04 Ekim 2021 00:30

İşçi aristokrasisi ve Suriyeli işçiler

Mültecilere değil AKP'nin mülteci politikasına hayır  yazan döviz

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

Paylaş

Bugünkü yazıda, göç ve göçmen emeği üzerine saha gözlemleri üzerinden son dönemde çıkardığım bazı notları paylaşmak isterim:

1- Daha önce tarım, inşaat, tekstil, taşımacılık gibi sektörlerde ve çoğunlukla merdiven altı atölyeler ve enformel alanlarda çalışan Suriyeli işçiler, zamanla, küçük ve orta ölçekli fabrika ve işyerlerinde görülmeye başladılar. Özellikle son birkaç yıldır fabrika ya da modern sayılabilecek iş kollarına taşeron sistemi kanalıyla transfer edilen göçmen emekçiler, kapitalistlere yeni bir yedek iş gücü sağladılar.

 2- Sendikalı, sigortalı ve özlük haklara sahip yerli işçiler için bu durum başlangıçta kabul edilir değildi. Çünkü mülteci emeği güvencesiz, kayıt dışı ve daha ucuz olduğu için yerli işçiler bu girişimi kendi işlerini kaybedecekleri bir sorun olarak gördüler. Ne var ki patronlar yerli işçilerdeki bu endişeyi çabuk fark ettiler. Akabinde yeni bir strateji kuruldu ve fabrikalarda en ağır, en pis, en riskli işler mülteci işçilere yıkıldı. Yerli işçiler, bu en ağır işlerden yırtarak rahata erdiriliyor duygusuyla, imtiyaz sessizliğine itildi. Fabrikalara güvencesiz göçmen emekçiler çekildikçe, bu durum, taşeron sisteminin (Kayıt dışı göçmen emeğini de kullanarak) güçlenmesine neden oldu. En ağır işlerden kurtulduğunu düşünen yerli işçiler, mülteci emekçiye bindirilen yükler neticesinde işçi aristokrasisi içine katıldılar! Daha doğrusu katıldıklarını sandılar. Oysa bu imtiyazlı vaziyet, işçi aristokrasisinden kalan çok sınırlı bir “nimetti”.

3- Sendikalı, dolayısıyla örgütlü işyerlerinde taşeron sistemini işyerine sokmakta zorlanan patronlar işçi simsarlarını devreye sokarak göçmen emeğine başvurdular. Yevmiye ya da götürü usulü çalıştırılan Suriyeli işçiler, fabrika hayatında geçici görüldükleri ve sigortasız/hayalet işçiler oldukları için pek de kalıcı bir sorun olarak algılanmadılar. En azından tolere edildiler. Oysa bu yerli işçi bölükleri açısından büyük bir hataydı. Çünkü indirme, bindirme, temizlik, yemekhane gibi birçok iş alanı kademeli olarak elden gitmeye, güvencesizleşmeye başladı.

4- Göçün 10’uncu yılında artık dil öğrenmiş, mesleki birikim sağlamış, kent yaşamına kendini tek taraflı da olsa entegre etmeye başlamış Suriyeliler; WhatsApp grupları üzerinden birleşerek ücret pazarlığı yapmaya da başladılar. Bursa OSB buna tipik örnektir. OSB yöneticileri tamamı ile köle işçi istedikleri için bu durumdan rahatsızlar. Ne var ki yine de bu durum yerli/mülteci işçilerin birlikte hareket etmesi, sendikalaşması için kapı açmıyor. Tersine, işçi simsarlar bu WhatsApp gruplardan faydalanıyor. Suriyeli işçiler bir nevi kendi içlerinde gettolaşırlarken onların emeğini kiralayıp satan işçi simsarları doğuyor.

5- Önceleri yerli işçilere göre üçte bir ya da yarı fiyatına çalışan Suriyeli işçiler zamanla işçi ücretlerini artırdılar. Şu an asgari ücret ya da ona yakın ücret alan Suriyeli işçi sayısı oldukça artmış durumda. Fakat gel gör ki, mülteci işçilerin ne sigortası ne de özlük hakları var! Patronlar için bu durum büyük bir “maliyet tasarrufu”, daha doğrusu muazzam bir sömürü pastası. Sonuçta kaybeden kim? Ağzına bir parmak aristokrasi balı çalınan yerli işçiler. Ve elbette onlarla birlikte mülteci işçiler.

6- Suriyeli işçinin asgari ücret seviyesine gelmesinin pek de bir anlamı yok. Çünkü aynı zamanda Suriyeli işçilerin çalışma saatleri yerli işçilere göre daha yukarılara çıktı. Mesai kavramı giderek belirsiz hale geliyor. Mülteci işçiler hafta sonunu kaybederken günlük 12-14 saate kadar çalıştırılıyor. Suriyeli işçilere göre işten “erken” çıkmış olma psikolojisi, yerli işçilere “imtiyaz” zehrini şırınga eden bir başka sermaye oyunu oldu.

7- Geçici koruma kapsamında muayene dahil hastanede birtakım sağlık hakkı edinen Suriyeli işçiler, özellikle işsiz kalan ya da işsiz kalma baskısı yaşayan yerli işçilerin tepkisine neden oluyor. Oysa sadece mültecilerin değil işsiz kalan ya da sigortası olmayan bütün emekçilerin ücretsiz sağlığa erişim talebi bir mücadele konusu olmalı. Böylesi bir mücadele elbette sendikaların ve ileri öncü işçilerin gündemi olmalı. Bu arada sağlığa erişim konusunda Suriyeli işçilerin de giderek daha çok sorunla karşılaştıklarını not düşelim.

8- Altındağ’da yaşanan olaylar ve linç girişiminin ardından gündeme gelen “Geri gönderme” uygulaması sanayi ve hizmet sektörlerini de etkiliyor. Çünkü büyük kentlerden sürülen mülteciler ilk kayıt oldukları yerlere gönderildiklerinde ya iş imkanı bulamıyorlar ya da Urfa, Antep, Kilis, Maraş gibi kentlerde daha ucuza ve daha berbat koşullarda çalışmaya mecbur kalıyorlar. Bu durum geri gönderilmeme baskısıyla, mülteci işçilerin her şeye boyun eğmesini de beraberinde getiriyor. Öyle ki başka kente gönderilen mültecilerin fabrikaya tekrar dönmeleri için, fabrika yöneticilerinden “referans ses kaydı” istenebiliyor!  

Sonuç olarak, Türkiye işçi sınıfı ve sendikalar, bir çürüme nedeni olan aristokratlaşma eğilimine karşı mücadele etmek zorunda. Çünkü işçi aristokrasisi de işçileri aristokratlaştırma eğilimi de patronların işçi sınıfını bölmek, birbirleriyle rekabet ettirmek için kullandıkları bir sömürü yöntemi. Aristokratlaşma, göçmen ve mülteci işçilere karşı örgütlense de kabul edilemez. İşçi sınıfı mülteci işçileri yanına çekerek bu alçakça oyunları boşa çıkarmalı. Değiştirme gücü ve umudu arayanlar Adana sayada birlikte greve çıkan, Antep OSB’de DİSK/Tekstil sendikasında örgütlenen yerli ve göçmen işçilere bakabilirler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...