24 Eylül 2012 10:04

Seni halk adına… (İstanbul ve sonrası notları 1)

Seni halk adına… (İstanbul ve sonrası notları 1)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Belki dikkat etmemişsinizdir, son zamanlardaki yazılarımın içeriği gündemin oldukça uzağındaydı. Hoş, genellikle gündemin dışında oluyor yazılarım. Bunun iki nedeni var. Birincisi, yazım haftada bir yayınlanıyor. Metre kareye 4, dakika başına da 10 gündem konusu düşen ülkemizde olanları yakından izlemek o denli zor ki… İkincisi de, olaylar, konular öylesine çabuk unutuluyor ve unutturuluyor ki, ben biraz da onun için taze olup da rafa kaldırılan konuları ucundan-köşesinden anımsatmak istediğim için çok yakın geçmişe dönüyorum…
Bu kez işin içine bir de İstanbul gezisi girdi. Hem işlerim vardı (Hem mezarlık yapımı, hem de kızımı Y. Zelanda’ya yolcu etmek), hem de arkadaşlarımı görmek ve gezmek. Tabii makineli tüfek atışı gibi gelen gündem konularını atlamamaya çalıştım.
Bundan sonra, bir süreliğine, yayınlanacak yazılarımda bazen anılar olacak, bazen de İstanbul ve sonrasında aldığım notlarla size anımsatmalarda bulunacağım…
Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum:
Bir zamanlar yayınevimin bulunduğu Başmusahip Sokak’taki eski büroma gittiğimde Yar Yayınevi Sahibi Osman Yeşil, “Seni televizyondan aradılar” dedi. Yok yok, Ahmet Mekin Ağabeyim gibi bir dizide “dede” rolü için falan değilmiş. Sonra ben haddimi bilirim. Aradan günler, haftalar geçtikten sonra ne diyecekti Yücelerin Yücesi, Ululuların Ulusu, ata binmenin dışında her şeyi bilen, hiç yanılmayan Efendimiz Recep Tayyip Erdoğan: “Herkes kendi işine baksın…”
Neyse…
Bir süre sonra “Öyle bir geçer zaman ki” dizisinin görevlilerinden bir arkadaş bana telefon edip, “Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum” kitabını dizide kullanmak için benden izin istedi. Seve seve verdim, çünkü…
Evet, çünkü…
Yıl 1974… O yıllarda sık sık Bulgaristan’a gidiyordum. Hem dostlarımı görüyordum, hem de kitap seçiyordum, Bulgar yazarlarından.
Bir tanıdığım, zamanında, Mitka Grıbçeva’nın bu kitabını çevirmiş. “Sen, Türkiye Türkçesine uygun olarak düzelt ve yayınla” demişti.
Bir solukta okudum kitabı. Ama adı bana ters gelmişti. O adla bu kitabın Türkiye’de okur bulması çok zordu. Daha önce “Tatula” adlı bir kitap yayınlamıştım ve hiç satmamıştı. Çünkü romanın adı, “Tatula”, yazarının adı, “Georgi Karaslavof”, yayınevinin adı, “Habora”… Kapakta sadece bunlar yazılıydı ve ilaç için olsun, Türkçe tek bir sözcük yoktu… Tabii roman ilgi uyandırmadı…
1975’te “Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum”u yayınladım. Büyük ilgi gördü. Aradan 37 yıl geçti, aynı ilgiyi görüyor…(Yar Yayınları)
O yılın sonlarında yine Sofya’ya gittim. Rila Otel’de kalıyordum. (O Rila Otel günleri de, çünkü hep orada kaldım, ayrı bir yazı konusu olur) Danışmadaki görevli, “Eğer işiniz yoksa, yarın saat 14’te, Sofya Oteli’nin altındaki kahvehanede sizinle görüşmek isteyenler var” dedi. Kabul ettim.
Ertesi gün, o saatte, o kahvehaneye gittim. Bir yetkiliden başka kimse yoktu. Adımı söyledim. Beni, en dipteki, üzeri çakı izleriyle dolu bir masaya oturttu. Açık söyleyeyim, biraz bozulmuştum. Çünkü o kahvehane ya da pastanedeki tüm masalar gıcır gıcırdı, benim oturduğum ise perişanları oynuyordu.
Biraz sonra o kişiler geldi. İlk söyledikleri şu oldu: “Bu masayı özellikle seçtik. Çünkü Mustafa Kemal, Sofya’da ataşeyken, bu masada sevgilisi Mariya’yla buluşurdu. Hoşunuza gider diye burayı uygun gördük…”
Sonra sorguya başladılar: “Bu kitabın adını Mitka mı söyledi size?” Ağırlık bu konu üzerindeydi. “Hayır” dedim, “Ben buldum…” inanmıyorlardı. Çünkü Mitka da kitabının bu isimle yayınlanmasını istiyormuş. Ama bu “Barış” ortamında bu isim onlara ters geliyormuş. Konu, Todor Jivkov’a kadar gitmiş. Jivkov ikna etmiş, Mitka’yı.
Mitka’yı tanımadığımı söyledim. Gerçekten tanımıyordum… İnandılar ve konu kapandı.
Bir gün Rila’nın lokantasında Mitka’yla karşı karşıya oturdum. Bir süre sonra konu benim sorgulanmama geldi.
Aynı günlerde Mitka da sorguya çekilmiş, “Kitabın adının böyle olmasını sen mi istedin?” diye. “Yahu” demiş Mitka, “Ben adamı tanımıyorum bile”
Bu kitap birçok ülkede yayınlanmış, hatta Küba’da 14 programlık bir dizi film bile yapılmış. Ama hiçbirinin adı “Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum” değilmiş…
Daha sonraki yıllarda, hemen her Bulgaristan’a gidişimde Mitka Grıbçeva’yla bir araya geldik. Bulgaristan’ın 1 numaralı kadınıydı. Sokakta yürürken herkes dönüp dönüp bakıyordu. Kızıl saçları, upuzun topuklu ayakkabılarıyla basbayağı havalı bir hali vardı.
Bir gün parke taşlı tramvay yolunda yürürken, tökezlememesi için koluna girmek istedim. Çok kızdı. “Ben partizanım, senin gibi İstanbul züppesi değilim, ben gireyim koluna da düşme” dedi.
37 yıl sonra, yayınlamaktan onur duyduğum bu kitabı, televizyon ekranından görünce, gerçekten içim bir hoş oldu…
Şu anda aramızda olmayan Mitka Grıbçeva’yı saygıyla anıyorum

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...