Tanıklığın dili, barışın hafızası
Bazen bir hekimin tanıklığı, yalnızca hastalıkları değil, toplumsal vicdanı da teşhis eder.
Zifiri karanlığı sarsan top atışlarının gölgesinde bir Kızılay reviri. İlçenin kilometrelerce dışında bir sınır taburu ve oraya nerede ise her gece acilen ‘kelle koltukta’ getirilen bir anne.
Yakınları ‘yine bayıldı’ diyorlardı. Tanısı netti “konversiyon.” Hep gece geldiğini fark edince öyküyü derinleştirdim. Öğrendim ki; tüm oğulları ve eşi korucu kılınmıştı, ama uyandığında o en küçük oğlu için yürek kaldırıyordu: Kürtçe “Daha o çocuk” diyordu.
17 yaşında oğlunun ‘Baskı ile korucu yapılmasına’ tahammül edemiyor; ne zaman oğlu gece nöbetine çıksa konversiyona giriyordu. O çocuğun silahtan menedilmesi hem etik hem de tıbbi bir zorunluluğa dönüşmüştü. Tüm bunları kapsayan bir rapor yazıp ilgili askeri yetkiliye vermelerini söyledim. O günden sonra yaklaşık on gün anne revire konversiyonla başvurmadı; ama ne zaman ki tekrar geldi yakınlarına tahminimi teyit ettirdim: Bir çocuğun silah altına alınmasının menine dair o tıbbi talep reddedilmişti: Hakkâri, Çukurca, 1998
O gün psikiyatri dışı tıp kitaplarında Simone Weil’in, “Acı, dile gelmediğinde beden konuşur” cümlesinin neden yer almadığını sorguladım.
Derken, bir sabah gürültü ile uyandığımda, dışarıda çok sayıda silahlı korucu gördüm. Bunda yadırganacak bir şey olmayabilirdi eğer aralarında çocuklar olmasaydı. Tarih doksanlı yılların sonu, yer yine Çukurca’da bir askeri taburdu. Revir penceresinden uzun uzun silahla hemhal kılınmış çocuklara baktım; devletin çocukları silah altına aldığına inanmak istemedim.
Tanık olursunuz bazen; ama yine de reddi kolaylaştıracak cümleler ararsınız. Birkaç hafta sonra İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uğradım ziyaret amaçlı. Bir hastamın yakınıydı. Çay faslında soruyu dönüştürerek sordum müdüre; “Korucu öğrencilerin silahlarını okulda ne yapıyorsunuz?” Cevap netti: “Müdür odasına alıyoruz.”
Birkaç gün geçti üzerinden, geçici görevle emrine verildiğimiz Kızılay müdürü istihbarat sorumlusu olduğunu belirttiği sivil bir kişi ile geldi yanıma. Çocuk yaşta korucu meselesine atıfla bu işlerle ilgilenmememi, benim için iyi olmayacağını ima etti.
İki ay sonunda geçici görev sona erdi. Sivil halka hizmet amaçlı SSK hastanelerinden Kızılay emrine verildiğimiz ama tabura alındığımız günlerin ardından İzmir’e döndük.
Çok geçmedi bir dava ile güne başladım. “Ölen bir kişiye ilaç raporu çıkarmaktan” yargılanacaktım sağlık kurulunda yer alan on bir hekimle birlikte. Çukurca’dan yeni dönmüştüm, kliniğimizde çalışan birisi pratisyen diğeri asistan iki hekim yanıma gelip bir ilaç raporu imzalatmak istedi. O an klinikte benden başka imza yetkisi olan uzman yoktu. ‘Hasta kim’ dedim, bizim klinikte yatmakta iken Ege Üniversitesine sevk edilen bir kanser hastası olduğunu, yanlarındaki kişinin oğlu olduğunu belirttiler. İmza atarken şerh düştüm “Ege Üniversitesinden alınmış epikriz” ektedir diyerek.
Dava açıldığında epikriz olmadan işleme konulduğunu, o gün sağlık kurulunda olan tüm hekimlerin yargılandığını, ama sağlık kurulu başkanı eski askeri hekimin yargılanacaklar arasında olmadığını fark ettim.
Dava ilerledi, bana sahte hasta raporu hazırlayarak getiren iki hekim tanık olarak çağrıldılar, ilginçtir inkar etmediler. Daha ilginç olan, sahte rapor düzenlemeye teşebbüsleri ne hastane ne mahkemede sorgulanmadı. Biz yargılanıp aklandık, onlara hiçbir dava ve soruşturma açılmadı. Yıllar içinde eşi astsubay olan o hekimlerden birisi başhekim yardımcılığına terfi ettirildi.
Çukurca’da ifade edilen ‘Senin için iyi olmaz’ cümlesi dava ile bir had bildirme miydi? Paul Auster’in dediği üzere ‘Okuyucusunu inandıran her öykü gerçektir.’ Ben okumamış yaşamıştım. Bilemedim..
Türkiye yeni bir tarihselliğin eşiğinde. Pozitif barış yolunda soru işaretleri olsa da umut baki. Hafızalarımız birer barış yontucusu.
Dün Anneler Günü’ydü.
Annelerimiz: Onlar bizim dil nakışçımız, ses dokuyucumuz. Dil ebemiz, kelime tohumcumuz, rüya dili terzimiz. Sahi geriye ne kaldı!
Her çocuk anasının kuzusu ve bir o kadar da duygu dili çırağı değil midir?
Dilerim ki; asker oğlu için ağıt yakan anne ile korucu kılınmış on yedi yaşındaki oğlu için konversiyon nöbeti geçiren annenin yüreği birlikte yol gösterici olur hakikat yolunda.
Paul Celan: “Şiir, susmanın içinden yükselir”der. Şiir ile bir yere kadar. Gerisi yaşam, umut, barış...
Barış, belki de en çok annelerin susarak söylediklerinde ve çocukların silahsız hayallerinde filizlenir.
Yaşamı çocukları ile sınanan tüm annelere saygı ile…
Sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et