürlerin tanınması, yerel iktidarların güçlendirilmesi" biçiminde özetleyebileceğimiz bu strateji gerçekte, muhalefet hareketlerini küçük kısmi taleplere boğup birbirinden yalıtmayı, ulusal ve yerel kültürleri de otantik nesnelerin toplamına indirgemeyi amaçlıyor. Anayasal vatandaşlık da benzer bir içeriğe sahip. Ve stratejinin hukuki statüsünün saptanmasından ibaret. 50'li yıllarda Cezayir, yakın tarihte de Ruanda katliamı gibi tarihinde iki kara lekeye sahip Fransa'nın, kendi topraklarında ve AB ülkelerinde etnik gruplara reva gördüğü, etnik grup ve azınlıkların kültürel kimliğinin vatandaşlık statüsünde eritilmesi süreci, "yerellik" ideolojisinin büyük bir tantanayla sunulan sözde "çok kültürlülük" alt başlığı kapsamında destekleniyor. Özünde de kişileri ait oldukları topluluklardan yalıttıktan sonra ulusal ve yerel kimliğin, hoşgörülebilir bireysel bir farklılık derecesine düşürülmesini hedefliyor.
Bir süredir, üçüncü dünya ülkelerinin geleneksel giysilerinde, Uzakdoğu'nun, Afrika'nın mahalli özelliklerinde yaşatılması gereken duyarlılıklar keşfeden ve Hint kadınının sarisini, Türkiyeli kadının bürümcüğünü, bindallısını, Aboricinlerin resimlerini, Japon geleneksel müziğini moda ve kültür sektörleri aracılığıyla zaten metalaştıran ve pazara sokarak yerel kültürlerle kadim çelişkisini gidermiş gibi görünen emperyalizmin kültürel yeni içeriğini işte bu yerel değerlerin biçimsel kutsanması oluşturuyor. Hollywood sinemasının bütün iç pazarlarda yüzde 70'i ele geçirdiği ve bunun yasalarla güvence altına alındığı, iletişim teknolojisinin bugünkü gelişkinlik düzeyinde kültürel emperyalizmin ürünlerinin girmediği ev kalmadığına göre yerel ve ulusal kültürlerin geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi misyonerler ve paralı askerlerle sindirilmesi yöntemine birincil dereceden gerek duyulmuyor.
Emperyalizm yerel kültürel değerlerle bu yüzden ve bu biçimiyle uzlaşıyor. Ve onları en geri, en kırsal içerikli hallerini pazarda dondurarak kışkırtıyor. Dahası tarihsel bağlamından kopartılmış bir süs eşyasına indirgiyor.
Kuşkusuz kültür emperyalizmine karşı yürütülecek mücadele açısından da bu süreç, ciddi bir tehlike içeriyor.
Diyebiliriz ki, bir yandan Haider faşizmine karşı gösteriler düzenleyerek demokrasi savunuculuğunda tutarlı olduğunu göstermeye çalışan, ama hemen sonra eli kanlı Pinochet'yi Şili'ye göndererek insan hakları konusundaki samimiyetsizliğini ayan beyan sergileyen, onbinlerce kadını işsiz ve güvencesiz bıraktıktan sonra da kadın haklarını savunduğuna ısrar eden AB'de tartışmaya açılan "Kapsayıcı Anayasal Vatandaşlık" kavramının kültürel içeriği de yerel kültürlerin güne özgü yöntemlerle zaten bertaraf edilmesinden sonra ikiyüzlüce savunulmasından başka bir şey değil.
Bu işin tehlikesi de kültürel emperyalizme karşı mücadelenin bugün, "Anayasal Vatandaşlık Kavramı"nı çağrıştıracak bir YDD'ci bir yerellik vurgusuna çok kolaylıkla dönüştürülebilecek olmasında. Çünkü AB ile ilgili hegemonik süreçte bu çok mümkün. Otantik ve geçmiş kültürel değerlere yönelik nostaljik bir kültürel emperyalizm karşıtlığı, 68'den bu yana muhalefet hereketlerinden gerekli dersi almış ve "otoriteye karşı sivil değerler"i kapsayıp vitrinine yerleştirmiş tekelci sermayenin de işine gelecek gibi görünüyor. Ve mücadele eğer, yüzü geriye dönük değil, ileriye ve baskı altına alınan ve engellenen en dinamik kültürel süreç olan emeğin, işçi sınıfının kültürel hazinesini koruyup genişletmeye yönelik değilse AB kriterlerinin tuzağına düşmek işten bile olmayacak. Son tahlilde, hemen hemen aynı şey demek olan, küreselleşmenin "yerellik" ideolojisiyle, AB'nin "Kapsayıcı Anayasal Vatandaşlık"ı arasında bizi ayıran ve tuzağa düşmemizi engelleyen hat, emek mücadelesinin çizdiği kültürel hattır. Yerel ve ulusal kültürlerin, ister militarist yöntemlerle (örneğin Kürtler) isterse piyasada metalaştırmak yoluyla (örneğin Aboricin resimleri- zamanından ve mekânından yalıtarak artık bir kültür olmaktan çıkarıp ekzotik bir alışveriş nesnesine dönüştürerek veya melezleştirerek) silinmesini engelleyip gerçekten özgürleşmesini güvence altına alan da, insanlığın tüm geçmiş kültürel birikimini ve gelecek yaratıcılığını emperyalist müdahalelerden koruyarak kesintisiz ve sürekli bir gelişim içinde değerlendirip dönüştürecek tek güç işçi sınıfının kültürel etkinliğidir.
Kopenhag Kriterleri ve öteki AB standartları yerel ve ulusal kültürlere böyle bir içtenlikle yaklaşamayacaktır.

Evrensel'i Takip Et