04 Ekim 2022 04:51

Kürt burjuva faydacılığı mı halkın ittifakı mı?

Fotoğraf: Onur Kavak / Evrensel

Paylaş

Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası (DTSO) Başkanı Mehmet Kaya, 2020 sonlarında İrfan Aktan’a verdiği röportajda “Erdoğan çok pragmatist bir lider…yeni bir çözüm sürecinin kıyısındayız” demişti. Kaya bu süreçten Kürt burjuvazisinin beklentisini de “Hem teşvik politikasının hem de Kürt sorununa yaklaşımın değişmesi gerekiyor” sözleriyle ortaya koymuştu.

Kaya’nın beklentisi gerçekleşmedi ama Kürt burjuvazisinin halkın ulusal-demokratik mücadelesini ve bu mücadelenin yarattığı birikimin ifadelerinden biri olan ‘Kürt oyları’nı pazarlamaya dayalı faydacı tutumu devam etti. Bu kez HDP’den milletvekilliği de yapmış olan Altan Tan, haziran 2021’de Medyascope’dan Ferit Aslan’a yaptığı değerlendirmede şöyle diyordu: “Neden bir tarafa Recep Tayyip Erdoğan’a keskin bir düşmanlık, öbür tarafa bedava bir dostluk kuruyorsunuz? Kürtler, cumhurbaşkanlığı seçiminde altından değerli bir fırsat yakalayacak. Bu fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekir.”

Kürt oyları ‘bedava’ gitmemeliydi, hangi burjuva blok Kürt burjuvazisine daha fazla pay veriyorsa Kürtlerin yüzü de ona dönmeliydi!

HDP’nin geçtiğimiz günlerde sol-sosyalist güçlerle birlikte bu burjuva bloklar karşısında halk güçlerinin seçeneğini (üçüncü seçeneği) oluşturmak üzere ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurması, Kürt burjuva çevrelerini rahatsız etmiş gibi görünüyor. Bu kez Kürt burjuvazisinin sözcülüğüne ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’na “Faydasız ittifak” diyen akademisyen Vahap Coşkun soyunuyor.

Coşkun’un Serbestiyet’te yayımlanan yazısı; Kürt burjuvazisinin, halkın mücadelesini oyların pazarlanmasıyla sınırlamaya çalışan pragmatik tutumunun tipik bir örneğini oluşturuyor.

Coşkun; EHP, EMEP, HDP, SMF, TİP ve TÖP’ün oluşturduğu ve 24 Eylül’de açıklanan deklarasyonla kuruluşunu ilan eden ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’ için şunları söylüyor: “Sol için anlamlı olan ittifak, HDP için anlamlı mı? HDP, bu ittifaktan bir fayda görebilir mi? Benim bu sorulara net bir cevabım var: Hayır! Zira bu ittifakın, HDP’nin farklı toplumsal gruplarla temasını kuracak kanallar inşa edemeyeceğini, özgürlükçü bir ideolojik değişimden geçmesini kolaylaştıramayacağını, HDP’ye oy getirmeyeceğini ve HDP’ye dönük negatif önyargıların kırılmasını sağlayamayacağını düşünüyorum.”

Vahap Coşkun yazısının devamında “Hiçbir ağırlığı olmayan parti ve örgütler” olarak tanımladığı bu sol-sosyalist güçlerle kurulan ittifak nedeniyle “Seçmen, bilmediği, tanımadığı ve siyasi fikirlerine vakıf olmadığı kişiler tarafından temsil edilmek durumunda kalıyor” diyor. Sonra da ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Bin bir zahmete katlanarak elde edilen kazanımların bu şekilde kolayca harcanması, tabanın sinir uçlarına dokunuyor. HDP’nin Diyarbakır’daki sivil toplum örgütleriyle buluşmasında, bazı katılımcılar HDP heyetine, lisan-ı münasiple, sol ile yapılan işbirliğinin ‘solun Kürtlere hâkimiyetine dönüşmemesi’ ve ‘Kürtlerin emeğinin sola heba edilmemesi’ yönünde tabanda yaygın olan bir rahatsızlığı dillendirdiler.”

Coşkun, keşke “Kürtlerin emeğinin sola heba edilmemesi” gerektiğini söyleyen bu “sivil toplum örgütleri”nin adını da verseydi!

Neyse devam edelim.

Vahap Coşkun, yazısının devamında sözü HDP’nin ‘Türkiyelileşmesi’ne getiriyor. “Türkiyelileşme/Türkiyelilik siyaseti, ideolojik törpülenmeyi ve daha merkezi bir konum edinmeyi gerekli kılar” dedikten sonra bu ittifak ve bileşenlerinin Türkiyelileşme siyasetine hizmet etmediğini, yani “doğru bir senaryonun yanlış aktörlerle sahnelenmeye” çalışıldığını söylüyor.

Şimdi Coşkun’un kendi içinde tutarlı olan bu görüşlerinin neye/kime hizmet ettiğini, hangi sınıfın çıkarlarını savunduğunu görmek için adım adım gidelim.

Öncelikle ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’ bildirgesine bakıldığında bu ittifakın; emperyalizm ve sermaye sınıfının çıkarları karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin insanca yaşam taleplerini, halk egemenliğine dayalı gerçek bir demokrasi ve bunun bir parçası olarak Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik barışçıl çözümünü, inanan-inanmayan herkesin inanç ve vicdan özgürlüğüne dayalı gerçek bir laikliği, emperyalizm ve işbirlikçi gericiliklere karşı halkların çıkarlarını temel alan barışçı bir dış politikayı,  kadınlar, gençler ve dezavantajlı gruplar için eşitlik ve özgürlüğü savunduğu görülecektir.

Bildirgede bu acil talepleri için seçimlerin önemli bir dönemeç olduğu belirtiliyor ancak seçim ve sandık beklenticiliği yerine bu talepleri elde etmenin temel dayanağının emek, barış ve demokrasi güçlerinin mücadelesi olduğu/olacağı vurgulanıyor.

Bu bakımdan ‘Emek ve Özgürlük Bildirgesi’, Coşkun’un işçi sınıfı ve halklarımızın mücadelesine güvensizliğin bir ifadesi olarak demokratik kazanımları ve bunları elde etmenin yolunu seçim ve sandıkla sınırlayan yaklaşımını kabul etmiyor.

Vahap Coşkun’un Kürt oylarının burjuva siyaset arenasında pazarlanmasıyla sınırlı yaklaşımı, bu burjuva blokların insanca yaşam ve demokrasi taleplerine olan uzaklığının Emek ve Özgürlük İttifakı için yarattığı geniş alanı görmesini de engelliyor. Dahası Coşkun, ‘sol’ için o alışılageldik “marjinallik” söylemi üzerinden işçi sınıfı ve halklarımızın yeni bir siyasi odak etrafında birleşebilme potansiyelini daha en başından reddediyor-ki, Gazeteduvar’dan Serkan Alan’ın görüşlerini aldığı kamuoyu araştırma şirketleri yöneticileri Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bugün bu ittifakta yer alan partilerin görünürdeki oylarının ötesinde bir sinerji yaratacağına ve bu nedenle beklenenden daha fazla oy alabileceğine dikkat çekiyorlar.

Bu yaklaşımın bir sonucu olarak Coşkun, HDP’ye karşı önyargıların kırılmasının yolunun mücadele birlikteliğinden değil, burjuva bloklara yamanmaktan geçtiğini düşünüyor.

Yapılan ittifaklarla Kürt seçmenin “Bilmediği, tanımadığı ve siyasi fikirlerine vakıf olmadığı kişiler tarafından temsil edilmek” durumunda kaldığını iddia eden Coşkun, bu iddiasıyla asıl olarak Kürt halkının mücadelesini ve bu mücadelenin yarattığı ulusal-demokratik birikimi yok sayıyor.

Kendini “radikal demokrat” olarak tanımlayan HDP’nin içinde kendileri sol-sosyalist olarak tanımlayan siyasi kişi ve çevrelerin olmasını bir tarafa bırakalım. Kürt ulusal mücadele ve örgütlenmesinin devrimci-sosyalist bir gelenek üzerinden şekillendiği ortada olduğu ve dahası Kürt hareketi de Türkiye devrimci hareketinin bu süreçte oynadığı rolü her defasında vurguladığı halde Coşkun, kendi tezlerini geçerli kılmak için bu tarihsel gerçeği görmezden geliyor.

Kürtlerin ulusal demokratik mücadele ve birikimlerini dar milliyetçi ve muhafazakâr bir kalıp içinde hapsetmeyi amaçlayan ve bu temelde Kürt oylarını Türk burjuvazisinden pay kapmak için pazarlamakla sınırlı bir yaklaşım ortaya koyan Vahap Coşkun’a Kürt kültür, sanat ve politika dergisi Dilop’un 27. Sayısının dosya konusu da olan Yusuf Ekinci’nin ‘Kürt Sekülerleşmesi’ çalışmasını okumasını tavsiye ediyoruz. Belki o zaman ulusal-demokratik mücadelenin halkta yarattığı demokratik-seküler dönüşümü ve dolayısıyla Kürt halkının yüzünü neden sol-sosyalist güçlere döndüğünü daha iyi anlayabilir.

Öte yandan Sosyo-Politik Saha Araştırmaları Merkezi’nin Kürt kentlerinde seçmenlerin eğilimleri ile ilgili Eylül ayında yayımladığı rapor, Kürt kentlerindeki gerçeği çarpıcı bir biçimde bir kez daha göz önüne serdi. Bu saha araştırmasında görüşmecilerin yüzde 71,6’sı “Ekonomik kriz ve işsizliği” en önemli sorun olarak değerlendiriyor. Elbette bu sonuçlar Kürt sorununun önemini ve demokratik çözümünün yakıcılığını ortadan kaldırmıyor. Aksine bu sorunun Kürt yoksullarının, emekçi halkının sosyo-ekonomik taleplerini de kapsayacak bir eksende çözümünün giderek önem kazandığını ortaya koyuyor. Kürt burjuvazisi ile emekçi halkının ‘çözüm’leri arasındaki farkı da belirginleştiren böylesi bir tabloda Kürt hareketinin emek taleplerini önceleyen bir ittifak içinde olması da daha özel bir anlam kazanıyor.

Kürt sorununun çözümünü Kürt burjuvazisine verilecek teşviklerle aynı denklem içinde kurgulayanların, Kürt halkının yüzünü emeğin haklarını önceleyen bir ittifaka çevirmesinden rahatsızlık duymaları şaşırtıcı değil. Çünkü her sınıf ve temsilcileri, meseleye kendi çıkarları perspektifinden bakıyor. Bu nedenle de Coşkun, Kürt hareketinin/HDP’nin Türkiyelileşmesinden Türk burjuva siyasetine daha fazla entegre olmasını anlıyor. Türkiyelileşmeyi, Türk ve Kürt burjuvazisinin kader birliği üzerinden tasavvur ediyor. Kürt oylarının pazarlanmasının da bu kader birliğinin araçlarından biri olarak kullanılmasını savunuyor.

Buna karşın Emek ve Özgürlük İttifakı, Türk ve Kürt halklarının ve her milliyetten işçi ve emekçilerin eşit haklar temelinde demokratik ve insanca yaşayacakları bir gelecek kurma iddiasıyla yola çıkıyor. Burjuva faydacılığının yerine emekçilerin ve halkların ortak mücadelesiyle ortak bir gelecek inşa etmeyi koyuyor.

Tam da bu nedenle Kürt burjuvazisinin sözcülüğüne soyunan Vahap Coşkun’un bu ittifakı “faydasız” olarak nitelemesi, bir gerçeğin kendi cephesinden ifadesi olarak anlam kazanıyor. Çünkü bu ittifak burjuvazinin faydacılığını değil, halkların çıkarlarını önceliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...