03 Mayıs 2015 04:28

Mayıs altısına bir iktidar koşusuydu Denizlerinki...

Ne Deniz.. Ne Hüseyin.. Ne Sinan’la Alpaslan.. Ve ne de Mahir.. Ve Kaypakkaya reformcuydular! Eleştirilebilirler. Birbirlerinden farklı görüşleri de vardı. Amma.. Devrimciydiler. Devrim istemeleri, devrim için mücadele etmeleri ortak özellikleriydi!

Paylaş

Mustafa YALÇINER

Ne Deniz.. Ne Hüseyin.. Ne Sinan’la Alpaslan.. Ve ne de Mahir.. Ve Kaypakkaya reformcuydular! Eleştirilebilirler. Birbirlerinden farklı görüşleri de vardı. Amma.. Devrimciydiler. Devrim istemeleri, devrim için mücadele etmeleri ortak özellikleriydi!

Ne demek devrimcilik? Devrim istemek nedir? Devrim nedir? Şimdilerde votka şişelerinin üzerine Stalin’in, purolara Che’nin adı ve fotoğraflarının konması kadar “popülerleştirilerek” ne idüğü belirsizleştirilmiş “şey” midir devrim? Her derde deva ve öyleyse anlamsız “şey”!

Şimdilerde moda başka. Sovyetler Birliği’nin girdiği modern revizyonizm ve “reel sosyalizm” denen kapitalizmin restorasyonu süreci sonunda çökmesi yeni modalara kapıyı açtı. Bu nevzuhur akıldaneliklerin kaynağı SB’nin çökmesi olsa bile örgütçüsü ve yönetici/yönlendiricisi şüphesiz ki emperyalistlerdi. En başta baş patron Amerikan emperyalizmi ve onun yönlendirdiği Dünya Bankası gibi uluslararası emperyalist kuruluşlar. Modern revizyonistler içeriden emperyalistler amansız bir kuşatmayla dışarıdan elbirliğiyle sosyalizmin son biçimsel kalıntılarını da yok etmeyi başardılar. Zaferlerinin ardından sosyalizmin nasıl işe yaramaz “şey” olduğunu anlatmamaları beklenemezdi. Belkemiğine vurarak anlatmaya soyundular. Ortalığı sosyalizm düşmanı teoriler kapladı. Son 20-30 yılın modası buradan kurgulandı. İki temel düsturu oldu: Bir biçimde neoliberal burjuva içerikli görüşlerdi tümü. “Sol” varyantları tabii ki doğrudan neoliberalizmi benimseyemezdi, “yetmez ama evetçiler”inki türünden onunla uzlaşma öne çıkarıldı. “Sol” adına “esnek çalışma” mı savunulabilirdi özelleştirme mi? Zordu, buna bile tevessül edildi, ama, daha dolambaçlı yollar tercih edildi.

Ne mesela? “Elveda proletarya” dendi. İşçi kalmamıştı, en azından yapısal değişimden geçmiş, “niteliği değişmiş”ti! Kapitalizm de öyle, onun da “niteliği değişmiş”ti! Artık ne işçi sınıfı “tarihsel devrimci özne”ydi ne de kapitalizm önkoşulları tarihte hiç olmadığı kadar olgunlaşmış sosyalizme yerini bırakmaya hazır haliyle can çekişmekteydi!

Güllük gülistanlık geçinip gidiyorduk! Denizler neden isyan ettiler demeye kimsenin dili varmıyordu, ancak isyan nedeni kalmadığı fikri yayılıyordu moda çerçevesinde.

Sadece kimlikler önemliydi artık! Etnik, dinsel/mezhebi/cinsel kimlikler.. Yoksa sınıf da aşılmıştı sınıf mücadelesi de. İşçiler 13-15 saat boğaz tokluğuna çalıştırılmıyorlardı, hatta yerlerini robotlara bırakmaya başlamışlardı çoktan! Kapitalizm içinde, onu yıkmaya falan gerek olmadan yeni “alternatifler” bulunmuştu; grev/gösteri yaparak devletten hak talep etmek yerine, işçiler, üçü-beşi bir araya gelerek işyerleri açabilir, “özyönetim” yaparak kendi işlerinin sahibi olabilirlerdi örneğin. Ne sosyalizmi.. Ne devrimi!

Ama Türkiye ve dünyada her yıl, her gün her saat binlerce, milyonlarca yeni işyeri açılıyor da ne düzeliyor? Devrimi bir yana bırakalım; binlercesi açılırken, biliniyor ki binlercesi de iflastan kapanıyor. Ne alternatifi?

Öte yandan boğaz tokluğuna çalıştırılıp çalıştırılmadıklarını en iyi kendileri bildikleri için örneğin metal sektöründe greve kalkışan ve ürettiklerine iktisadi ve siyasi egemenliği dolayısıyla burjuvazinin el koyduğu işçiler hem Türkiye hem de dünyada nicelik olarak çoğaldıkları gibi.. Emekleri durmadan toplumsallaşıyor ve üretkenlikleri artıyor –nitelik olarak da gelişiyor işçi sınıfı.

Denizler işçi sınıfının Türkiye ve dünyadaki nicel ve nitel durumlarını araştırmamışlardı, ama olan-biten gözlerinin önündeydi. Tümü emekçi çocuklarıydı örneğin. Gençlerdi; ama gençlik kimliklerinin peşine düşmekle de yetinmemişlerdi. Kısa sürede gençliğin sorunlarının yetişkinlerin sorunlarıyla ilgisiz olmadığını, yetişkinlerinki çözümsüz dururken sadece kendi sorunlarının çözümlenemeyeceğini gördüler.

Üniversitede kendi taleplerinin peşine düşmüşler, çok basit taleplerle yola çıkmışlardı. Üzerlerine, hem resmi hem sivil silahlı güçler sürüldü kısa zamanda. Üniversitelerin üniversite duvarları içinde kalınarak “adam edilemeyeceği”ni deneyleriyle sınadılar.

ODTÜ’de örneğin “özerk üniversite”nin yönetiminde söz sahibi olmak istediler. Protestolara dayanamayan kurucu rektörün yerine yenisi “seçilecek”, yani atanacaktı. O zaman YÖK yoktu, adayları sıralamıyor, rektörü de cumhurun başı seçmiyordu. “Mütevelli Heyeti” denen, kuşkusuz “atanmışlar”dan oluşmuş bir kurul vardı üniversitenin başında ve rektörü belirlemek onun yetkisindeydi. Belirledi: Zamanın AKP’si olan S. Demirel’in Adalet Partisi’ne yakın M. Parlar. Ama öğrenciler, öğretim üyeleriyle birlikte görücüye çıkmış adayları desteklemiyordu. “Olmaz” dediler. Aylarca sürdü mücadele. Üniversitenin Parlar’la yönetilemeyeceği görüldü. Öğrenci ve öğretim üyelerinin ortak adayı Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Erdal İnönü rektör atanmak zorunda kalındı. Sonradan SHP Genel Başkanlığı da yapacaktı.

Ama bir ODTÜ’de başarılabilmişti ve geçici olduğunu herkes biliyordu. Nitekim ilk fırsatta İnönü’nün yerine başkası getirildi.
Sadece üniversite yönetimine “katılma” değil, başka talepleri de iktidarın saldırılarıyla yanıtlanan Denizler gördüler ki iktidar kimdeyse onun dediği olmaktadır ve iktidar istediler.

Devrim de başka nedir ki? Çıkarın içinden iktidar değişikliğini, bir sınıfın iktidarının bir başka sınıfın iktidarıyla değiştirilmesini, devrimden geriye bir şey kalmaz! Ya da sosyal reformculuk kalır ancak!

Denizler onun için devleti karşılarına aldılar ve iktidar değişikliği talep ettiler. Burjuva devlete karşı mücadele ettiler. Bağımsızlık ve demokrasi istediler. Özlemleri sosyalizmdi. İnsanın insan tarafından sömürülmediği, sınıfsız, sömürüsüz, zorbalığın olmadığı özgürlükler toplumu.

Şimdi devletle sosyalizmin bir arada olabileceğine kimsenin inanmadığı söyleniyor –Denizler inanıyorlardı. İşçiler elinde devletin “ilk ve son işi” üretici güçleri toplumsallaştırarak “mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek” olacak, devlet toplumsallaşmaya aracılık edecektir. Şimdi demokrasiyi bir devlet biçimi sayan anlayışın yanlış olduğu söyleniyor –Denizler öyle düşünmüyorlardı. Bir de sosyalist demokrasi, vardır, kuşkusuz yine bir devlet biçimi olmuştur, ama bu kez devlet sosyalist devlettir. Bu devlet, Paris Komünü tecrübesinin ardından Karl Marx’la Friedrich Engels tarafından “proletarya diktatörlüğü” olarak adlandırılmış ve “kapitalizmden komünizme geçiş dönemi” olarak tanımlanmıştır. Yoksa devlet bir zor aygıtı olarak insana lazım değildir, ama Karl Marx’tan öğrendikleriyle Denizler de zorun ancak zorla bertaraf edilebileceğini öngörmüşlerdir ki, bu bir iktidar değişikliği demektir ve devlet de ancak bu yolla “sönüşe” geçebilir. Devrimle burjuva devlet cihazı kaldırılıp bir kenara atılarak! Yerine, yeni bir iktidar, sınıf niteliği bir yana, Rojava’daki gibi konularak.

ÖNCEKİ HABER

Sokaklara sanat katan adam: İskender Giray

SONRAKİ HABER

Denizler ve Halit Çelenk: Bir yoldaşlık öyküsü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa