12 Nisan 2015 05:53

Bir kahramanın izinde...

Paylaş

Zehra DOĞAN*

Bir insanın kendi doğum gününde küçük öğrencilerine hediye verdiği nerede görülmüş?

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden olan 1990’lı yıllardan bir gün... Şöyle tepeden bakıldığında binlerce boncuğun gelişigüzel döküldüğü bir alanı andıran Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde yaşayan, zorunlu göç mağduru olan, kendince kıymetli fakat devletçe pek bir kıymetsiz sakinlerinin, kaçak uyduları sayesinde frekansını tutturabildiği televizyon kanalında, her gece olduğu gibi o gece de haberler pek iyi havadisler vermiyordu. Çünkü o gün de Metin Göktepe öldürülmüştü…

Bir gece ansızın askerlerin köyü bastığı, birçok kişinin de yanarak ölmesine sebep olduğu köy yakmaların ardından zorunlu göçe tabi tutulan binlerce Kürdün dört bir yana dağıldığı o yıllarda, Diyarbakır’a gelmeyi seçip yüzlerce akrabasıyla Bağlar’da bir gecede oluşturulan yüzlerce alçak damlı derme çatma evlerden birinde dokuz kardeşli 11 kişilik bir evde gözlerimi açtım dünyaya. Her gün sokak ortasında polis veya Hizbullah tarafından akrabalarımın katledildiği deyim yerindeyse Bağlar gettosunun küçük tahta kılıçlı savaşçısı olarak bildim kendimi. Zira diğer akrabalarımın gittikleri kentlerde daha kolay öldürüldüklerini, saldırılara uğradıklarını, çalıştırılmadıklarını duydukça küçük klanımı savaşarak korumaktan başka çaremin olmadığının farkına varmış ve kendimi Musa Anter’in “küçük generali” olarak savaşmaya adamıştım aklımca.

Yıl 1996, sevgili dünyanın pek sevimli kenti olan Diyarbakır’da yine pek sevimsiz bir gündü. Her gün bir yakınımızın daha kaybolduğunun haberini aldığımız, gece dışarı çıkmanın yürek isteyeceği normal sıradan bir günün, yine sıradan ve dönemin hükümetine göre pek bir huzurlu sayılabileceği gecesinde haberler Metin adlı kara gözlü bir gazetecinin İstanbul’da öldürüldüğünü söylüyordu. Oysa Diyarbakır sokaklarında öldürülen Musa Anter’in kanı yerde soğumamıştı henüz, bu da nereden çıkmıştı şimdi? O geceyi hiç unutmam, dışarıdan geç geldiğim için bir yandan kafama vuran bir yandan minik ellerimi odun sobasına yaklaştırarak ısıtmaya çalışan annem sözleri hâlâ kulağımda: “Bak bu ülkede gazetecileri bile öldürüyorlar. Gece dışarı çıktığı için öldürüldü Metin Göktepe, sakın dışarı çıkma...” Annemin sözlerinin ardından Metin bir kahramandı benim için, çünkü o yürek isteyen yıllarda yüreğini ortaya koyarak fotoğraf makinesiyle sokaklara çıkmış ve bu uğurda canını feda etmişti.

Annemin gece dışarı çıkmamamız için bir korkutma taktiği olarak sarf ettiği sözleri ters tepmiş, kafamda bir kahramanın yaratılmasına neden olmuştu. Böylece Metin’in ölümüyle tanışmış olduğum gazetecilik mesleği vesilesiyle, yastıktan masanın üzerine koyduğum kağıtlardan haber sunduğum yasaklı kanal Medya TV’deki ilk hayali meslek günlerim başlamış oldu...

Aradan yıllar geçti Metin Göktepe, Musa Anter, Gurbeteli Ersöz, Hrant Dink ve daha nice canını bu uğurda feda eden gazetecilerin mirasıyla daha da genişleyen özgür basın alanına kadınlar da giderek daha güçlendi ve kendi ajansı olan JINHA’yı kurdu. Açılışı da Metinlere, Musalara Gurbetelilere, Hrantlara ve daha nice basın şehitlerine adandı. JINHA’da çalışmaya başlamamın üzerinden birkaç yıl geçmesine rağmen hiçbir haberimi Metin Göktepe Gazetecilik Yarışması’na gönderemedim. Uğruna ölecek kadar haber aşkıyla dolup taşan Metin’e adanan yarışmaya göndereceğim haberim, o yaşasaydı “bu haberi mutlaka izlemeliyim” diyebileceği bir haber değerinde olmalıydı. Zira böylesi haberler çevremizde hâlâ oluyor, Metin’in ardından hâlâ insanlar en acımasız şekilde haksızlığa uğruyor ve ne yazık ki bu haberleri takip etmek, dünyaya duyurmak için canını feda eden Deniz Fırat, Kadri Bağdu ve sadece kar topu oynadığı için Nuh Köklü’ler öldürülmeye devam ediyordu.

Bu yıl da ne yazık ki insanlar hak ihlallerinin merkezi olan Ortadoğu’da katledilmeye devam ediliyor. Bir yandan Kobanê’de direniş devam ederken diğer yandan ise Şengal dağlarında binlerce Ezidi, DAİŞ tarafından katledildi, 7 binden fazla kadın ve çocuk kaçırıldı, tecavüze uğradı. Olup bitenleri televizyon koltuğundan izlemekten öteye gitmeyen milyonlarca insanın yaşadığı bu dünyada DAİŞ tarafından kaçırılan Ezidi kadınlar hâlâ Tıl Alfer, Baaj, Aseyba, Rabia, Şengal, Koço, Tıl Azêr, Suudi Arabistan, Rakka başta olmak üzere birçok noktada 10 dolardan başlayan fiyatlarla satıldı, bu vahşete karşı ise dünya kamuoyu sessizliğini korumaya devam etti.

Ezidi kadınlar için herhangi bir kurtarma çalışması dahi yapılmazken, DAİŞ’in elinden kaçmayı başaran kadınlar herhangi bir rehabilite hizmeti şöyle dursun, dünyanın kulağını olanlara tıkadığı olayın şokunu üzerinden atlatmak için kendi yaralarını kendileri sarmaya başladı. Aralarından bazıları ise yaşadığı travmayı üzerinden atlatamadığı için intihar ederek yaşamına son veriyor. Hangi yürek dayanır ki bu acıya? Ancak hiç kimse Ezidi kadınların çığlığını duymak istemiyor.

Ah şimdi benim kara gözlü kahramanım Metin Göktepe yaşasaydı da, kimsenin duymak istemediği bu olayların izini canı pahasına sürüp, haberleriyle tüm olup biten hak ihlallerini kamuoyunun silik hafızasına işleseydi...

* JINHA Muhabiri

ÖNCEKİ HABER

Seçimler ve katırlar

SONRAKİ HABER

Bodrum mu, Alaçatı mı? Dersim almaz mısınız?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...