28 Nisan 2021 00:45

Yeni transatlantik yeşil mutabakat mı?

Joe Biden

Fotoğraf: Oliver Contreras/Epa/AA

Paylaş

Trump’ın iktidara gelmesiyle II. Dünya Savaşı sonrası kurulan liberal dünya düzeninin çöküşü gazete, dergi ve akademik yayınların başlığına yerleşmişti. Şimdi Biden’ın politikaları bir restorasyon dönemini gündeme taşıyor. İklim ve geçim sorunlarını öne çıkartan yeni bir refah devleti projesinin arifesinde miyiz? Bu proje transatlantik ittifakının uzun zamandır boğuştuğu sorunları çözüp yeni bir tarihsel blokun temelini oluşturabilir mi?

Columbia Üniversitesinden Adam Tooze’un son makalesi Paul Krugman’ın kariyeri üzerinden ABD’de giderek güç kazanan modern para teorisinin genel hatlarını özetliyor. Keynesci fikirleri modern finansal araçlar üzerinden yeniden tanımlayan bu yaklaşım kamu borcunun bir sorun teşkil etmediğini öne sürüyor. Buna göre temel mesele parasal genişlemeyle büyümeyi sağlarken enflasyonu kontrol altında tutmak. Peki bu yaklaşım ABD’de hakim olabilir, Atlantik’in diğer kıyısında da kabul görebilir mi?

Aslında modern para teorisi (MPT) Avrupa’ya yabancı değil, hatta tarihsel öncüsü Alman iktisatçı Georg Friedrich Knapp (1842-1926) ve onun Paranın Devlet Teorisi adlı eseri (1905). MPT’yi Avrupa’da uygulanabilir kılan önemli bir tarihsel bağlam da mevcut: Endüstrinin iklim ve çevre krizi koşullarında yeniden elden geçirilmesi. Biden’ın ilk diplomasi hamlesi Obama’nın öncülüğü yaptığı, ancak Trump’ın ABD’nin imzasını çektiği Paris İklim Anlaşması’na tüm gücüyle geri dönmekti. İklim, hem küresel bir sorun olarak ABD’nin liderlik vasfını kanıtlayabileceği, hem Avrupa kamuoyunda geniş bir kabul gören, hem de yeni teknolojik yatırımlarla istihdam yaratabilecek, endüstriyi canlandırabilecek kilit bir mesele. 1970’lerden beri ABD ve Avrupa’da baş gösteren sanayisizleşme bir yandan bu coğrafyada işsizliğin yükselerek aşırı sağın güçlenmesine, diğer yandan sermaye birikiminde sanayi üretiminde hızla yükselen Çin’in öne çıkmasına yol açtı. Hasılıkelam: Yeşil bir “New Deal”[1] bir taşla birden çok kuşu vurarak yeni bir uluslararası tarihsel blok yaratmaya aday olabilir.

Bu iddiayı bir köşe yazısında uzunca anlatmak, açmak, tartışmak için ne yeterli zamanım ne de yeterli yerim var. Tartışmaya çalıştığım konu jeopolitik, ekonomi politik, siyaset bilimi, sosyoloji ve ekoloji gibi üniversitelerde, akademik iş bölümünde birbiriyle pek muhabbet etmeyen disiplinlerden faydalanmayı gerektiriyor. Gelecek yazılarımda (fırsat buldukça) böyle bir hegemonik projenin mümkün olup olmadığı sorusunu irdelemeyi planlıyorum. Türkiye’deki uluslararası ilişkiler tartışmaları maalesef mevcut hükümetin ABD ve Rusya arasındaki basit güç simsarlığına odaklandığından, Montrö ve Kıbrıs gibi birtakım geleneksel politik pozisyonların tarifinden öteye geçemiyor. Televizyonları, gazeteleri kaplayan “devlet adamlığı nedir, nasıl olmalıdır” başlıklı söylevler dünyada gerçekleşmekte olan dönüşümleri tartışmaktan o kadar uzak ki, Türkiye’nin içine saplandığı ekonomik krizin anahtarının da bu dinamiklerin içinde yattığını göremiyor. Dolayısıyla yer yer spekülatif iddialar ortaya atma ve çoğu zaman henüz cevabı olmayan sorular sorma pahasına jeopolitika tartışmasını genişletmekte (İsmet İnönü’nün deyimiyle!) “sayılamayacak kadar fayda” görüyorum.

Bu hafta Almanya’da tarihsel bir yükselişe geçen Birlik 90/Yeşiller’in dış politika programıyla başlayalım. Eylül ayında gerçekleşecek seçimlerde Yeşiller’in federal hükümette olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Temel soru bu hükümette büyük ortak olarak mı, küçük ortak olarak mı bulunacakları. Yeşiller’in yükselişinin Alman siyasal sistemi açısından ne anlama geldiğini ve muhtemel koalisyon seçeneklerini şimdilik sonraya bırakıp doğrudan partinin seçim beyannamesine bakalım.

Uluslararası ilişkiler 137 sayfalık, uzun beyannamenin son bölümünde ele alınıyor. Toplam yirmi sayfayı bulan bu detaylı bölümün öncelikle ele almak istediğim kısmı Yeşiller’in ABD ve Rusya’ya yönelik tavrına ilişkin. “Çok-kutuplu bir dünyada iyi ilişkiler için çalışıyoruz” başlığını taşıyan bölüm, daha başlıktan bir tespitin altını çiziyor: Çok-kutuplu bir uluslararası sistemdeyiz. Ancak Yeşiller’in çok-kutupluluktan çıkardıkları sonuçlar Çin, Rusya, Ahmet Davutoğlu ve birtakım emekli devlet erkanının çıkardığı sonuçlardan bir hayli farklı. Hatta bunların tam tersi! Bırakın Avrasyacı, Asrikacı ve sair jeopolitik fantezileri, Yeşiller tüm Alman partileri içinde ABD’yle eş güdümlü bir restorasyonu en çok benimseyen parti. Çin ve Rusya’yla iş birliğinin insan hakları ihlallerine göz yumularak geliştirilmesine karşı çıkıyor. Açıkça, Alman-Rus ortaklığı olan Nord Stream-2 projesinin iklim, enerji politikaları ve jeopolitika açısından yanlış olduğunu iddia edip, derhal durdurulmasını talep ediyor. Rusya politikası Alman siyasal yelpazesinin merkezinde hem sağ ve hem solda ciddi yarılmalar yaratmış durumda. Bu bağlamda Yeşiller merkezde net bir tavır sergiliyor. Daha doğrusu bu tavrıyla merkeze yürüdüğü mesajını veriyor. Ancak Yeşiller’in Rusya ve Çin’e ilişkin politikalarının insan hakları ve demokrasiden ibaret olduğunu hiç sanmıyorum. Yeşil ekonomi programıyla, ABD’deki gelişmelerle bir arada ele alındığında, bu politikanın ciddi bir ekonomi politik boyutu olduğu, bu aşamada(!) sınıflardan ziyade sektörler arasında (yani sermaye içi) önemli bir çatışmanın konusu olduğu ve sanayi üretimini yeniden organize edecek olması nedeniyle doğrudan hegemonyaya ilişkin bir başlık olduğu anlaşılır. Daha sonra etraflıca ele almak kaydıyla, sosyalistlerin Rusya konusunda kendilerini diğer partilerden ayrıştıran, bağımsız bir çizgi ortaya koyamamalarının bu hegemonyanın en önemli işaretlerinden biri saydığımı belirtmeliyim.

ABD, Çin ve Rusya’dan sonra Yeşiller’in programında dördüncü başlık Türkiye’ye ayrılmış. Bu bölüm partinin, Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları için mücadele eden herkesin yanında olduğunu açıklamasıyla başlıyor. Türkiye, Kürt sorununun barışçıl çözümüne ve saldırgan dış politikadan vazgeçilip çok-taraflı diplomasiye geri dönmeye davet ediliyor. Almanya’daki Türkiye kökenlilerin dinsel ve politik bir şekilde araçsallaştırılması eleştiriliyor. En dikkat çekici olan nokta: Yeşiller AB’nin Türkiye’yle yaptığı mülteci anlaşmasının uluslararası iltica hukukunu ihlal ettiğini öne sürerek iptal edilmesini savunuyor. Yeşiller’in dış politika programının ne kadarı ekimden itibaren hükümet politikasına dönüşecek? Bu elbette şu anda belirsiz. Ancak, Biden’ın okuduğunda birçok ortak nokta göreceğini tahmin etmek zor değil. ABD-Almanya açısı kapandıkça iktidarın manevra alanı daralıyor, ama AKP gitse de bölgesel güç simsarlığına devam etmeye niyetli muhalefet unsurlarının da alanı daralıyor. Temel jeostrateji ve güvenlik politikasında hemfikir olup buna rağmen aralarındaki bağırış çağırışla tartışma ortamını ortadan kaldıranlara hiç itibar etmemek lazım. Onların velvelesinden uzak, bağımsız ve özgür bir politik hattın nasıl inşa edileceğine yoğunlaşmalı. Bilgi ve öngörü önümüzdeki dönemin en önemli avantajı olacak.

[1] Yeni Mutabakat: Roosevelt döneminde ABD’de uygulanan sosyal devlet politikalarına verilen isim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa