1984. Annus mirabilis: Galatasaray’ın ütopik yılı
Elbette bu kez uzun futbol analizlerimle sizleri sıkacak değilim.
Başka bir yazı olacak bu. 1984 yılından hareket etmeye başlayacak ve bugüne gelecek.
Jupp Derwall 1984 yazında teknik direktörlük görevine getirildiğinde Galatasaray’ın şampiyonluktan uzak kaldığı sezonların sayısı 11’i bulmuştu. Bu süre içinde de sadece üç kupa kazanmıştı Galatasaray. İki Türkiye Kupası (1976 ve 1982), bir de bugünün Süper Kupa’sına karşılık gelen Cumhurbaşkanlığı Kupası (1982).
11 sezon boyunca Trabzonspor altı, Fenerbahçe dört, Beşiktaş da bir kez şampiyon olmuştu. Derwall’in göreve başladığı 1984 yılında Fenerbahçe’nin şampiyonluk sayısı (10), Galatasaray’la (6) Beşiktaş’ın (4) şampiyonluk sayılarının toplamına eşitti. 1967 yılında kurulan ve birinci ligde ilk kez 1974-1975 sezonunda ligde mücadele etmeye başlayan Trabzonspor da şampiyonluk sayısında futbolun en büyük ağabeyi durumundaki Galatasaray’ı yakalamıştı.
Derwall, arka planını bu tablonun oluşturduğu bir zaman diliminde Galatasaray’ın başına geçtiğinde beklentiler fazlaydı. Ne var ki bunlar gerçekleşmedi.
Ligde hüsran, kupada şov
1984-1985 sezonu boyunca neredeyse ilk haftadan itibaren hiçbir zaman lig yarışına giremeyen bir Galatasaray izledik. Nitekim sezonu beşinci kapattı Galatasaray. Fenerbahçe yine şampiyon olmuş, böylece iki ezeli rakip arasındaki şampiyonluk farkı beşe (bugünün diliyle bir yıldıza) çıkmıştı.
Ancak Galatasaray camiası gelecekten ümidini kesmemişti. Şundan; Galatasaray o sezon ligi ilk üç sırada bitiren Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’la oynadığı altı maçta sadece bir yenilgi (deplasmanda Trabzonspor’a 1-0 yenilmişti) almıştı. Averajla şampiyon olan Fenerbahçe’ye her iki maçta yenilmediği gibi, averajla ikinci olan Beşiktaş’ı ligin ilk yarısında yenmeyi başarmıştı.
Ayrıca Derwall’in çalıştırdığı Galatasaray Türkiye Kupası’nda peş peşe eşleştiği Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’a karşı bariz bir üstünlük sağlayarak kupayı müzesine götürmüştü.
Bu Türkiye Kupası, futbolcu Fatih Terim’in Galatasaray’da oynadığı 11 sezonda kazandığı dördüncü (üç Türkiye Kupası, bir Cumhurbaşkanlığı Kupası) ve sonuncu kupa olarak geçti kayıtlara. Zira o sezon sonunda Fatih Terim yaptığı jübileyle futbola ve Galatasaray’a veda edecekti.
Fenerbahçe Stadyumu’nda oynanan jübile maçında Fatih Terim sahaya bir helikopterle gelmişti. O dönem için çok modern bir şeydi bu. Çünkü sivil bir helikopter nadir görülen bir şeydi o zamanlar, hele futbol sahasında.
Dediğim gibi, Galatasaray lig yarışında ezeli rakibi Fenerbahçe’nin beş şampiyonluk gerisine düşmüştü düşmesine, ancak Derwall’le beraber bir şeylerin alttan alta değişmeye başladığı görülüyordu.
Yeni Türkiye
Şöyle bir tezim var. 24 Ocak 1980 kararları yeni Türkiye’nin işaret fişeğiydi. O yeni Türkiye, döviz dezavantajını ihracatla aşmaya çalışan bir Türkiye olacaktı. Neredeyse cumhuriyetle eşit yaşta olan ithal ikamesi rejimi terk ediliyor, ekonomik anlamda dünyaya daha çok entegre olmuş bir Türkiye ortaya çıkıyordu. (Burada elbette altını çizmeye çalıştığım şey dünyaya açık olmak. Yoksa 24 Ocak kararları sonucunda ekonomik olarak mağdur olan milyonlarla 12 Eylül faşizminin kanlı uygulamalarını övüyor değilim.)
Bu bir zihniyet değişimiydi ve bunu ilk fark eden kulüp kanımca Galatasaray oldu. Almanya milli takımını 1980’de Avrupa şampiyonu, 1982’de dünya ikincisi yapan Derwall’in Galatasaray’ın başına getirilmiş olması kulübün bu zihniyet değişimini yakından takip ettiğinin göstergesiydi.
Galatasaray’ın dinamikleri
Tam burada Galatasaray’da dinamiklerin nasıl işlediğini göstermek adına Derwall’in Galatasaray’a nasıl geldiğini de kısaca özetlemek istiyorum. Almanya’nın 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda elde ettiği kötü sonuç nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Derwall’i Galatasaray Spor Kulübü’ne, Galatasaray Lisesi’nin 1959 yılı Edebiyat şubesi mezunu 900 Atilla Karsan önermişti. Aynı zamanda kulübün 6800 numaralı üyesi olan Atilla Karsan o vakitler Günaydın gazetesinin Almanya sorumlusuydu. Karsan’ın uyarısı sonucunda dönemin iki yöneticisi Alp Yalman ve Faruk Süren harekete geçmiş, Karsan da Derwall’den bir randevu almayı başarmıştı. Bu dörtlü daha sonra yemek yemişler, Derwall akıcı Almanca konuşan Alp Yalman ve Faruk Süren’den çok etkilenmişti.
Galatasaray için annus mirabilis (muhteşem yıl) böyle başlamıştı.
Derwall’le ilk görüşme. Soldan sağa Derwall, Atilla Karsan, Alp Yalman ve Faruk Süren.
Bir helikopter dönüp duruyor
1987 yılının Haziran ayındayız. Ayın yedisi ve günlerden Pazar. 13 sezon üst üste şampiyon olamayan Galatasaray ligin son maçında Ali Sami Yen’de Eskişehirspor’la oynayacaktı. Takımın başında Derwall vardı, yardımcısı da Mustafa Denizli’ydi.
Gerçeküstü bir tablo gibiydi o gün Ali Sami Yen. Oraya gidelim.
Yüzümüzü Yeni Açık’a verdiğimizde solumuzda kalan Numaralı Tribün’de damatlığı andıran beyaz kıyafetlerinin içinde amigoluk yapan “Tecavüzcü” Coşkun, binlerce kişiyi bir el hareketiyle dalgalandırıyordu. Yeşilçam filmlerinde canlandırdığı kötü karakterler nedeniyle “tecavüzcü” sıfatıyla anılan Coşkun Göğen, o yıllarda Ali Sami Yen’in Numaralı Tribünü’nde kendi deyişiyle “amigoluk değil şovmenlik” yapan bir sinema emekçisiydi. Coşkun her zaman olduğu gibi Numaralı’nın Yeni Açık tarafına doğru mevzi tutmuştu o gün.
Sağımızda bir önceki gün bayraklarla, balonlarla süslenmiş Kapalı Tribün vardır. O gün Kapalı korosundan dünyaya tek bir nağme akıyordu: “Seni Sevmeyen Ölsün”.
Tam yukarımızda ise stadyumun üzerinde bir helikopter dönüyordu.
Bu gerçeküstü tablonun en modern unsuruydu pilot kabininden sarı-kırmızı kaşkol sarkan o helikopter.
Modern zamanların miladı
Derwall’in gelmesiyle alttan alta başlayan dönüşüm çok kısa bir sürede Galatasaray’ı yıllarca ileriye attı, modern zamanları başlattı.
Derwall’le beraber yüzünü tamamen Avrupa’ya dönen Galatasaray beşinci yılda Türkiye’nin en popüler kulübü haline geldi. Galatasaray bunu 1988-1989 sezonunda Avrupa’nın kulüpler bazında bir numaralı futbol organizasyonu olan UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynamasına borçluydu.
Sırasıyla Avusturya şampiyonu Rapid Wien, İsviçre şampiyonu Xamax Neuchatel, Fransa şampiyonu AS Monaco takımlarını eleyerek son dört takım arasında kalan Galatasaray yarı final kurasında Romanya şampiyonu Steaua Bucaresti kulübünü çekince yolun sonuna gelmiş oldu. Steaua o dönem Galatasaray’ın teknik direktörü olan Mustafa Denizli’nin eşleşmeyi hiç istemediği bir takımdı. Zira Denizli kurada o dönem, kadrosunda Gheorghe Hagi, Miodrag Belodedici, Dan Petrescu, Iosif Rotariu, Marius Lacatuş, Gabi Balint ve Victor Piturca gibi yıldızları barındıran Steaua yerine Real Madrid’in çıkması durumunda Galatasaray’ın finale çıkacağından neredeyse emindi.
Derwall’le başlayan dönüşüm onun önerisiyle takımın başına getirilen Karl-Heinz Feldkamp’la beraber yeni bir ivme kazandı. 2000 yılı takımının omurgasının emanet edildiği Feldkamp Galatasaray’ı ve Türkiye’yi prese dayalı modern futbolla buluşturan isim oldu. Sonra bu takım, stajını yine Derwall’in önerisiyle milli takımın başına getirilen Sepp Piontek’in yanında yapan Fatih Terim’e teslim edildi. Galatasaray 1992-2000 yılları arasında tam altı kez şampiyon olarak hem ulusal rekabette öne geçti, hem de iki uluslararası kupa (UEFA Kupası ve Süper Kupa) kazandı.
Ölümcül hata
Ne var ki formatları 1984 yılında yenilenen Galatasaray bu süreçte ölümcül bir hata yaptı. Endüstriyel futbolun gereklerini görmekle beraber bunları yerine getirmekte atıl kaldı.
Kanımca buradaki temel sorun Galatasaray’ın o zamanki yöneticilerinin endüstriyel futbol atılımı yapabilecek cesaret, vizyon, esneklik ve güçten mahrum olmasıydı.
Böylece zihinsel şampiyonluğu ezeli rakibine kaptırmış oldu Galatasaray. Fenerbahçe kısa sürede kulübü büyük gelirlerle buluşturan modern stadyumunu inşa ederken önemli bir pazarlama markası (Fenerium) yaratmayı da başardı. Başka bir deyişle endüstriyel futbolun gerekliliklerini ilk gören Galatasaraylılar (burada Galatasaray Spor Kulübü’nün 1996 yılındaki genel kurulunu hatırlayabiliriz) olmuştu, ancak bu gereklilikleri ilk kez Fenerbahçe yönetimi uyguladı.
Böylece ticari rekabette öne geçen Fenerbahçe 2000’li yıllarda endüstriyel futboldan elde ettiği kazançla Türkiye’de sporun mutlak hâkimi durumuna geldi. Bu süreçte elde edilen dört şampiyonluk bu liderliğin sonucuydu. Galatasaray ise bu rekabete geleneksel bir yöntemle, ruhuyla karşı koymaya çalıştı. Bu süreçte üç şampiyonluk çıkarmayı da başardı.
Ekonomik denklik yeniden kuruluyor
Ezeli rekabette ekonomik denkliğin sağlanması, Galatasaray’ın modern stadyumunun 2011’de devreye girmesine tarihlenir. Sonrası malum. Modern stadyumunun devreye girmesinden sonra Galatasaray sekiz şampiyonluk kazanırken en büyük rakipleri Fenerbahçe ve Beşiktaş ikişer şampiyonlukta kaldı. Aynı süreçte Türkiye Kupası’nı Galatasaray beş, Fenerbahçe ve Beşiktaş ise üçer kez kazandı. Süper Kupa’da ise çarpıcı bir Galatasaray üstünlüğü ortaya çıktı. 2011 sonrasında Galatasaray altı kez Süper Kupa’ya uzanırken Beşiktaş bunu iki, Fenerbahçe ise bir kez başardı.
Kısaca ekonomik denkliğin eşitlendiği 2011 sonrasında Galatasaray toplam 19 kupa kazanırken Beşiktaş’ın kupa sayısı yedide, Fenerbahçe’ninki ise altıda kaldı.
Bu süreçte popülerlikte denge Galatasaray lehine radikal biçimde daha da arttı. Bunda kanımca birkaç faktör rol oynadı. Bunlar içinde en önemlisi hiç kuşkusuz, Türkiye futbol dünyasının gelmiş geçmiş en ikonik figürü olan Mauro Icardi’nin Galatasaray forması giymesiydi. Neredeyse tüm bir nesli tek başına Galatasaraylı yaptı Icardi. Galatasaray Icardi’nin yanına, bütün maçlarda tüm samimiyetiyle oynadığı görülen Victor Osimhen’i de ekleyince popülerlik yarışında neredeyse yakın gelecekte bile kapatılamayacak bir farka ulaşmış oldu.
Her renge ve sese açık kurumsal yapı
Burada kanımca Galatasaray’ın kurumsal yapısının Türkiye’nin her rengi ve görüşüne açık tutulması da önemli bir rol oynuyor. Bu açıdan dün şampiyonluk kutlaması sonrasında verilen bir görüntüye dikkat çekmek istiyorum. Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde yaşayan çiftçi Neslihan Demir, Osimhen için ördüğü bebeği hediye etmek üzere maça davet edilmişti.
Neslihan Demir köyünde ne giyiyorsa onunla geldi İstanbul’a ve stadyuma.
May 18, 2025
Şalvarıyla çıktı kameraların karşısına. Osimhen’le konuştu, hediyelerini verdi. Sonra da köyüne döndü.
Fotoğraf: @victorosimhen9 Instagram hesabı
Neslihan Demir ve Osimhen. Birbirlerinin dilini bilmiyorlar, ama aynı dili konuşuyorlar.
Son olarak Okan Buruk döneminde zirveye çıkan Galatasaray hâkimiyetine dikkat çekmek istiyorum. Zira bu hâkimiyet kanımca ya görmezden geliniyor, ya da yeterince takdir edilmiyor.
İsim bazında gidelim. 2011 sonrasında Galatasaray’ın kazandığı 19 kupada teknik direktör olarak dört isim görüyoruz: Sırasıyla Fatih Terim, Hamza Hamzaoğlu, Jan Olde Riekerink ve Okan Buruk.
Bu döneme ilişkin kupa tablosu tablosu şöyle:
Burada Okan Buruk’a ayrı bir başlık açmak istiyorum.
Okan Buruk göreve başlamadan önce Süper Lig’in üç puanlı döneminde maç başı en çok puan kazanmış ilk beş takım ve teknik direktör listesi şöyleydi:
Okan Buruk ilk olarak bu listeyi darmadağın etti ve zirveye yerleşti. Dün itibariyle bu listede son durum şöyleydi:
Tam burada Okan Buruk döneminde Galatasaray’ın ortaya koyduğu hâkimiyeti daha iyi gösterebilmek adına bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Bunu iki planda gerçekleştireceğim. İlk planda Okan Buruk dönemiyle Fatih Terim’in görev yaptığı tüm dönemlerde elde etmiş olduğu sonuçları karşılaştıracağım.
Tabloda Okan Buruk’un gerek ortalama puan, gerekse de galibiyet yüzdesi sıralamasında Fatih Terim’in oldukça önünde olduğu net biçimde görülüyor.
İkinci planda ise Okan Buruk’un görevde olduğu üç sezondaki sonuçlarla, Fatih Terim’in görevde bulunduğu ve sezon sonunda şampiyonluk elde etmiş olduğu üç farklı dönemdeki (1996-2000, 2011-2013 ve 2018-2019) sonuçları karşılaştıracağım. Yani bir anlamda Fatih Terim’in sadece zirvede olduğu dönemlerde elde etmiş olduğu sonuçlarla Okan Buruk’unkileri karşılaştıracağım. Hatırlanacağı üzere Fatih Terim bu üç farklı dönemde toplam sekiz şampiyonluk kazanmıştı.
Görüldüğü üzere Okan Buruk, elde etmiş olduğu ortalama puan ve galibiyet yüzdesi açısından Fatih Terim’in başarılı olduğu dönemlerin bile çok önünde.
Sonuç
Galatasaray sportif başarı, popülerlik ve finansal girdiler bakımından rakiplerinin önünde yer alıyor. 1984’teki muhteşem yıldan itibaren bakınca bu durumun devam etmesi mümkün gibi de görünüyor. Ancak bunun için iki şeye ihtiyaç var. İlki kulübün ve futbol şubesinin daha rasyonel biçimde yönetilmesi. İkincisi kulübün ve futbol şubesinin algısını ve iletişimini bizzat kulübün yönetmesi. Bu yönetimin kulübün inisiyatifinden çıkarak sosyal medyaya geçtiği zaman dilimlerinde Galatasaray’ın çok zor sorunlarla boğuşmasının neredeyse imkânsız hale gelebildiğini biliyoruz.
Tam burada kronik sakatlığı bulunmayan Ismail Jacobs hakkında sosyal medyada yerleşen “kronik sakat” algısını “yıkmak” için Jacobs’un Hollanda’ya götürüldüğünü ve bunun da futbolcunun o anki sakatlığını daha da ilerlettiğini hatırlayabiliriz.
Dolayısıyla üzerimize, kesilip yapıştırılmış algılar yağmasın.
Tepemizde modern bir şeyler dönüp dursun. Ama helikopterler olmasın artık bunlar.
Gökyüzünde birleşerek Osimhen’in maskesini oluşturan dronlar olur belki, en sürreel olanı en modern biçimde gösteren.
Evrensel'i Takip Et