12 Mart 2023 04:45

İyimserlik için çok kısa, kötümserlik için çok uzun: 14 Mayıs

Fotoğraf: DHA

PAZAR
Paylaş

İktidarın stratejisi senelerdir hukuksuzluğu bir usule dayandırmak, adaletsizliğe bol kılıf giydirmek, torbaya karar-kanun tıkıp ketenpere yaratmak, arafa düşürmek.

Seçim 14 Mayıs’ta olacak, Meclis erken seçim kararı almadı, cumhurbaşkanı bu kararı aldı.

Adaylığı tartışmaya açık, seçim kararını cumhurbaşkanının alması tartışmaya açık ama iktidarın seçimde yenilmesi istendiği için, seçimin acilen yapılması istendiği için bir büyük direnç burada gösterilmeyecek.

Yaşadıklarımız iyi bir film olsaydı; burada Meclis muhalefeti yüklenir, iktidar vekillerinden bazılarını dönemin ne yaparsa yapsınlar bittiğine ikna eder, kararı tanımaz, yeter sayıya ulaşır, Mecliste seçim kararı alınmasını zorlar ve yine aynı tarihi açıklarlardı. Sen mi büyüksün bu Meclis mi gör bakalım coşkusuyla filmin sonunda heyecandan ayağa kalkardık.

Bizim film distopik seyrediyor, böyle olmayacak. Bir hayal bile değil. Zaten buna harcanacak efor da yok. 

Gidiyoruz 14 Mayıs’a. Herkes birbirine soruyor: Olacak bu sefer değil mi?

Bir umuda tutunma isteğimiz var. Daha önce de yazmıştım Profesör Jerome Groopman’ın Umudun Anatomisi kitabını.

“Biz iliklerimize kadar umudun her şey olduğunu biliriz. Zihnimizin gerisinde umudun hiçbir şey olmadığından şüphe ederiz” diyordu.

“Çoğumuz umudu iyimserlik ile karıştırırız. İyimserlik, ‘Her şeyin en iyisi olacağı’ şeklindeki baskın tutumdur. Ancak umut iyimserlikten farklıdır. Umut, ‘olumlu düşünme’mizin telkin edilmesinden ya da aşırı iyimser öngörüler duyuyor olmaktan kaynaklanmaz. Umut, iyimserliğin aksine katıksız gerçeklikten doğmaktadır” 

Katıksız gerçekliğimiz: kentler üzerimize devrildi. Mecazda yeni bir iktidarın enkaz devralacağını konuşurken gerçek bir enkazın altında kaldık. 

Önümüzde sadece iki ay var. Seçimden sonra açılması gereken binlerce dosya, dava, iptali gereken ve yeniden çıkarılması gerekli KHK, yasa, on binlerce görevden alma ve yeniden atama, ekonominin toparlanması, kentlerin güvenle yeniden inşası, milyonlarca insanın istihdam, barınma, geçim desteği, eğitim ve sağlık düzenlemeleri vs. muazzam bir iş yükü var.

Gerçek bir sosyal devlet mantığı ve cesur devrimci kararlar ile yeniden kuruluş çabası ancak kurtarır memleketi. Altılı masa cehennemin kapılarını kapatsa da yangını söndürmek için Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerine ihtiyaç olacak. 

Şu küçük köşemde senelerdir aynı şeyi söylemeye devam ediyorum: Siyasi muhalefetin zaferi ancak toplumsal muhalefetle kucaklaşırsa mümkün.

Seçim güvenliğinin de korkulan pek çok senaryonun gerçekleşmesinin önündeki engel de halktır. Sadece müşahitlik, sandık kurulu, okullarda yeter sayıda avukat değil, halkın oyunun peşinde tüm gün süren okul nöbeti tutması gerekecek.

Partililerin ev ev gezmesi değil, bu iktidardan kurtulmak isteyen herkesin genel bir seçim kampanyasının gönüllüsü olması gerekecek.

Deprem bölgesi için örülen dayanışmaya bakınca bunu sağlamak imkansız değil, herkesin de çalışmak için gönlü var.

Mahalli seçim kampanya gruplarının kurulması, partiler adına değil demokratik bir rejimin inşası adına kapı kapı gezmeleri örgütlenebilse çok isabetli olurdu.

Şimdi sokaklarda herkes konuşuyor. Konuşacağız. Konuşmak zorundayız. Bu konuşmaları birbirine benzerler arasında yapıp kendi yankı odamızda iç dökmekten, dertleşmekten, daha güzel tespit yapma yarışına girmekten daha faydalı hale getirmek istiyorsak karşı mahalleye geçmeli.

Herkes öfkeli, bu düzenin değirmenine arpa taşıyan eşeğin sırtındaki heybeyi dokuyana ip verene bile öfkeli. İşte o öfke ikili iletişimde o mahalleyi iknada ters tepecektir. O öfkenin asıl odağını unutmayıp, cahilliğin de iktidarın bir hizmeti olduğunu akıldan çıkarmadan iknaya yönelik dikkatli cümleler kurmalı.

Daha iyi ve özgür hissettiğimiz semtlerimizden çıkıp iktidarın oy beşiği semtlere dağılmalı. Konuşmalar tehdit ve tenkit değil veri, bilgi, gerçeklik, empati içermeli.

Bu hafta sosyal medyada bir hesabın paylaştığı şu tweet serisi çok konuşuldu:

İlkesiz olmaya gerek yok, taktiksel iletişim denesek de olur. Ama yapmamız gereken iktidara karşı “Onlar tek, biz hepimiz” iletişimini sürdürebilmek. Onaylamadıklarımız olacak ama biz bu yola onlara güvenerek değil, cehennemin kapısı kapandıktan sonra ellerimizle cenneti kuracağımıza olan inancımızla çıktık.

Değerlendirmek isterseniz birkaç öneri:

Ülkenin iyi gazetecilerinin hazırladığı bazı dosyalardan kendinize üç dört örnek seçin, tüm detaylarına hakim olana kadar çalışın. Gazetecinin yaşadıkları da heybenizde dursun, uygun bir yerde ona açılan davaları da karşınızdaki kişiye sorgulatın. Tartışmalarda büyük resimden değil küçük örneklerden ispatla gidin. Örneğin Kızılay’ın 25 sene önceki imkanlarından örnekleriniz olsun, mümkünse sorarak bu örnekleri kendisinin vermesini sağlayın ve şu an battaniye alımı için gelen bağışların nerede olduğunun bilinmediğine, bağışlanan ikinci el kıyafetlerin Yemenli bir şirkete satıldığına dair ispatlarınız cebinizde dursun. Sanılanın aksine, toplum hâlâ bilgiye saygı duyuyor. Bu bilgiyi sinirle değil, üzüntüyle, esefle aktarın. Bir polisiye hikaye anlatır gibi anlatın, bir dinleyicinin merak edeceği hale sokarak. Kişiye sorular sorun, yanıtı kendileri versin. İnsan en çok kendi bulduğu cevaba inanır.

İşin şahidi olduğunuz, ucu bizzat size dokunan yolsuzluk hikayelerinden başlayın anlatmaya, ikincil-üçüncül yakınlarınızın başına gelen de bizzat örneğine girer. Büyük projelerde dönen milyar dolarları aklı almıyor eve kıyma alamayan insanların. En politik doğrucu yanımızla değil bizzat hakkı yenmiş insanın hezeyanıyla konuşmak gerekir. Örneğin kapitalizmi anlatmak 20 dakikaya sığmaz ama “Elalemin işçisi gelip Antalya’da beş yıldızlı otelde tatil yapabiliyor da ben neden kıyma alamıyorum bu ülkede, gücüme gidiyor. O, 8 saat çalışıyor biz 10-12 saat, artı ek iş olmasa kiramız çıkmıyor. Biz de büyük ekonomi değil miyiz, bizim de nüfusumuz onlar kadar değil mi?” üzerinden anlatın mesela. O Antalya’da tatil yapan Alman fabrika işçisi, İngiliz tır şoförü, Rus tezgahtar sizin bizzat tanıştığınız biri olsun. 

İlk “haklısın”ı duyabilmek için önce sizin iki-üç “haklısın” sunmanız gerek. Bir lidere inanmış, tüm gurur ihtiyacını onun dünyaya rest çekebilmesine bağlamış, kurallarına göre yaşadığı dinin öbür dünyanın kazandıranı olacağı inancıyla bu dünyaya tahammül eden bir insanın kendisini ayakta tuttuğu bu kolonlara ilk elden saldırarak ikna zor. Yıkılmamak için tüm gücüyle savunacaktır. “Haklısın”lardan sonra “keşke”lerle savunun tezinizi.

“Evet haklısın ama keşke şöyle olsaydı...” O keşkenin ardına insanca yaşama dair beklentileri sıralayın. Gözünde canlanacak şekilde. Emeklilik ikramiyesiyle ev-araba alınan, tek maaşla dört kişilik evin rahat geçinebildiği, sebzenin üç kuruş etin beş kuruş olduğu bir hayali anlatıp aslında bir zamanlar gerçek olduğunu tarihiyle sıkıştırın lafın bir kenarına.

Liderlerine karşı tek lideri körü körüne savunmayın. Siz her bir lider alternatifinden öyle alıntılar yapın ki kendisi içlerinden birini seçtiğinde sizin aklınızdan geçene denk düşsün.

İnsanların bilgisizliği, iktidarın “bilmesinlercilik” stratejisi sonucu, inandıklarına şok olduğunuz şeyler, yandaş medyanın 7x24 yayınlarından bağımsız değil, ayağında tabanı delik pabuçla bu iktidarı savunan adamın hali, sırf ve saf kötülükten değil, inandığı tek şeyin de kaybettiren olduğunu kabul etmeyi kendisine yedirememekten belki.

En azından biz öyle düşünerek konuşmak zorundayız. Rest bize kazandırmayacak çünkü iktidar sadece çatışmadan alıyor gücünü. Çatıştıkça kaybediyoruz.

40 yıllık milliyetçiyi fırsat bulduğunuz 10 dakikada sosyal demokrat bile yapamazsınız, ona milliyetçi gözünden bakarak sorun: Sen de haklısın da birader, alt tarafı bir seçim için insan da her lafını yutup Öcalan’ı televizyona çıkarmaya kalkar mı? Koca milliyetçi geleneğinize ayıp olmadı mı?  Türkçüler de mi İslamcı takiyeyi benimsiyor, ayıbınıza gitmedi mi? Nasıl bu noktaya geldi rahmetli Türkeş’in partisi?

Gücünüze gidebilir ama burada Türkeş’i savunmuyorsunuz, objektif bir soru yöneltiyorsunuz aslında. Kendimizi böyle telkin edeceğiz mecbur. Bir oy bir oydur.

2018 seçim öncesiydi, yorgundum laf anlatmaktan, taksiye binmem gerekti. Taksinin içi AKP ilçe örgütü dekoru gibi. Hiç gücüm yoktu tartışmaya. Taksici reis övdü ben tabi ya dedim, taksici iktidar övdü ben helal dedim, taksici proje övdü ben onayladım.

En son dedim ki “Kaç taksi plakan var?” Dedi ne plakası, yevmiyeli şöförüm ben? 

“Abi fakir  bu partiyi böyle savunur mu? Savunan biliyorum ama bak eski güvenlikçi vardı müdür oldu, değnekçi vardı zincir otopark açtı, emlakçı vardı müteahhit oldu, şöförden vekil çıktı, sen propaganda yaparken işini bilen aldı yürüdü. Hadi onlar savunur. Sana ne oldu? Yani sana faydası ne oldu partinin, yeme beni dürüstçe söyle? Bak en kötü tarlana imar almışsındır, o da mı yok? İşini bilen bir parsele bile imar açtırıyor? Kural yok, kaide yok, dediğin gibi şampiyon seninkiler” dedim.

Bitti muhabbet, sessizlik. Alnını kaşıyor. Ben inerken “Fena kerizlendik yani” dedi adam.

Hiç yalan söylemedim adama, yanıtı kendi buldu.

İki ay var, konuşmak zorundayız, konfor alanımızın dışında konuşmak zorundayız, ortaya açık, net, cesaretle yazıp çizeceğiz, savunduğumuz tüm değerleri bağıra bağıra yayacağız, birebir iletişimden ise kaçma lüksümüz yok.

Livaneli’nin Serenad Romanı’nda geçer: “Kötümser, ‘İşler daha kötü olamaz’ diye feryat ederken, iyimser ‘Olabilir daha kötü de olabilir’ dermiş. Şimdi söyle bakalım, sen iyimser misin, kötümser misin?”

İyimserlik tembihlemeyelim, iki ay iyimserlik için çok kısa, kötümserlik için çok uzun.  Umut, gerçekliğin altında. Memleketin gerçeğine uygun bir emekle, hayat memat meselesi olduğu bilinciyle, üzerimize düşeni bir kez daha fazlasıyla yapmak için elimize, ayağımıza, dilimize, sabrımıza kuvvet dilerim. Sıkılmış yumruklarımızla safiyane bir naiflik kuşanmak mümkün değil, ben bilgiyle desteklenmiş, tecrübeyle pişmiş, gerçeklikle defalarca yüzleşmiş, dilde tüy biterek gelişmiş belagatımıza güveniyorum, umuda tutunuyorum.

Kuvvetten düşerseniz açıp dinleyin:
***
Çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı
Çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum
Ve kederin ve solgun yüzlü işçilerin üzerine
Dağ başlarının hırçınlığı savruluyor benden
Çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin
Çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak
Miting afişleri, cesur pankartlar
Ve binlerce militan
Derin denizlerin aydınlığı zorlu sabahlar
Gökyüzü ve lale
Sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa