11 Mayıs 2025 00:07

Gidişat ve bizi bekleyenler

İkinci senesini doldurmak üzere olan yüksek faiz politikası ne enflasyonu hedeflenen seviyeye indirmekte ne de yeterli dış sermaye çekip ekonominin döviz dengesini sağlamakta başarılı olabildi. Son açıklanan enflasyon verileri, 2025 yıl sonu enflasyon hedefinin TÜİK hesaplarıyla dahi tutmasının artık mümkün olmadığını gösteriyor. Oysa sene başında ücret artışlarının bu hedeflenen enflasyona göre yapılması sağlanmıştı.

19 Mart sonrası politika faizinin yükseltilmesi ve Merkez Bankasının döviz piyasalarına yaptığı toplamda 55 milyar doları aştığı tahmin edilen müdahaleler ise döviz talebini dindirememiş olduğundan bir dizi makro ihtiyati tedbir açıklandı. Bu tedbirler arasında ihracatçıların ihracat bedellerinin yüzde 35’ini Merkez Bankasına satma zorunluluğu başta geliyor. Bu oran daha önce yüzde 25’ti. Aynı zamanda yabancı para mevduatlarına uygulanan zorunlu karşılık oranları artırılırken, TL mevduat payı yüzde 60’ın altında olan bankalara da aylık artış hedefi getirildi. İhracatçılara kur avantajı sağlamak üzere de ihracat dövizinin TL’ye dönüşümüne yüzde 3 prim uygulamasına dönüldü.

Hâlbuki bu tür tedbirler önceki dönemin “irrasyonel” politikaları olarak değerlendiriliyordu. Öyle ki Merkez Bankası başkan yardımcısı 2024 başında bir toplantıda bu tedbirler yüzünden para politikası ile mevduat faizleri, enflasyon ve kurlar arasındaki bağlantıların kopmuş olduğundan uzun uzun yakınmıştı. Bu son açıklanan tedbirler ise Nebati dönemindeki uygulamaların benzerlerine dönüşü içeriyor. Durumun daha da kötüleşmesi, kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasının da geri getirilmesiyle sonuçlanabilir.

Meselenin dar ortodoks iktisat teorisi çerçevesinde bir rasyonalite veyahut irrasyonalite meselesi olmadığı belki bu kez anlaşılır. Yapısal döviz açığından kaynaklanan faiz-döviz kıskacı, benzer bir döngünün tekrarlanmasına yol açıyor. Taşıma dövizle değirmen döndürülüyor, dönmediğinde de kur yukarı salınıyor. Kapsamlı müdahale ve düzenlemelerle meselenin kontrolden çıkıp bir finansal krize evrilmemesi için çaba sarf ediliyor. Türkiye ekonomisinin yapısal döviz açığı ve hem ekonomik hem siyasi nedenlerle TL’ye güven duyulmaması bu işi oldukça zorlu bir hale getiriyor.

Öte yandan, Şimşek “programı”nda artık sona gelindiğinin bir göstergesi de eski ekonomi bakanı ve şu anda AKP’nin ekonomi işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı olan Nihat Zeybekci’nin Nasıl Bir Ekonomi gazetesine verdiği kapsamlı mülakatta bulunabilir. Zeybekci’nin yüksek faizlerin artık üretim ve ticareti olumsuz etkilediği ve enflasyonla mücadelenin talebi kısarak değil arzı artırarak yapılması gerektiği yönündeki vurgusu da iktidar içerisinde ekonomi politikalarında yeni rota arayışının canlandığını gösteriyor.

Nitekim sermayenin farklı temsilcilerinin son dönemde peş peşe yaptıkları açıklamalar, gidişattan memnuniyetsizliği açıkça gösteriyor. Reel sektördeki işletmelerin Kredi Garanti Fonu’ndan (KGF) sağlanacak paketlerle desteklenmesi talebi yükseliyor. Hatırlanacağı üzere KGF 2017’de yoğun bir biçimde kullanılarak sadece küçük ölçekli şirketlere değil büyük şirketlere de ciddi bir destek sağlanmıştı. Ekonomideki tıkanma hem geniş işsizlik oranındaki artışta hem de kapasite kullanım oranlarındaki düşüşte kendini gösteriyor. Geniş işsizlik oranı 2023 sonunda yüzde 22 civarındayken son açıklanan iş gücü istatistiklerine göre yüzde 28.5’e yükselmiş durumda. Kapasite kullanım oranı ise 2023 sonunda yüzde 77’in üzerindeyken 2024 nisanında yüzde 75’in altına düştü. Türkiye ekonomisi mevcut sermaye stokunu da iş gücünü de tam olarak kullanamıyor.

Gidişat, son senelerde yaşanan reel gelir kayıplarının kısa vadede telafi edilemeyeceğini gösteriyor. Zaten uygulanan ya da önerilen ortodoks ekonomi politikalarının bu meseleyi çözme niyeti olmadığı gibi bu politikalar bir çözüm kapasitesine de sahip değiller. Görünen o ki iktidar bir seçim olmadığı sürece asgari ücreti açlık sınırında tutmaya, emekli aylıklarını eritmeye devam edecek. Buna rağmen ücretleri yeterince düşük bulmayan işletmeler bir yandan bazı sektörlerde üretimlerini daha ucuz emek buldukları ülkelere taşımaya bir yandan da özellikle göçmen emeği kullanarak içeride iş gücü maliyetlerini bastırmaya çalışmaya devam edecekler. Ne yazık ki Şimşek “programı”nın ve yaşanan 19 Mart şokunun sonuçlarını henüz tam olarak hissetmediğimizi de hatırda tutmak lazım.

Orta ve uzun vadede sorunları çözmeye girişecek bir ekonomik program ise ne iktidar ne de muhalefet tarafından ortaya konulabilmiş durumda. Bu ortamda Trump’ın Çin’le rekabeti yoğunlaştırmasının Türkiye için fırsatlar yaratacağı düşüncesi ise şimdilik temelsiz görünüyor. Türkiye’nin Çin’in batıya ihracat üssü olması projesi, ABD’nin buna tepki vermeyeceği varsayımına dayanıyor. Ancak ABD’nin Çin’e uyguladığı yüksek gümrük tarifelerinin daha doğrudan sonuçlarından birisi olarak Çinli işletmelerin ABD dışı pazar arayışlarının yoğunlaşması ve bunun Türkiye’nin dış ticaret dengesini olumsuz etkilemesi daha olası görünüyor.

Anlaşılan, bir süre daha aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklenmeye devam edilecek. Bu arada tüm maliyet düşük ücretler ve yüksek işsizlik olarak çalışanlara, eriyen aylıklar olarak emeklilere ve daha fazla talan olarak doğaya ve kentlere yıkılacak. Bir yandan ekonomideki dengesizliklerin arttığı bir yandan siyasal muhalefetin yükseldiği koşullarda bu gidişat iktidara daha fazla sertleşmek dışında pek bir seçenek bırakmayacağa benziyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yeğenler ve ezilenler
Millete kemer sıktırılan dönemde Erdoğan’ın yeğeninden rekorlar kitabına girecek kâr

Yeğenler ve ezilenler

İnanılmaz ‘ticari başarılar’ listesine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeğeni de eklendi. Yeğen Üsame Erdoğan’ın holdingi bu yılın ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre kârını yüz değil, bin değil, yüz bin değil tam yüzde 610 bin artırdı. Aynı dönemde 7 milyon asgari ücretlinin geliri enflasyon karşısında 35 milyar TL eridi.

Memura yüzde 11.5

Emekliye yüzde 15

Asgari ücretliye yüzde 30

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
18 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et