27 Mayıs 2024 04:51

UCM’nin Netanyahu kararı ve ‘egemen ulus demokrasisi’

Binyamin Netanyahu

Binyamin Netanyahu | Fotoğraf: DHA/Arşiv

Paylaş

Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkartması sonrasında ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin ortaya koydukları tutum, demokrasi ve uluslararası hukuku sadece işlerine geldiği zaman ve yerde savunduklarını ve bir tür ‘üstünlerin demokrasisi’ uyguladıklarını bir kez daha gösterdi. Aynı çifte standardı ve ikiyüzlü politikayı BM’ye bağlı ‘Uluslararası Adalet Divanının (UAD) İsrail’in Refah’a yönelik saldırılarının “Derhal durdurulması” kararı karşısında takındıkları tutumda da görüyoruz.

İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik bir soykırıma dönüşen saldırı, işgal ve katliamları aralıksız sürüyor. Buna karşı ABD’deki Biden yönetimi başta olmak üzere bir yandan İsrail’e kesintisiz olarak askeri ve mali destek veren Batılı güçler, öte yandan Netanyahu yönetimine yönelik “uyarılar” yapmaktan da geri durmuyor. Ancak lafta kalan bu “uyarılar”, gerçekte bu ikiyüzlü politikanın üstünün örtülmesi ve halkların tepkisinin yumuşatılması amacına hizmet etmekten öteye gitmiyor.

ABD ve AB’li emperyalistler, Rusya’nın 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna’ya karşı işgal saldırısına tarihte eşine az rastlanır bir sertlikte yanıt verdi. O günden bugüne Ukrayna’ya yüzlerce milyar dolarlık askeri ve mali “yardım” yaptılar. Ancak BM’nin 1967 ve 1973’teki kararlarına rağmen Filistin’in büyük bir bölümünü işgal altında tutan ve milyonlarca Filistinliyi göçe zorlayan İsrail, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısını fırsat bilip Gazze’ye yönelik bir işgal harekatı başlattığında aynı güçler Netanyahu’ya destek ziyaretleri için sıraya girdiler. Bu “destek” politikasının bir sonucu olarak Ukrayna’nın küçük bir kenti kadar bile olmayan Gazze Şeridi’nde 7 Ekim’den bu yana yaşamını yitiren sivil sayısı şubat 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı’nda yaşamını yitiren sivil sayısının üç katını aşmış bulunuyor. Dolayısıyla İsrail’e askeri ve mali olarak en büyük desteği veren ABD ve Almanya başta olmak üzere, Batılı emperyalistler bu soykırım suçunun da ortağı konumunda bulunuyor.

ABD ve Batılı güçler, demokrasi ve hukuk maskesi takarak oynadıkları oyunu bu kez UCM’nin Netanyahu hakkında çıkardığı yakalama kararı karşısında sergiliyorlar. UCM Savcısı Khan’ın Ukrayna Savaşı’nda işlenen suçlar üzerinden Rusya Lideri Putin hakkında tutuklama kararı çıkarmasını coşkuyla karşılayan bu güçler, şimdi aynı karar İsrail’in Gazze’deki savaş suçları nedeniyle Netanyahu hakkında çıkartılınca sert tepki gösteriyorlar.

UCM’nin Hamas yöneticileri ile birlikte Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Gallant için yakalama kararı alarak “demokratik bir yönetim” ile bir “terör örgütünü”nü eşitlediğini söyleyip bu karara tepki gösteren ABD ve Batılı güçlere göre, UCM’nin “demokratik bir yönetim” hakkında böyle bir karar alma yetkisi de bulunmuyor.

Sadece bu karara gösterilen tepkiler bile, ABD ve Batılı güçlerin UCM ve UAD’ye biçtikleri rolün “demokrasi” ve “uluslararası hukuk” savunusu üzerinden kendi emperyalist-gerici müdahalelerine dayanak yapmanın ötesine geçmediğini ortaya koymaya yetiyor. Bu mahkemeler son İsrail örneğinde olduğu gibi bu güçlerden herhangi birine karşı kararlar aldığında ise yetkilerini aşıyor!

Teori ve Eylem dergisinin önümüzdeki günlerde ‘Ortadoğu’ dosyası ile çıkacağı 2024-Yaz sayısında Andreas Wehr imzalı “İsrail ve ‘Egemen Ulus Demokrasisi’ olgusu” başlıklı makale, Batılı güçlerin sömürgeleştirdikleri ülkelerden başlayarak bugüne kadar “demokrasi ilkesi”ni nasıl bir çifte standart ile uyguladıklarına dair çarpıcı örnekler sunuyor. Yazarın İtalyan Tarihçi Domenico Losurdo’dan yaptığı “Dışlananlara dayatılan eşitsizlik, ‘alttakileri’ dışlama gücüne sahip olanlar arasında hüküm süren eşitlik ilişkisinin diğer yüzüdür” alıntısı, egemen sınıf ve ulusların “demokrasi ilkesi”nin ezilen sınıflara ya da sömürülen halklara karşı nasıl kullanıldığını da özetliyor.

Makalede “İsrail’in Egemen Ulus Demokrasisi” alt başlığı altında sürdürülen tartışmada siyonizmin fikir babası olan Herzl’in “Biz (Yahudiler), Batı’nın kültür taşıyıcıları olarak, Doğu’nun bu artık kirlenmiş, ihmal edilmiş köşesine’, bu ‘hasta’ köşeye saflık, düzen ve Batı’nın aydınlanmış geleneklerini getirmek istiyoruz” sözlerine yer veriliyor ve bu sözlerin ne anlama geldiğini yine Losurdo açıklıyor: “Sömürgeci bir fikir olan siyonist fikir, denizaşırı toprakların fethi için başarılı bir kampanya yürüten ülkelerde daha kolay anlaşılabilir. Herzl İngilizlere dönerek, özellikle onların desteğini umduğunu açıkladı: ‘Ülkenizin büyük politikacıları sömürgeci yayılmanın gerekliliğini ilk fark edenler oldu. Bu yüzden Büyük Britanya bayrağı tüm denizlerde dalgalanıyor.’ Herzl de bu yola girmek istiyordu: ‘Avrupa için Asya’ya karşı duvarın bir parçasını oluşturacaktık, barbarlığa karşı kültürün ileri karakol hizmetini sağlayacaktık.’ Başka bir deyişle, Filistin’in Yahudi kolonizasyonu Batı’nın dünya hakimiyetini güçlendirecek, özellikle de Hindistan ve Çin’e giden yolu daha güvenli hale getirecektir. Hatta Asya’ya giden ‘en kısa yolu’, ‘medeni halkların askeri yolunu’ açacaktır; bu anlamda ‘Yahudi devleti bir dünya gerekliliğidir.

Losurdo, İsrail’in ekonomik ve politik olarak Batılı emperyalistler için taşıdığı önemi açıklamakla kalmıyor; Batılı emperyalistlerin UCM’nin Netanyahu kararına itiraz gerekçesi yaptıkları “İsrail demokrasisi”nin aslında Filistinlilere yönelik, baskı, zulüm ve sürgün üzerine inşa edilmiş bir ‘egemen ulus demokrasisi’ olduğunu ortaya koyuyor: “İsrail artık ‘Bir efendi ulus demokrasisi, vatandaşların tam haklara sahip olduğu ve vatandaş olmayanların hiçbir hakka sahip olmadığı bir rejim’, ‘ikili hukuk sistemi’ ve dışlananlara karşı ‘devlet terörizmi’ ile karakterize edilen bir ülkedir.” Öte yandan bu ‘egemen ulus demokrasisi’ ve ‘ikili hukuk sistemi’, Filistin sorununun gerçekte bir İsrail sorunu olduğunu ve İsrail halkının, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmadan barış ve güven içinde yaşayacağı bir gelecek kurmasının mümkün olmadığını da gösteriyor.

Bugün Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı (Bu hakkın somutlanmış talepleri olarak 1947 sınırlarında egemen bir Filistin devletinin kurulması ve 6 milyon Filistinli mültecinin geri dönüşünün önündeki engellerin kaldırılması) temelinde sürdürülen mücadele ve dayanışmanın kazanması, sadece siyonizme değil, Batılı emperyalistlerin “üstünlerin hukuku ve demokrasisi” üzerine kurulu düzenlerine vurulmuş bir darbe olacaktır.

E-gazeteye abone olan okurlarımıza kitap hediye ediyoruz
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...