21 Aralık 2014 03:38

Bir eve kaç insan sığar?

"İstenmeyen”, Haydar Ergülen şiirinin bu satırlarını da hatırlatıyor izlerken. Karakterler, dönüp de odasını bulamayanların, evinden, şehrinden, ülkesinden olanların, herkesin bir diğerinin istemediği olduğu dünyanın içinden çıkıyor karşımıza.

Paylaş

Fatma ONAT

“Herkesin odası başkası / herkes bakasının odası / böylece kimsenin odası / yok, başkasından başka”

"İstenmeyen”, Haydar Ergülen şiirinin bu satırlarını da hatırlatıyor izlerken. Karakterler, dönüp de odasını bulamayanların, evinden, şehrinden, ülkesinden olanların, herkesin bir diğerinin istemediği olduğu dünyanın içinden çıkıyor karşımıza. Khaled, Bahar, Barış toplumsal sınıfları içinden, kendi varlıklarıyla sığınmak ve özgürleşmek arasında yer bulmaya çalışıyor.
İnsan ruhunun sığmadığı dünya fiziksel olarak da dar eder kendini. Koca yeryüzü milyonları dışlayacak kadar daraltır kapısını. Velhasıl meşakatli olur yaşamak. Rejisini hayatın sığdırılmaya çalışıldığı koliler ve parçalanmış yerleşiklik duygusu yaratan metal raflardan kurmuş yönetmen Ceren Ercan. Kullanışlı ve etkileyici bir biçimi var tasarlanan dekorun. Bir pencere çerçevesi kadar alan içine koca bir geçmişi, bencillikleri, arayışları, onlarca raflık bölmeler içine oyununun dünyasını yerleştirmiş. Bu çerçeve öyle keskin hatlı da değil üstelik. Karakterlerin değişken ruhlarının kararttığı bir dünyanın eciş bücüş biçimini hissettiriyor.

İYİ KURGULANMIŞ METİN

İyi kurgulanmış bir metin var karşımızda. Karakterlerin bilinç akışı hem duygularını hem de içinde bulundukları fiziksel koşulları ifade edebilecek bir alan yaratmış. Kimsenin birbirini çok da dinlemediğ, dinlese de kendi bildiğini okuduğu bir hayatla “kendi kendine anlatmak” kurgusu organik bir ilişki içinde.  Zamanlar ve mekânlar bu kurgunun en güçlü parçaları. İmlenen 31 Mayıs 2013’ün Taksim’iyle 25 Ocak 2011’in Kahire’si. Oyunun fonu bu zamanların kokusunu taşıyor. Hiçbir şey olmadan gündelik hayatını akıtanlarla her şeyi dönüştürecek keskin bir geçişin içinde olanların zamanı birbirinin içine geçiyor. Oyun, ara ara bir bebeğin varlığını hatırlatıyor. Alfonso Cuarón’nun “Children of Men”indeki gibi bir bebek sanki. Herkes umutsuz, depresif, endişeliyken bir bebeğin olduğu bilgisi “umut”la ilişkili bir ses veriyor. Bahar’ın dışarıda yaşanan gerilime rağmen kendini sokağa atması umudu da bebeği de besleyecek bir metafor olarak da okunabilir.

ENKAZ BİÇİMİ OLARAK AİLE

Akrabalığın, kardeşliğin birbirini suçlayıcı, sonsuz bir öfke üreten ama her nasılsa kuvvetli bir sevgiyle karışabilen o karmaşık hallerini hissettirmek noktasında da önemli Bahar ve Barış’ın ilişkisi. Maddi anlamda kısmen “sorunsuz” görünen dünyalarında bile büyük suçlamalar içine giriyorlar. Biri diğerinin umutlarını, kariyerini çalmakla, öbürü hayallerinin baltalanmasıyla ilişkili bir öfkeye sahip. Gidenin geride bıraktıklarını umursamaması, geride kalanın gideni suçlayarak yapamadıklarına hep bir bahane yaratması aile ve hayaller arasındaki sonsuz ve umutsuz döngüyü görünür kılıyor. Oyun, hayaller ve gerçekler arasındaki bu döngüyü nedenseleştirip, karakterlerini haklı çıkarmak peşinde değil zaten. Bahanelerin görünmez kıldığı korkaklıkları ortaya çıkarmakla ilişkili bir yerde duruyor.
Coğrafyaları eşitlemek mümkün değil elbette ama “aidiyet”le ilgili duygusallıkları yanyana koymak mümkün. Ercan ve Gülce Uğurlu, tam da burdan kuruyorlar öykülerini.  Hayata tutunmak için yolu Amerika’ya düşmüş Barış, başkalarının hayatını yaşamaktan kendini hatırlayamayan Bahar ile daha farklı koşulların, coğrafyanın insanı Khaled görece ‘iyi’ bir hayatın insanları olarak da sığmazlar bir yere. Konakladıkları her yer aidiyetsizlik boşluğu yaratır. Üç istenmeyenli bir dünyanın içinde yerleşikliği-yurtsuzluğu sorgular hale gelirler. Oyun bu sorgulama noktasında bazı kafa karışıklıkları yaratmakta.

KARAKTERLERE DAİR

Otel odalarına güzelleme yapan Khaled, her ne olursa olsun dönecek bir evleri olmasının güvenini hisseden Bahar ve Barış iki ayrı düşüncenin temsili gibidir belli bir yere kadar. Fakat Khaled’in Kahire’ye dönme arzusu belirginleşmeye başlayınca söylemiyle yaşam pratiği arasında farklar çıkar ortaya. Bunun bir karakter tutarsızlığı mı yoksa herkesin kendi evinde yaşama arzusu mu olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıyor. Bunun dışında Bedir Bedir, karakterinin dünyayla barışık olma temelli tutumunu, çok da bilincinde olduğu politik kodları kendi ve ailesinin lehine çevirme meziyetini, hayatla rasyonel bir yerden ilişki kurma çabasını etkileyici bir biçimde ortaya koyuyor. Fakat yine de karakterin bir katmanının üstü örtülü kalıyor sanki. Belki de bu kapalılık Öznur Derin Onur’un yaptığı dramaturjik bir tercih. Fakat seyirci tarafınızın batılı bir önyargının tuzağında buluyorsunuz. Bu tuzağı kuranın kendiniz mi yoksa yaratıcı ekip mi olduğu muğlak.
Gülce Uğurlu Bahar’ın iç çatışmalarını, dünya görüşünü genişletme arzusunu, ön yargılarından arınma isteğini etkileyici bir oyunculukla ortaya koyuyor. Hayalleriyle yapamadıkları arasına sıkışmış olan o dar koridoru kocaman bir oyunculuk sahasına çeviriyor. Hem fotoğrafı hem de performansı iyi bir yerde tutuyor. Deniz Celiloğlu, bir rol kişisi olmaktan çok kendi bedensel gerçekliğini sahneye taşımış duygusu veriyor. Sanki karşımızda öyle giyinen öyle konuşan bir adam var. Barış’ın dönüşümünü değil de kendi dönüşümünü yaşıyormuş gibi. Bu söz ettiğim etkili bir doğal oyunculuk olarak da tanımlanabilir; fakat oyunun bütün gerçekliğine rağmen teatral formunu grafik bir dünya içine yerleştirmiş olduğundan hareketle bunun yapıya biraz ters düşen bir biçim olduğunu söylemek mümkün. Bir de sempatiyle antipati arasındaki o çizginin hassas dengesinde ara ara kaymalar gerçekleşiyor. Bu durumun, oyunun belli bir yere kadar gayet iyi bir ritmi olması; fakat son çeyreğe gelindiğinde bu ritmin biraz kayıp şimdiye odaklanmasıyla da ilgisi var. Tek başına oyunculuğa ya da metne yorulabilecek bir sarkma değil.
Ekip, isyan ve özgürlük meydanlarından kahramanlık öyküleri çıkarmak yerine, bu mekânları insanların dağılmış, sorgu içindeki ruhlarına fon yapıyor. Böylece çoklarının kalbinin atışını hala durduramadığı zamanlardan ilhamla, ortaya özel bir tiyatro oyunu çıkarılmış oluyor.
İstenmeyen her pazartesi İKSV Salon’da.

ÖNCEKİ HABER

Sabır taşı çatlamak üzere: Roboskî

SONRAKİ HABER

Özgürlük, herkes için...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...