03 Nisan 2022 00:10

Sular, zeytinler ve Nisan 1

Manisa Gördes'te nikel madeninin atık borusunun patlamasıyla kimyasal atıkların toprağa ve suya karıştığı bölge.

Fotoğraflar: Ramazan Koyunlu

PAZAR
Paylaş

Geçtiğimiz hafta Manisa Göl Marmara’da yapılan Dünya Sulak Alanlar Günü etkinlikleri ile ilgili izlenimlerimi pazar yazısında yazmıştım. Ege Bölgesi’nin en önemli sulak alanı, yüzlerce insanın balıkçılık yaparak geçimini sağladığı göl birkaç yıl içerisinde kurudu. AKP hükümeti yetkililerinin “ahh vahhh”dan öte bir çare ürettiğini göremedim ben. Düşünebildikleri tek çare başka bir su havzasından göle su taşımak! İyi de o zaman da İzmir’de altın madeni işletilebilsin diye yaptığınız Gördes Barajı susuz kalacak! 

Bir altın madeni işletilebilsin diye Türkiye’nin üçüncü büyük ilinde yaşayan 300 bin kişinin içme suyunu sağlaması planlanan barajı yaptırmadılar! Kentin tek yüzeysel su toplama havzasındaki Çamlı Barajına izin vermeyip İzmir’in 150 km uzağındaki Gördes’ten su getirmeye soyundular! Halk düşmanı, doğa düşmanı, emek düşmanı, sermaye aşığı bir siyasi hareketten başka ne beklenir ki zaten!.. 

Gelin görün ki dibi delik çıkan baraj su tutamadığı için İzmir’e tek damla su sağlamadı. Üstüne Göl Marmara’ya akan derelerin önünü kestiği için gölü de  kuruttu...

İÇME SUYU BARAJLARINA AKAN SÜLFÜRİK ASİT

Öte yandan Gördes Barajının koruma havzasında dünyanın en zehirli kimyasallarından birisi olan sülfürik asitle üretim yapan bir nikel madeni var. Balıkesir’den bu madene günde onlarca kamyonla tonlarca sülfürik asit taşınıyor. Bu kamyonların kaza yapıp kimyasalların etrafa saçılması neredeyse sıradan birer vaka haline geldi. Yıllardır birçok kazaya karıştı işletmeye asit taşıyan bu kamyonlar.

Şirket, biraz bunu da bahane ederek bölgede “Avrupa’nın en büyük sülfürik asit fabrikası”nı kurmak için kolları sıvadı. Madende kullanılacak asitleri işletmenin hemen yanında üretmek şirketin kârını da katlayacak tabii ki... 

Bu işletmenin yöredeki içme, kullanma sularını kirletebileceği riski onlarca kez dile getirilmesine rağmen, milyonlarca ton kapasiteli sülfürik asit fabrikası kurma çalışmaları hızla devam ediyor…

Daha fabrika kurulmadan yaşanan bir olay meselenin ne kadar da tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor. Zorlu Holdinge ait meta nikel tesislerinin atıklarını taşıyan borunun patlaması sonrası etrafa yayılan, toprağa sızan, sulara karışan atık sıvının içinde onlarca, yüzlerce kat tehlikeli madde bulundu. İZSU’nun analizleri sonucu ulaşılan rakamları uzmanlar “Bu su içilemez, endüstride, tarımda, hiçbir yerde kullanılamaz!” diyerek yorumluyor. İşte bu nitelikteki sıvı İzmir’de, Manisa’da yaşayan insanların ve bölgedeki milyonlarca canlının yaşam kaynağı olan sulara karıştı.

SULAK ALANI DOLDURUP YAT LİMANI YAPTILAR

Bir örnek daha vereyim AKP hükümetinin sularımıza, sulak alanlarımıza yönelik politikasını anlatabilmek için; İzmir-Çanakkale kara yolunun deniz tarafında, Aliağa’yı hemen geçtikten sonra yer alan Çaltılıdere’de bulunan Hacıahmet Koyu ve Sulak Alanı geçtiğimiz yıllarda önce sulak alan korumasından çıkarıldı, sonra da AKP’li bir şirkete yat imalat tesisleri yapılması için sunuldu. Sulak alanın bu korumadan çıkarılarak statüsünün nasıl değiştirildiğini daha önce defalarca yazdığımız için o konuya girmeyeceğim. Merak eden okur kısa bir internet araştırması ile ulaşabilir o haberlere.

ABRAMOVİÇ’İN YATI!

On binlerce kuşun, sucul canlının yurdu olan, iklim krizinde yutak alan olarak karbondioksit emici özelliği bulunan sulak alanda yat imalat tesisleri yapımı için tam 1200 dönüm arazi toprakla doldurulup betonlandı! 2023 yılında hizmete girmesi beklenen yat limanı ve imalat tesisleri İzmir sermayesinin olduğu kadar bazı yerel basının da iştahını kabartmış görünüyor. Şirketin uçuk kaçık fantezilerini “Şu kadar kişi istihdam edilecek, şu kadar dolar girecek,  Abromoviç’in yatı bile yanaşacak” gibi haberlerle veriyor yerel basın. “Bacasız sanayi” diyorlar bir de! Sulak alan yok olmuş, oradaki kıyı ve kumullar betonlanmış, on binlerce kuş yuvasız kalmış, trafik artmış, gürültü patırtı vatandaşı rahatsız etmiş, deniz kirlenmiş umurlarında bile değil!..

Şimdi bu sulak alanların, göllerin durumu ortadayken, (Ki Anadolu’da onlarca başka göl ve sulak alan kurudu, kurutuldu bu hükümet zamanında) AKP’nin iklim krizi, küresel ısınma, tarımsal üretim azlığı gibi şeyleri dert edebildiğini nasıl söyleyebiliriz?!

“İyi ama Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı” diye düşünenler olabilir. AKP hükümeti altına imza attığı hangi anlaşmayı doğru düzgün uyguladı da Paris İklim Anlaşması’nı uygulasın! 

Ramsar’ı uygulasa bu kadar sulak alan, göl kurumazdı. Bern sözleşmelerini uygulasa nesli tehdit altındaki onlarca bitki ve hayvan madenciliğe, enerji yatırımlarına feda edilmezdi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasa her gün birkaç kadın cinayeti, katil erkeklerin iyi hal indirimleri ya da cezasızlık garabeti haberlerini okumazdık...

ZEYTİN VE NİSAN 1 ŞAKASI

Geçen hafta, Milas İkizköy’de kömür ocağı yapılması için yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarını kökledi Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali. Köylülerin ve ülke genelinde tepkilerin yükselmesi üzerine de bir gün sonra 1 Nisan’da söktükleri ağaçları yerlerine diktiler! Asırlık zeytinleri söküp, yeniden yerlerine dikmeye çalışmak nasıl bir aklın ürünü olabilir ki? Nisan 1 şakası gibi gerçekten!

‘NET SIFIR’ MASALI!

Geçenlerde TÜİK tarafından açıklanan 2020 yılına ait sera gazı emisyonları Türkiye’nin iklim krizi politikasının gidişatını açık seçik ortaya koyuyor. Ekosfer Derneği tarafından yorumlanan bu verilere bakarsak; Türkiye’nin sera gazı emisyonları 2019 yılına göre yüzde 3.1 oranında artmış. Haliyle bu artış “net sıfır” hedefinin de masal olmaktan öte bir anlamı olmadığını ortaya koyuyor. Güya Türkiye sera gazı emisyonlarını düşürerek 2053’e kadar net sıfır emisyona ulaşacaktı!

Böyle mi olacak? Gölleri kurutarak, sulak alanlara beton dökerek, zeytinlikleri kesip kömür ocağı yaparak, ormanları odun üretimi için doğrayarak... 

Aslında sadece Türkiye için söylemek doğru değil bu net sıfır masallarını! Kapitalist dünyanın genelinde de durum hiç iç açıcı değil. 

Salgından sonra yeniden yükselişe geçen elektrik talebinin yüzde 70’in üzerindeki kısmı iklim krizi ve küresel ısınmadan birinci derece sorumlu tutulan fosil yakıtlardan sağlanıyor. Buna alternatif olarak “yenilenebilir-temiz enerji” ambalajı ile önerilen rüzgar ve güneş enerji santrallerinden elektrik üretiminin payı her geçen gün artsa da ne bunların ‘temiz’, ne de ‘yenilenebilir’ olmadığını ülkemizde yaşadığımız onca acı deneyimden artık çok iyi biliyoruz.

Kapitalist dünyada her alanda bir riyakarlık ve çöküş var aslında. İklim krizi bu çöküşü hızlandıracak ve bu krizler politik krizleri de tetikleyecek gibi görünüyor. Ülkemiz ve dünya yeni bir altüst oluşun kıyısında. İnsanlık tarihi için çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde bu krizlerin kitleler üzerindeki etkilerine, ekonomik-ekolojik ve siyasal büyük altüst oluşlara tanıklık edebiliriz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa