25 Mayıs 2025 10:35

Galatasaray dün 10 yedek oyuncusuyla çıktığı maçta deplasmanda Göztepe’yi 2-0 yenerek bu sezon ligdeki puan ortalamasını 2,62’ye yükseltti. Eğer gelecek hafta Başakşehir’i yenerse ligi 2,63 puan ortalamasıyla tamamlayacak. Ki bu lig tarihinin üç puanlı döneminde geçen sezonki ortalama 2,68 puandan sonra en iyi ikinci sonuç olarak geçecek kayıtlara.

Lig tarihinin en büyük hâkimiyet dönemlerinden birisine şahitlik ediyoruz son üç yıldır. Ancak bu üç yıllık hâkimiyet her ne kadar futbol aklı olarak önemli bir strateji ve yönetim başarısını içerse de, benim gibi dinozorların aklı hep, Galatasaray tarihindeki en önemli futbol planlamasının gerçekleştiği 1984-2000 yılları arasındaki dönemde kalacak.

Şundan. Şimdi deniliyor ki üç yıllık üst üste şampiyonluk yeterli değil, Avrupa’da da başarı lazım. Bunun için de 1996-2000 arasındaki dönem örnek veriliyor.

Evet gerçekten de Avrupa’da başarı Galatasaray camiası için önemli. Ama en az bunun kadar önemli olan bir şey daha var. Planlama, kadronun sürekli gençleştirilmesi ve başarının sürdürülebilir olması.

Geçen yazıda 2000 yılındaki başarının tarihsel temellerini aramaya çalışmış ve sizleri 1984 yılına götürmüştüm.

1970’lere yolculuk

Bugün de aynı patikaya gireceğim, ancak tarihin akışını biraz daha geriden, 1970’lerden başlatacağım.

Galatasaray, teknik direktörlüğü Coşkun Özarı’nın, yardımcılığını ise Brian Birch’ün üstlendiği 1970-1971 sezonunda ligi şampiyon olarak tamamladı. Bu şampiyonluk üç yıllık bir hâkimiyet döneminin ilk adımıydı. Özarı tarafından sezon başında takıma kazandırılan Metin Kurt, Aydın Güleş ve Tuncay Temeller gibi isimler sadece o sezon değil, üç yıl süren hâkimiyet döneminde Galatasaray’a önemli katkılar vermişlerdi. Sezon ortasında Özarı yedek kulübesini Birch’e bırakmış, müdahalelerini maçları tribünden izleyerek gerçekleştirmişti.

Ertesi sezon Coşkun Özarı Galatasaray’dan ayrıldı. Bunun üzerine mirası tek başına Birch üstlendi. Galatasaray Birch yönetiminde iki yıl üst üste şampiyon oldu.

Ancak üçüncü şampiyonluğun geldiği 1972-1973 sezonunda Galatasaray’ın hem antrenman tesisi, hem de stadyumu olan Ali Sami Yen devre dışı kalmıştı. Ufukta tesissiz bir Galatasaray görünüyordu.

Birkaç zaman Galatasaray futbol takımı Ali Sami Yen’in yanındaki kömürlük sahasında antrenman yapmıştı. Ancak bu saha hiç de sağlıklı sayılmazdı. Böylece İstanbul’un muhtelif yerlerinde tesis (Hasnun Galip Sokak, Ada ve Kalamış) ve arazi (Riva ve Florya) sahibi olan Galatasaray varlık içinde yokluk çekiyor, futbol takımı gerçek anlamda bir göçebe hayatı yaşıyordu. Futbolcular her gün minibüslerle gidilen farklı sahalarda antrenman yaparak sezonu geçiriyorlardı.

Bir anlamda Babil sürgününü andıran bu dönem 1982’ye dek sürdü. Burada ilginç olan vizyoner oldukları düşünülen Galatasaray yönetimlerinin 1979’a kadar bu konuyu neredeyse sorun olarak bile ele almamış olmalarıydı. Ta ki Prof. Dr. Ali Uras’ın çıkışına kadar.

Uras’ın çıkışı

Tesisleşme projeksiyonuna sahip olan Prof. Dr. Ali Uras 1979 yılında Galatasaray Spor Kulübü genel kurulu tarafından başkanlığa seçildi. Florya’daki arazide antrenman tesisinin inşaatına başlanması Uras’ın başkan seçilmesinin ertesine tarihlenir. Atılan adımlar 1982’de sonuç verecekti. Galatasaray 1982 yılında önce Florya’daki antrenman tesislerine kavuştu, ardından da Ali Sami Yen’in devreye girmesiyle stadyumuna.

Derwall ise bu tarihten iki yıl sonra, 1984’te adımını attı Galatasaray’a. Derwall’in nasıl Galatasaray’ın teknik direktörlüğüne getirildiğinin öyküsünü ana hatlarıyla geçen hafta anlatmıştım. Bugün sadece önemli olduğunu düşündüğüm bir detay vermek istiyorum.

Galatasaray’ın şampiyonluktan uzak geçen sezon sayısı 1984 yılında 11’e ulaşmıştır. Dolayısıyla camia daha yüksek sesle şampiyonluk istiyordur. Ne var ki Prof. Dr. Ali Uras yönetiminin futboldan sorumlu yöneticisi Alp Yalman, kulüp üyesi ve Galatasaray Lisesi mezunu Atilla Karsan’ın özel girişimleri sonucunda görüştüğü Derwall’den Galatasaray’ı şampiyon yapmasını talep etmez. Yalman konuyu daha derin ve yapısal olarak ela alıyordur. Bu nedenle ilk kez görüştüğünde Derwall’e, “Galatasaray’da futbolun temellerinin atılması için bize yardım et, hatta Türk futboluna katkıda bulun” diyecektir.

Derwall de bu misyonla çalışmaya başlayacaktır Galatasaray’da.

1987 Eylül’ü

Tam burada tarihi üç yıl ileriye alıyorum. 1987 yılındayız, Eylül ayında.

Jupp Derwall’in üçüncü sezonunda Galatasaray şampiyon olmuştu; 14 sezonluk özlem sona ermişti. Böylece Galatasaray 1973’ten sonra, Türkiye’yi yeniden UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil etme hakkı kazanmıştı.

Kurada Galatasaray Hollanda şampiyonu PSV’yi çekti.

Şampiyonluğun ertesindeki 1987-1988 sezonunda Galatasaray’ın teknik direktörü yıllarca Derwall’in yardımcılığını yapan Mustafa Denizli’dir artık. Derwall ise danışmandır, ancak yine kulübede yer alacak, Denizli’ye özellikle rakip analizi ve oyuncu değişiklikleri konusunda yardımda bulunacaktır. (Yıllar sonra Mustafa Denizli Socrates’e verdiği söyleşide Derwall için “hocam değil, okulumdu” diyecektir.)

İşte bu ikili, PSV eşleşmesinden oldukça ümitlidir.

Ne var ki 16 Eylül 1987’de Eindhoven’da oynanan ilk maçı Galatasaray 3-0 kaybedecektir. Taraftar için değil, ama teknik heyet için kalp kırıcı bir yenilgidir bu. Zira teknik heyete göre Galatasaray PSV’yi eleme kapasitesine sahip bir takımdı. 3-0’lık yenilgi ise her ne kadar bütün şansın yitirilmiş olduğu anlamına gelmese de işleri çok zorlaşmıştır.

Bu maçın rövanşı 30 Eylül’de Ali Sami Yen’de oynandı. O gün tribündeydim. Kanımca ilk maçta elde edilen 3-0’lık kalp kırıcı yenilgiye rağmen Galatasaray taraftarı 15 gün boyunca beyninde üst tura geçme fikrini dönüp dolaştırmış, bu nedenle de ASY’yi deliler gibi doldurmuştu.

Gündüz oynanan o maçta Galatasaray PSV karşısında önce Tanju Çolak’ın attığı kafa golüyle 1-0 öne geçti. Bu golün asistini Cevad Prekazi yapmıştı. Ardından yine Prekazi’nin yaptığı orta sonrasında PSV’nin savunma oyuncusu Ivan Nielsen’in kendi kalesine attığı ikinci gol geldi.

Acaba üçüncü gol de gelir ve bir mucize gerçekleşir miydi?

11 dev adam

Mucize diyorum, çünkü o günkü PSV Galatasaray’ın bırakalım elemeyi, yenmeyi bile aklından geçiremeyeceği türden çok dişli bir takımdı. Galatasaray karşısına çıkan 11 oyuncusu da milliydi. Yedisi bir yıl sonra 1988’de Avrupa şampiyonu olacak Hollanda milli takımında yer alacaktı (Hans van Breukelen, Ronald Koeman, Willy van de Kerkhof, Berry van Aerle, Gerald Vanenburg, Hans Gillhaus ve Wim Kieft). PSV’nin kaptanı aynı zamanda Belçika milli takımının da kaptanı olan Erik Gerets’ti. PSV 11’inde Danimarka’dan üç milli futbolcu daha vardı: Ivan Nielsen, Søren Lerby ile Jan Heintze.

Bu 11 dev adamın teknik direktörü ise Guus Hiddink’ti.

Mucize gerçekleşmedi. Galatasaray üçüncü golü bulamadı ve maç 2-0 sona erdi. PSV yoluna devam edecekti. Galatasaray için ise Avrupa defteri gelecek sezona kadar kapanmıştı.  Galatasaray’ın yendiği PSV o sezon ikinci turda Avusturya şampiyonu Rapid Wien, çeyrek finalde Fransa şampiyonu Bordeaux’yu, yarı finalde ise İspanya şampiyonu Real Madrid’i eleyerek finale çıktı. Finalde de Portekiz şampiyonu Benfica’yı penaltılar sonucunda yenerek UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası’nı ulaştı. PSV o sezon turnuva boyunca Galatasaray dışında hiçbir takıma yenilmemişti.

Gerek o gün 2-0 biten maç, gerekse de Galatasaray’ın 2-0 yendiği PSV’nin UEFA’nın birinci kupasını kazanması Galatasaraylıların zihninde önemli bir eşiğin aşılmasına yol açtı. Soru şuydu artık: Galatasaray niçin Avrupa’da da başarılı olmasın?

Yetmez bize bu kupa

İşte bu soru ASY tribünlerinde 1988-1989 sezonunda bir pankartın ve sloganın doğmasına yol açtı: “Yetmez bize bu kupa, hedef artık Avrupa.”

Yetmeyen şey Türkiye şampiyonluğuydu. Hedef ise Avrupa.

Tuhaftır o pankartta altı çizilen hedefe neredeyse o sezon ulaştı Galatasaray. 1987-1988 sezonunda yeniden Türkiye şampiyonu olan Galatasaray UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ertesi sezon sırasıyla Avusturya, İsviçre ve Fransa şampiyonlarını eleyerek yarı finale yükseldi. Eğer yarı finalde Galatasaray teknik direktör Mustafa Denizli’ye göre kurada Steaua Bükreş yerine Real Madrid çıkmış olsa, finaldeydi. Olmadı.

Derwall’in 1984’te kurmaya başladığı takım sadece bir futbolcunun (altyapı ürünü Metin Yıldız) eklenmesiyle 1988-1989 sezonunda Avrupa’nın en kuvvetli dört takımı arasına girdi. 

Şimdi yeniden geçmişe dönebiliriz.

Derwall’in hikmeti

Derwall ne yapmıştı da kurduğu ve geliştirdiği takım dört yıl sonra bugüne kadar bile bir daha tekrarlanamayan bir başarıya erişmişti.

Aslında elinde bir sihir bulunmuyordu Derwall’in. Sadece iki şeye sahipti. Bir, Almanya’nın öğretici teknik direktör geleneğine. İki Almanya futbolunun temel taşlarının nelerin oluşturduğu bilgisine.

Derwall bulunduğu noktaya Almanya’nın öğretici teknik direktör geleneği sayesinde gelmişti. Bundan kastım basit. II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya futbolu efsanevi Sepp Herberger’e emanet edilmişti. Herberger’in çalıştırdığı Almanya savaşın bitiminden dokuz yıl sonra 1954’te Macaristan’ı finalde 3-2 yenerek dünya kupasını kazanmıştı.

Herberger milli takımı 1966’da yardımcısı Helmuth Schön’e bıraktı. Schön’ün çalıştırdığı Almanya 1966’da dünya ikincisi, 1970’te dünya üçüncüsü olduktan sonra 1974’te dünya kupasını kazandı.

Schön 1978 dünya kupasından sonra görevi yardımcısı Jupp Derwall’e bırakarak emekliye ayrıldı. Almanya Derwall yönetiminde 1980’de Avrupa şampiyonu oldu. 1982 dünya kupasında İtalya’yla final oynadı, ama kaybetti.

1984’te Almanya’nın futbol tarihinde pek rastlanmayan bir şey gerçekleşti. Milli takımının 1984’te Fransa’da düzenlenen Avrupa şampiyonasında gruplardan çıkamaması sonrasında Almanya’da Franz Beckenbauer liderliğinde bir protesto hareketi başladı. Bu hareket başarıya ulaştı ve Herberger’le başlayan gelenek terk edilerek Derwall istifaya zorlandı. Takımın başına da Beckenbauer geçti.

Derwall Türkiye’de işte çok iyi bildiği ve kendisine miras kalan öğretici teknik direktör geleneğini devam ettirecek ve Galatasaray’ı, kendisinden bile daha başarılı olabilme potansiyeline sahip bir halefe, Mustafa Denizli’ye bırakacaktır.

Derwall bu geleneği Galatasaray’da Mustafa Denizli sonrasında da devam ettirdi. Teknik direktörlüğe Denizli’nin ardından Karl-Heinz Feldkamp’ın gelmesini sağladı. Feldkamp da ertesi sezon Galatasaray’ı başka bir Almana, Rainer Hollmann’a bıraktı. Hollmann’ın çalıştığı Galatasaray 1993-1994 sezonunda birinci kupada önce İrlanda (Cork City), ardından da İngiltere (Manchester United) şampiyonlarını eleyerek ilk Şampiyonlar Ligi’nde son sekize kalma başarısı gösterecektir.

Fizik ve tekniğin karışımı

Derwall’in elindeki ikinci koz ise fiziğe olduğu kadar tekniğe de dayanan Almanya futboluydu.

1984’te Türkiye futbolda Avrupa’nın en zayıf takımları arasındaydı. Avrupa futboluyla Türkiye’de oynanan futbol arasında neredeyse 30-40 yıl kadar fark vardı.

Ne Galatasaray’ın, ne de Derwall’in bu kadar bekleyecek zamanı ve sabrı vardı. Bunun için kısa yol anlamına gelen bir strateji benimsendi. O dönemde Türkiye’de sadece iki yabancıya izin verildiği için Galatasaray gurbetçi futbolcularla takviye edilecekti.

Galatasaray yönetimi Derwall’in emrine ilk sezon Almanya altyapısına sahip iki futbolcu verdi: Erdal Keser (Dortmund altyapısı) ve Burak Dilmen (Bayern München altyapısı). Derwall’e verilen kadroda bir de Alman futbolcu vardı; Rudiger Abramczik. (Ancak Galatasaraylı yöneticiler Abramczik’i Derwall gelmeden önce transfer etmişlerdi. Liyakata sahip olan Derwall daha sonra, kendi yurttaşı olan Abramczik için Galatasaraylı yöneticilere “keşke almasaydınız” diyecektir.) Derwall’e verilen kadroda uluslararası kariyere sahip bir futbolcu daha vardı; Yugoslavya milli takım kalecisi Zoran Simoviç. (Simoviç’in kalesini koruduğu Yugoslavya ekibi Hajduk Split 1984’te UEFA Kupası’nda yarı finale kadar yükselmiş, ancak Tottenham Hotspur’e elenerek finalden olmuştu.)

“Papaz” Erhan ve Prekazi geliyor

Ertesi yıl bu takıma başka bir Almancı olan Erhan Önal’ın (Bayern München altyapısı) yanı sıra 1984 UEFA Kupası yarı finalisti Hajduk Split’ten bir başka oyuncu Cevad Prekazi eklendi. Ayrıca Brezilyalı bir futbolcu tekniğine sahip Arif Kocabıyık da gelmişti. (Dinozorlar “Arif, Erdal, Prekazi… Muallim” tezahüratını hatırlayacaktır.)

Bir sonraki yıl, yani şampiyonluk hasretine son verilen 1986-1987 sezonunda takıma üç Almancı daha (Bayern München altyapısından Uğur Tütüneker, Herta Berlin altyapısından İlyas Tüfekçi ve Türk SV München ve Hannover altyapısından Savaş Koç) eklendi. Ayrıca Türk SV München’dan Boşnak Mirsad Kovaçeviç de yerli statüsü kazandırılarak transfer edildi.

Toplayacak olursak Galatasaray’da Türkiye milli takımında oynayan İsmail Demiriz, Yusuf Altuntaş, Semih Yuvakuran, Raşit Çetiner, Cüneyt Tanman gibi oyuncuların yanı sıra yine milli takımda oynayan Erhan Önal, İlyas Tüfekçi, Uğur Tütüneker ile Savaş Koç gibi Almanya altyapısına sahip yerliler vardı. Ayrıca özellikle Simoviç ve Prekazi gibi uluslararası rekabette sivrilmiş yabancı oyuncular.

Tütüneker farkı

Özellikle 1986-1987 sezonunda Galatasaray kadrosuna katılan Uğur Tütüneker şampiyonluk yarışında ciddi fark yaratmıştı. Türkiye’yi topsuz oyun ve boş koşuyla tanıştıran “Uwe” Tütüneker koşarak oynayan, buna karşın yorulmayan çok farklı bir oyuncuydu.

Tütüneker’in Türkiye macerası 1986’da başlamıştı, ancak sonradan öğrendik ki 1985 yılında Galatasaray’ın kapısından dönmüştü. Galatasaraylı yönetici Alp Yalman Tütüneker’le ilk teması 1985 yazında sağlamıştı. Ancak Tütüneker Yalman’ın transfer teklifine, “ben Bayern’de oynamak istiyorum” diye yanıt verecekti. Bunun üzerine, Yalman genç futbolcuya şunu söyleyecektir: “Biz çok memnun oluruz, çok iftihar ederiz Bayern’de oynamış olmana. Bir dene, bak. Eğer yapamayacağına karar verirsen biz buradayız.”

Galatasaray hep oradaydı. Tütüneker bu kapıyı ertesi sezon çaldı.

Florya’da ikinci etap

Tam burada 1982 yılında hizmete giren, Derwall’in isteği üzerinde 1984’te çimlendirilen Florya’daki antrenman tesisine dönmek istiyorum. Florya’nın ikinci etabı Feldkamp döneminde tamamlandı. Başka sahaların yanı sıra altyapı takımlarının çalışacağı saha da hizmete sokuldu. Feldkamp döneminde ayrıca Florya’daki sağlık birimi de Avrupa standartlarına kavuşturuldu. Bu düzen çok yakın döneme kadar Galatasaray’a altyapıdan birçok oyuncu kazandırdı.

Kemerburgaz’ın önemi

Galatasaray bu sezonun sonlarına doğru temelleri Ali Uras ve Alp Yalman dönemlerinde Derwall ve Feldkamp tarafından atılan Florya’dan çok modern tesislere ve antrenman sahalarına sahip Kemerburgaz’a geçti. Galatasaray’ın son virajda artan temposunda Kemerburgaz’a geçmiş olmanın payı asla yadsınamaz.

Kemerburgaz’da altyapı takımlarının çalışacağı dört sahanın yapımına ise yakınlarda başlanacak.

Bu hiç kuşkusuz Galatasaray’da bir dönemin sona erdiği ve yeni bir dönemin başladığı anlamına geliyor.

Bugün Galatasaray’ın önünde yine 1984’teki sınav var. Yakın geçmişte Avrupa ile Türkiye aleyhine açılmış farkı en kısa sürede kapatarak yeniden Avrupa’da söz sahibi olmak. Bu günümüzde daha doğru transferler gerçekleştirmek, atletizme ve hıza yatırım yapmak, oyuncu yapısını ve genişliğini her iki kulvarda mücadele edebilecek şekilde kurgulamakla mümkün.

Galatasaray’ın bu kapsamda yazın atacağı adımları ve planlamasını avuntu bulmaz bir dinozor hafızası eşliğinde yakından takip edeceğim.

ABONE OL

Melih Şabanoğlu

Muhteşem yıl - II
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et