28 Eylül 2022 04:55

Enflasyon, savaş, faşizm

insanlar, kalabalık ve sırtı dönük

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Alman Der Spiegel dergisi geçen hafta düşmekte olan orta sınıfları kapağına taşımış. Ukrayna Savaşı’yla beraber dünya ekonomisinin temel gündemi haline gelen enflasyon Avrupa’daki bölüşüm mücadelesini azdırıyor. Ancak meselenin savaş kaynaklı olduğunu düşünmek yanıltıcı. Aksine enflasyonun ardındaki ekonomik trendler savaştan önce belirginleşmişti. Putin Ukrayna’yı işgal kararını alırken dünya ekonomisindeki kırılganlığı hesaba katmış olmalı. Dolasıyla savaşı enflasyonun nedeni olmaktan ziyade katalizatörü olarak düşünmeli.

Geçen sene bu köşede Sosyolog Oliver Nachtwey’ın “düşüş toplumu” tezini ele almıştım. Nachtwey, Alman siyasal sistemindeki merkezin çöküşü ve aşırı sağın yükselişini açıklarken popüler analizlerde sık sık karşımıza çıkan mülteci krizi olgusunu bir vesile olarak ele alıp, esas neden olarak gelecek kuşaklara sınıf atlama kapılarını kapatan “gerileyen modernleşmeye” dikkat çekiyor. Nachtwey’ın teorisini takip edersek, sınıf atlama vadetmeyen siyasal sistemde merkez büzüşmeye devam edecek. Dahası merkezi restore etmeye çalışan her girişim tersine merkezkaç kuvvetleri daha da güçlendirecek.

Eylül 2021 Almanya seçimlerinden sonra sosyal demokratlar, yeşiller ve liberallerin kurduğu koalisyonun yeni bir merkezin inşasına girişmesi Nachtwey’ın tezi açısından önemli bir testti. Biden’ın ocak 2021’de Beyaz Saray’a yerleşmesiyle beraber ufukta beliren “Yeni Transatlantik Yeşil Mutabakat” COVID-19 salgını ertesinde iş gücü verimliliğini arttıracak, yeniden sanayileşmeyi teşvik edecek, sınıf düşmeyi engelleyecek, sosyal devleti yeniden kurgulayacak ve böylece siyasal merkezi restore edecek bir fırsat yaratabilir miydi? Yeşil mutabakat İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi transatlantik ve transpasifik havzalarını ABD liderliğinde yeni bir sanayileşme hamlesiyle Çin’e karşı yeni bir hegemonik ittifak kurabilir miydi? O dönem Biden’ın önündeki en büyük sınavın Obama’nın bir türlü hayata geçiremediği TPP (Transpasifik Ortaklık) ve TTIP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) projeleri olduğunu düşünüyordum. Rusya’nın Ukrayna hamlesiyle uluslararası gündem değişse de enflasyon, enerji, yeşil sanayi, yeniden bölüşüm ve orta sınıfın çöküşü sorunları güncelliğini korumakla kalmadı, giderek daha büyük jeopolitik önem kazandı.

Ukrayna krizi kısa vadede yeşil enerji ve yeşil sanayi tartışmasını rafa kaldırdı. Yeşil reform vaadiyle iktidara gelen hükümetler Rusya’nın yarattığı baskıyla yeniden nükleer ve fosil enerjiye yönelmeye başladılar. Ama orta ve uzun vadede bilhassa Rusya’nın dayandığı petrol ve doğal gaz kaynaklarına alternatifler geliştirme zorunluluğu “yeşil reformu” yakıcı bir jeopolitik gündem maddesi haline getirdi. Esas sorun bu dönüşümün maliyetinin nasıl bölüşüleceği. Nitekim Yeni Yeşil Mutabakat’ın önündeki en büyük engel büyük sermaye fraksiyonlarının on yıllardan beri alıştıkları kâr oranlarından hiçbir şekilde taviz vermeye yanaşmaması. İşçi sınıfının tarihi kazanımları olan öz örgütlerinin, sendikaların, siyasal partilerin içerinden fethedilmiş olduğu bir dönemde sermayenin başka türlü davranmasını beklemek saflık olur. COVID-19 salgınının da açıkça gösterdiği gibi sermaye taviz vermek bir tarafa her krizi kazanımlarını korumak ve arttırmak için bir fırsat olarak kullanıyor. Herhangi bir mutabakatın oluşabilmesi için tıpkı 20. yüzyıl başında olduğu gibi sermaye kartellerini dizginleyecek bir dengenin ortaya çıkması gerekiyor. ABD’de ortaya çıkan yeni işçi, emekçi hareketleri bu açıdan dikkate değer gelişmeler. Uzun zamandır şahit olmadığımız bir sendikal hareket görüyoruz ancak bunun siyasete etki edebilmesi için önümüzdeki seçimlerde Demokratları köşeye sıkıştıran taktiklerden fazlasına ihtiyaç var. 20. yüzyıla damgasını vuran ittifak orak ve çekiçte simgelenen köylü ve işçi ittifakıydı. Tarihte ilk defa dünya nüfusunun çoğunluğunun kentlerde yaşadığı 21. yüzyılda küçük burjuvazi ve işçi sınıfı bir demokrasi programında buluşabilecek mi? 

20. yüzyıl liberalizmi orta sınıf olarak adlandırdığı küçük burjuvaziye büyük tarihsel misyonlar yüklemişti. Liberalizmi bir küfür olarak kullanan üçüncü dünya milliyetçiliğinin liberalizmle ortak noktası eğitimli küçük burjuvazinin demokratlığına duyulan bu inanç değil mi? Bu teorik şablon yakın geçmişte İslamcı orta sınıflar için güncellendi. Türkiye’de yaşanan ünlü seküler-dinci cepheleşmesinin sembolik aktörleri de eğitimli Atatürkçü ve eğitimli İslamcı orta sınıflar olarak belirdi. Ancak sembolleşmenin maliyeti ağırdır: İdeolojik tartışmalardaki teorik modellerde orta sınıf başrolü oynarken aslında küçük burjuvazi siyaseten tamamen güçsüzleşiyordu. Marx’ın 19. yüzyıl Fransa’sındaki köylüler için yaptığı tespit Türkiye’deki “orta sınıflar” için birebir uygulanabilir: “Kendi kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir.”

İslamcı burjuvazimizin demokrasi getireceği umutları suya düştüğünden beri orta sınıf kavramı ağza alınmaz olsa da küçük burjuvazinin sermaye ve emek arasında hangi tavrı alacağı tarihsel önemini koruyor. 20. yüzyılın tecrübeleri sınıf düşme korkusu yaşayan küçük burjuvazinin kendisinden aşağıda gördüğü işçi sınıfıyla ortaklaşmaktan ziyade kendisine ayrıcalık vadeden faşizmi tercih edebileceğini acı deneyimlerle gösterdi. Yanlış anlaşılmasın: Sınıf düşen küçük burjuvazinin her koşulda faşistleşeceğini iddia etmiyorum. Vurgulamak istediğim nokta sınıf düşme korkusunun küçük burjuvaziyi kendiliğinden işçi sınıfıyla ortaklaştırmayacağıdır. İçinde bulunduğumuz savaş ve enflasyon koşullarında işçiler ve emekçiler cephesinden siyasal alana bir hamle gerçekleştirilmediği müddetçe aşırı sağa doğru kayışın devam edeceğini öngörmek kötümser bir yorum olmaz. Türkiye’de Emek ve Özgürlük şiarıyla yola çıkanların önündeki en önemli sınavlardan biri bu hamleyi yapmak olacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...