24 Mayıs 2015 00:54

Akif Kurtuluş: O büyük çoğunluğu yalan tarif ediyor

Paylaş

Ezgi GÖRGÜ
Zeliha GÜREL
İstanbul

Felaket anlatılarını okumak için 2015 yılı, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı olması sebebiyle, epey elverişli bir yıl oldu. Soykırımla yüzleşmeye çalışanlar, yüzleşmeyi tersten anlayıp ‘ama Ermeniler de...’ diyenler, yüzleşmeleri karşılığında kendi Ermeniliklerini veya Rumluklarını keşfedenler...
Sivrihisarlı Benjamin Ağabey ile Beyrut’ta başlayan bir tanışıklıktan Nuru Gardaş’a, oradan Cavidan’ın kadınlık hallerine ve Gurbet’in yola düşme hikayesine uzanan Ukde, bir günlükten yola çıkıyor. Akif Kurtuluş, karakterlerin psikolojik yönden tahlillerini derinden vermeye çalıştığı Ukde’de ‘özür’, ‘affedilmek’ ve ‘suçluluk’ kavramlarını tartışmamıza ve kendimize bu üç kavramı sorgulatmamıza yol açıyor.

Bir toplum için ‘ukde’ olan bir konudan beslenerek yazdığınız bir roman var; Ukde. Türkiye’de de Ermeni Soykırımı, bir çok insan için tabu. Özellikle geçmişle yüzleşmek açısından epey sıkıntıda olunan bu konuyu romanlaştırmak fikri nasıl oluştu?
Doğrusu, romanlaştırdığım konunun ‘Ermeni Soykırımı’ olduğunu sanmıyorum. “Soykırımı romanlaştırmak” ne benim haddim, ne de yapmayı isteyebileceğim bir şey. Birkaç nedeni var bunun. Bir roman, tabii ki bir şey anlatır ama bir tarihi tekzip veya teyit üstüne kurulmaz. Ayrıca 1915 bizler tarafından anlatılamaz. Kimler tarafından peki anlatılabilir? Bu ayrı bir tartışma konusu. Nichanian’ın dediği yerdeyim büyük ölçüde. Felaket anlatısı, hele bu felaket Büyük Felaket ise, imkansızdır, öyle olmalıdır.
Nasıl oluştuğuna gelince, İçimizdeki Ermeni’de bir ölçüde anlattım bunu. On yıl önce, Cavidan’la Gurbet’in gittiği tarihte, Sivrihisar’daki kiliseyi görünce, 1915’ten bunca haberli olmama karşın, neden burayı görmediğime utandım. Sonra araya Mihman girdi ama Ukde’yi yazmaya başlamıştım aslında.

‘AKLIMDAN GEÇEN SİVRİHİSARLI ERMENİLERİN HİKAYESİNİ KURMAKTI’

Romanın hazırlık aşamasında nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz? Bu konuyla ilgili yazanlar neye dikkat etmeli?
Çok özel bir araştırma... Sivrihisarlı Ermenilere ulaşmak, oradan bir hikaye kurmak geçiyordu aklımdan. Buldum da. Mousheg Ishkan’ın hayatına ulaştım. 1914 Sivrihisar doğumlu. Şair ve Ermeni Dili Bilimcisi. Adına Erivan’da enstitü var. Çok bilinen birisi. Agop Oşagan’ın Melkonian Okulunda öğrencisi olmuş. Metaforik olarak beni çok etkiledi. Kurgusunu daha farklı bir yere taşısam da, anısına saygımı Ukde’de arada bir yerde gösterdim. Buna benzer elde avuçta olmayan bir çok kaynaklara ulaştım. İki aydan üç aydan söz etmiyorum. On yıl bir yandan böyle şeyler okudum.
Bir yandan da, Nuri’nin annesizliği meselâa, aslında babasızlığıdır da bu, bir ruh hali olarak beni çok meşgul ediyordu. Levitan evlilerin çocukları... Anadolu’da benim üst kuşağım da içinde olmak üzere, bu tür çocuklar, çoktur. Şimdi yok denecek kadar azaldı. Buna benzer şeyleri araştırdım. Daha bir sürü şey...
Bu konuda yazanlar neye dikkat etmeli? Bir reçetem yok doğrusu. Acele etmemeliler galiba. Edebi bir metnin içindesiniz çünkü. Ne bir yere yetişeceksiniz, ne de birilerine bir şeyler yetiştireceksiniz. On satır için belki de ne bileyim yani, on ay uğraşacaksınız.

Kadın karakterleri başarılı yansıttığınızı gözlemleyebiliyoruz, karakterlerin iç dünyasından çıkan cümlelerle karşılaşıyoruz sık sık, hayatta karşılaştıklarından da epey zorlandıklarını da hissedebiliyor okur. Metninizi yaratırken zorlandığınız kısımlar oldu mu?
Oldu tabii ki. Çay bahçesinde Cavidan’la Hamiyet’in diyaloglarında zorlandım. Yeniden yazdım, bozdum yeniden yazdım. Mihman’da da kadın karakterleri konuşturmuştum. Bir erkek olarak bunu yapabilmek kolay değil. Başarabildim mi? Ben karar veremem.
 
“Hayatla aramızdaki köprüyü hatalarımızın harcıyla kurarız” sözü hem romanın hem de konusunun kilit cümlesi. Hatalarımızı dışlıyoruz muyuz? Çözümler konusunda bu kadar zorlandığımız şey nedir?
İnsanlar hakkında genelleme yapamam. Hatalardan ders çıkarmak, bir hayat bilgisidir tabii ki. Başladığınız yere dönebilme gücüyle de ilgili biraz. Aslında yapılacak o kadar çok hata varken, aynı hatayı bir daha yapmamak önemli galiba.
Çözüm derken, 1915’le hesaplaşabilmek adına bir çözümü kastediyorsanız, içerde kalarak bunu yapabilmek mümkün değil. Kaldı ki burada, hatalarımızdan ders çıkarmak da yetmez. Ayrıca, hesaplaşmak dediğimiz, bilgisayardan program ya da belge indirmek gibi yüklenen, başı sonu belli bir süreç değil. Tamam ben artık hesaplaştım, bitirdim ben bu meseleyi diye bir şey yok.

‘1915’TEKİ SOYKIRIM, TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİNİN KURUCUSU’

Anadolu’da 100 yıl önce ‘vuku bulmuş hadiseler’ ya da soykırımı sadece mesuliyet üzerinden mi tartışmamız gerekir? Hem tartıştığımızda bunu hangi sıfatla yapacağız ki?
Sorumluluk, bireysel olduğu kadar hukuki bir kavram da. Sorumluluğun hukuki bir kavram olması, tarafların arasında yazılı veya sessiz sözsüz bir anlaşmanın varlığına bağlı. Siz üzerinde anlaştığınız esaslara aykırı hareket ettiğiniz zaman sorumluluk hukuku devreye girer. Öte yandan soykırım, tarifini 1948 tarihli Lemkins belgesinde bulan, BM’nin kabul ettiği uluslararası bir hukuk kavramı aynı zamanda. Devletleri bağlayan hukuki bir metin var orada.
Bireysel olarak baktığımda, beni 1915’ten sorumlu kılan nedir? Seni, beni, bizi ne sorumlu kılıyor? Senin tanığı bile olmadığın bir katliamdan neden sen sorumlu olasın? Çok masum sorular gibi görünüyor ama öyle değil. 1915’de yapılan soykırım, Türklük sözleşmesinin kurucu unsurudur. Şöyle de diyebilirim: Türk soyunun kurulumu, Ermeni soyunun kırımı üzerine inşa edilmiştir. Buna yüz yıl boyunca sessiz kalmanın, bizim ruhumuzda açtığı büyük bir boşluk var. Bunu fark etmeden yaşıyoruz ve tahribatı daha da ağır kalıyor. Bu umursamazlık, bu felakete kayıtsızlık, kirletmiş bizi, her gün biraz daha kirletiyor.
Tartışalım da sadece ‘mesuliyet’ kavramı üzerine tartışalım, zararı yok. Kaldı ki benim için öyle tartışılacak bir yanı da yok bunun. Söyleyeceğim sözler var, onları söylüyorum. Tartışmıyorum. Girmem böyle bir tartışmaya.
 
Şüphe, utanç ve yalan. İnsanın kendisini bulmasında özellikle yaşadığımız travmalardan sonra ülkemizde, dünyadaki gibi elbette, önemli kavramlar. Bunlarla yüzleşmenin gereği insanın var olma meselesinde de gerekli eşiklerden. Şu anki toplum yapısına bakarsak sizce nasıl bir gözlem yapılabilir? Bir sonuç çıkarabilir miyiz?
Bu toplumu, Ermeni Soykırımı üzerinden tarif eden ruh hali şüphe ve utanç değil aslında. Yalan! Yalan tarif ediyor o büyük çoğunluğu. Yürümüyor ama, her gün o yırtık biraz daha açılıyor. Geri dönüşü yok bunun. Biraz ağır aksak ilerliyor olsa bile böyle.

ÖNCEKİ HABER

Şampiyonluk yarışı ve paranoya

SONRAKİ HABER

Arap Alevileri için seçimler ne ifade ediyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...