23 Ocak 2022 04:51

Alışacak mıyız?

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Bir arkadaşım eski günlerden fotoğraf göndermiş. Üniversite bahçesinde çimenlere yayılmışız, artık basılmayan bir gazeteyi sermişiz yere, üzerinde nevale var; cips, çerez, hazır sandviçler, bira içiyoruz. Biri yüzüne kitap kapatmış, uyumuş muhtemelen okurken. Arkada şortlu bir grup yakan top oynuyor. 

Bende hiç olmayan bir fotoğraftı, şaşırdım.

İnsan nasıl da alışıyor değil mi?

Şimdi ne kampüste bira içebilirsin ne de öğrenci o nevaleyi alacak parayı bulabilir. Zaten öğrencinin nefes almasını bile lüks kılmışlar, ne fındık fıstığı?

2012 yılıydı, Eyüp Sultan Türbesi’ne karşı içki içmek ne demek diye ilk kampüs yasağını başlattılar. Türbe kampüse 6 kilometreydi. Güya Eyüplüler çok rahatsızdı. Halkın bu tepkisine başbakan sessiz kalamadıydı. İçkili restoranlar kapatıldı kampüste, yerine iktidara yakın isimlerin içkisiz zincir restoranları girdi. Şehirden uzakta kampüslerde yer alan marketlerden içki reyonları kaldırıldı. Okumaya mı geldiniz alem yapmaya mı?

Sonra Nevizade ve Asmalı’dan masalar kaldırıldı. “Halk kaldırımdan yürüyemeyecek mi kardeşim?”

İçki reklamları ve sponsorlukları yasaklandı. “Reklamını yapa yapa özendirip alkolik edecekler milleti, yuvalar dağılacak.” Artık kimse içki demiyordu zaten, içkinin adı “alkol” oldu. Çünkü alkol kelimesi alkolizmi daha kolay çağrıştırıyordu.

Televizyonda içki ve sigara sahnelerine yasak geldi. Flulaştırmak zorundasınız. E onunla uğraşılır mı? Hem ya diziye, kanala ceza gelirse?

O zaman söyleyelim senaristlere karakteri ona göre kurgulasın. Nereden ceza gelmiyorsa oradan yaratalım izleyiciyi çekecek heyecanı. Dram sever milletimiz, dramı da kadının yediği dayak üzerinden veririz.

Bir haber sunucusunun gömleğinin düğmesi sorun oldu. Göğüs çatalı görünmesini konuk, izleyici, RTÜK uygun bulmadı. Kadın milyonların önüne kurban gibi atıldı. Görüntüsü blurlanıp paylaşıldı.

O zaman sunuculara dikkat edilsin ki bir daha hiçbirinin meslek hayatı bu şekilde yıpranmasın.

Gömlekler ilikli, etekler diz altı...

Kadının kahkahası iffetsiz, hamile kadın sokakta gezmesin cümleleri havada uçuşurken birer birer azaldı hayatımızdan çapkın kadınlar. Aysel Gürel, Huysuz Virjin gitti teker teker.

Her tür yasak aşkı, tutkulu aşkı, gururla aşkın kavgasını şarkıya döken Sezen Aksu Yetmez Ama Evet golü yedi. “Bir yanımız her duruma müsait, ne kadar uyarsa o kadar ister.”

Meşrebimizse daraldıkça daralıyordu.

Yılbaşı özel programlarında şampanya patlatılmayalı yıllar oldu. Oysa bir zamanlar TRT ekranında dönemin tüm assolistleri gece yarısına ellerinde kadehle girerdi. Bu topraklara İslamiyet 8. yy’da mı geldi 2001’de mi? Ülke nüfusundaki müslüman oranı son 20 yılda mı arttı? Çam ağacına öfke nereden nasıl çıktı?

 31 Mayıs 1984 gazeteden bir haber: Turgut Özal ramazandan önce son bir kadeh cin tonik içti. Ramazanda içmeyeceğini açıkladı.

Böyle böyle rahmetli, kendi cin toniğini, viskisini ihmal etmedi ama ağzımıza içki süremeyeceğimiz yolların taşlarını da döşedi.

Ramazanda yemek yedi diye insanlar katledildi. Bu yılbaşına da el-ayak tüm bileklerine kadar örtülü bir dansözle girildi. 

Aman kanallara ceza gelmesin.

Hiçbir ceza da direkt iktidar üzerinden gelmiyor. Birileri bulunup durumdan rahatsız olunduruluyor. Bu halk tepkisine kayıtsız kalamayan iktidar, halkın görüşüne destek olarak tepkisini açıklıyor. Diyanet safını alıyor. İlgili kurum da harekete geçip cezaysa ceza, soruşturmaysa soruşturma, yasaksa yasak.

Bazen Eyüplüler olur, bazen kanalın izleyicileri bazen de işte Milli Beka Hareketi...

Rahatsız olunsun, olay büyütülsün, herkesçe konuşulsun, yasaklar konulsun, kabullenilsin. Alışırlar zamanla...

Alıştırılıyoruz.

Pandemide aşısızlarda PCR bile aranmıyor da 00.00’da müzik kesiliyor işte. Alışırlar diye, müziksizliğe de.

 

Gayrimenkul edinene vatandaşlık veriliyor ya da 3 yıl dokunmamak kaydıyla 500 bin dolar yatırana.

Burada da usulsüzlük, rüşvet tespit edilmiş, iddianamede yüze yakın isim geçiyormuş.

Kim Türkiye gibi oynak bir ekonomide emlak yatırımıyla vatandaşlık ister? AB, ABD, Japonya vs. pasaportlarına zaten dünyanın kapıları açık.

Bu ülkelerde demokrasi ve hukuk var. Şeriatla yönetilen, şeyhliklerde yaşayan, kaosa açık ülkelerden geliyor vatandaşlık talepleri.

Aman onlara mal satacağız, onların düzenine uygun olsun. Mesela harem-selamlık havuzlar yapalım. AVM’ler, parfümcüler, nargilecilerle donatalım yaşam alanlarını. 

Kendi toplumumuzu asimile ve dejenere edelim para gelecekse.

Alışırlarlar nasılsa, halkımız da Müslüman’dı, ses çıkaracak değil ya din kardeşine.

 

Dindar ve dinci arasındaki farkı en çok imanlı insana anlatmak lazım. Dinci bayrak yapar kendi otoritesine dini.

Bugün içkiden rahatsız olur dindarın hassasiyetini bahane ederek yarın dindarın kıldığı namazı da beğenmez. Eşit yurttaşlık hakkını bir kaptırırsan kolunu kurtaramazsın.

Kuralı şimdiden onun dinciliği koyarsa yarın dindara da kuralı o koyacaktır.

Bugün müzik çalmayacaksın buyuran, bugün Kur’an’da yazanın aksine Adem ve Havva’dan hassasiyetler, cezalar, yasaklar uyduran, yarın ufacık kızını şeyhe teslim etmedin diye, malını mülkünü bağışlamanı buyurduğunda direndin diye seni de kırbaçlarsa ne yapacaksın?

Hiçbir ülkeye şeriat birdenbire girmedi.

Hiçbir dinci otorite de kendine bahane ettiği dindarı koşulsuz korumadı. 

Sızdı böyle ince ince, ilk dalgada demokratları, özgürlükçüleri, sosyalistleri vurdu, ikinci dalga dindarlara patladı. Üçüncüde ülkeler karanlığa büründü.

Bugün parası olan Suudi, İranlı, Afganistanlı neden Türkiye vatandaşlığı peşinde? 

Monarşi ile yönetilen BAE’li, Katarlı bu ülke din kardeşi diye mi geliyor sadece?

Dinci, otoriter yönetimdeki her yurttaş kendi ülkesinden bir çıkış garantisi arıyor kendine.

Başladı bak bizde de beyin göçü, emek göçü.

Herkes bir oturum izni peşinde, herkesin hayalinde bir Schengen Pasaportu. Neden? Çünkü bir gün otorite çökebilir hayatının üzerine.

 

Biz dindarlıkla değil dincilikle sınanıyoruz. Dindar da anlayabilmeli durumun vahametini.

Eşit yurttaşlığı, laikliği, dincilere karşı savunurken önce uzun uzun hassasiyetleri gözetip, kutsal kitapta gerçekte ne yazdığını anlatmaya çalışıp, üç gün bağırıp dördüncü gün unutacak mıyız? Sivil itaatsizlik süreli midir? Hani yasağa karşı şarap içecektik sahilde, kayalıklarda? Hayatı dört koldan savunmaya çalışırken öyle bir ölüm sarmalına aldılar ki bizi, içki içebilme, sokakta öpüşebilme, şortla gezebilme özgürlükleri düştü Maslow piramidinden. Kar topu yüzünden insan öldürüldü bu ülkede. Ne öpüşmesi sokak ortasında? Hem millet aç aç…

Birbirinden bağımsız değildi oysa.

“Seri halde baskı altına al, yasakla, cezalandır, tehdit et, kan gövdeyi götürsün. Hayatları cehenneme dönünce unuturlar zaten yaşama sevincinin ne olduğunu…”

 

 “Sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın, biz kendimiz yapmıyoruz. İnanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır.” İçişleri Bakanı tarafından kuruldu bu cümle. Allah’la bakan arasına girilmez mi demek istiyor yani? Onların hesapları Allah’a havale, biz hesap sorduğumuzda aynı gün tebligat, jet gözaltı, doğru mahkemeye…

Yargı tek taraflı şeri fiiliyatta zaten.

İnsanlık onuruna dair kırmızı çizgiler bir tek din üzerinden mi çizilir peki?

En büyük kırmızı çizgi yaşam hakkı değil midir?

Alışır mıyız? Alışıyor muyuz? Alışacak mıyız?

Yoksa her gün inadına gür sesle bağıracak mıyız:

Bu yaşadığımız hayat değil çünkü aslında şahane bir şey yaşamak!

Çimenlerde sere serpe uzanmak, çıplak ayakla dans etmek, denize bakarak rakı, kampüs çimenlerinde gençliğimi anarak bira içmek, yüksek sesle şarkı söylemek istiyorum. Nerede biteceğini bilmediğim seyahatlere çıkmak, hiç görmediğim, dilini bilmediğim şehirler gezmek istiyorum.

Rüzgarın eteğimi uçurmasından korku değil keyif duymak, yürürken ardıma değil dimdik önüme bakmak, yetmişimde bile mini etek giymek istiyorum. İyi peynir, kokulu domates ve tereyağında karides yemek istiyorum.

İnsanım, bu isteklerim hak, hukuk, adalet, emek kavgasından bağımsız değil. Yaşamayı sevmek lümpenlik değildir. Yaşamak; yoksulluğun ortaklaşması, hassasiyetler zindanında ufak bir hareket alanı, acıyı merkez alan bir pergelin dairesine hapsolmuş biteviye kavga değil. Yaşamak, şahane bir şeydir.

Size zevk veren her şeyi, hayatın neye benzediğini kendinize hatırlattığınız ve yüksek sesle şarkılar söylediğiniz bir pazar dilerim.

Bu lümpen değil insanca bir davranış, asıl suçlu bu kadarını bile insandan esirgeyen davranış.

Kartopunu da çiçekli eteği de şarkılarımızı da sevgilimizi öpme arzumuzu da savunacağız.

Dincilere dönüşmek için verilmedi bunca kavga.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...