Barınma gereksinimi ticari alandan çözülemez
Temel gereksinimleri sıraladığımızda beslenme, barınma, sağlık, eğitim… diye devam ederiz. Ancak günümüz Türkiye’sinde barınma en önemli sorun haline gelmekte, bu da “güvenli konut” kavramını gündeme getirmektedir.
“Güvenli konut” tanımını şöyle yapabiliriz: Barınabilmeyi, her türlü fiziksel ve sosyal tehlikeye karşı sağlayabilecek koşulları olan konut...
Toplumun bir kesimi bu koşulları sağlayacak konut bir yana, belirli sürelerde ancak sığınabilecek düzeyde barınma koşullarına zorunlu kalmış durumdadır. Bunun temel nedeni, barınma alanı olan konutlar ve çevresinin, temel gereksinimin en önemli unsuru olarak sosyal alanın değil, ticari alanın aracı haline gelmesidir. Barınma hiçbir ticari işlemin aracı olmamalıdır. Ama ne yazık ki; kurulacağı bölgedeki rant ve arazi ticaretinden başlayarak her türlü spekülasyonun devreye sokulduğu koşulların aracı konutlar olmuştur. Depremler de bunun çok kullanılan bahanesi durumuna gelmiştir. Yani depremler bahane edilerek konut sorununda idari ve teknik karmaşa yaratılmakta, toplumun üzerinde de bir baskı oluşturulmaktadır.
Barınma meselesi ticaretin ana kolu haline gelmiş ve alanda da sadece tüketim üzerine odaklanılmıştır. Öyle ki; kurulacağı arazilerden başlayarak, kullanılan her türlü hammaddesi ve her türlü fiziki mekan özellikleriyle birlikte inşaatlar yıkım aracı olmuştur. Giderek de büyüyen bir soruna dönüşmektedir.
Şimdi gündemimizde İstanbul’un Avrupa yakasında önemli bir bölgede konu net duruma gelmiştir. İstanbul’un içme suyu havzasında bulunan ve İstanbul’un içme suyunu sağlamakla görevli İSKİ’nin sorumluluğunda olan bu alan, bir idari karar ile içme suyu havzası olmaktan çıkarılıyor.
Ne amaçla?
‘Sosyal konut’ yapmak iddiasıyla!
İSKİ bu konuda bölgede yapılaşmaya yönelik girişimlerin durdurulmasını istiyor. Kendi yasasına dayanarak yıkım kararını işlemi yapan birimlere resmi olarak bildiriyor. Ancak İSKİ’nin bildirimi İşlem yapan TOKİ yetkililerince İdare Mahkemesine götürülüyor. İdare Mahkemesi de “alanın içme suyu havzasından çıkarılması” nedeniyle İSKİ’nin yıkım kararını durduruyor ve alanı kullanması için TOKİ’nin önünü açıyor.
İstanbul’un doğrudan içme suyuyla ilgili, yaşamsal bir alanının idare kararıyla konut alanı ilan edilmesi oldukça önemli. Deprem korkusu istismar edilerek ve ‘sosyal konut yapılacak’ demagojisiyle bu faaliyetin ticari yanı gözlerden kaçırılmakta.
Su havzasının yok edilmesinin maliyetini kabaca ele alırsak, öncelikle yitirilecek suyun maliyeti ile karşılaşırız. Söz konusu havza; Sazlıdere Barajını besleyen alandır. Bu alan ve barajın ortadan kalkması bugünkü veriler ile 750 bin kişinin suyunun yok olması anlamına gelecektir. Bunun gelecekte suyun temininden oluşacak yeni ‘ticaret fırsatları’ yaratacağını da bir kenara yazalım.
Gelelim depremlerin bahane edildiği ‘kentsel dönüşüm’ olayına… Yaşanan ve yaşanacak olan sarsıntılar mı daha büyük yıkımdır; yoksa kentsel dönüşüm adı altında yürütülen, yaşam alanlarının yıkımı, kent kültürü ve yaşam alışkanlıklarının yok edilmesi mi?
17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli sarsıntının sonucunda resmi verilere göre 17 bin 480 kişi yaşamdan koparıldı. Ardından, konut ve altyapı konuları gündemden hiç düşmedi ve bunlarla ilgili bütün yaşamı etkileyen siyasal kararlar alındı. Vergi toplanması dahil bu alandan beslendi. Sonuç olarak sorunlar büyüdü barınma sorunu karşılanamaz duruma geldi. En büyük gider barınmaya ayrılan kaynak oldu. Buna çözüm için sunulan “kentsel dönüşüm” ile yaşamda kalma güvencesi savunuldu. AKP iktidarının temel argümanı bu oldu. Peki bu “kentsel dönüşüm” ile acaba kaç kişi yaşamdan koparıldı? İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin tespit edebildiği veriler ile konuyu karşılaştıralım.
AKP iktidarının başladığı Kasım 2002 den günümüze kadar, yaşamdan koparılan işçi sayısı 35086 olarak verilmektedir. Bununda yaklaşık %25-30 oranında ki bir kısmı inşaat işlerinde olduğu görülmektedir. Bu duruma göre bakılır ise; AKP döneminde inşaat faaliyetlerinde yaşamını yitiren insanların sayısı bir yer sarsıntısının depreme dönüştüğü 1999 Gölcük depreminin sonunda ölenlerin sayısının (17480) yarısını aşmaktadır. Bu veriler sadece ani ölümler üzerine değerlendirmedir
Her yapının yer sarsıntıları ile doğa koşullarına dayanıklı olması temel amaç olmalıdır. Hiçbir doğa olayı bahane edilerek fırsatçılık yaratılmamalıdır. Konutlar da doğanın yasalarına göre yapılanmalı ve doğaya buyurgan yasalarla müdahale edilmemelidir.
Evrensel'i Takip Et