31 Ocak 2023 04:40

Dipten gelen dalga

eylem yapan işçiler

Fotoğraf:TÜPRAŞ işçileri

Paylaş

Geçtiğimiz yılın asgari ücreti, yılın ikinci ayında açlık sınırının altına düşmüştü. Bu yıl durum daha da beter. Henüz ocak ayı bitmeden, çalışan nüfusun yarısı olan asgari ücretliler açlık ücretinin altında ezildiler. Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı 8 bin 864 TL’ye ulaştı. Dört kişilik aile için belirlenen yoksulluk sınırı ise 28 bin 875 TL’ye tırmandı. Yani milyonlarca işçi, aileleri ve çocuklarıyla birlikte aç. Yeterince beslenemiyor, yeterince ısınamıyorlar. Sağlığa, eğitime erişmek onlar için daha zor hale geldi. Kirayı ödeyemiyorlar ve daha çok çalışarak ama sürekli borçlanarak ayakta kalmaya çalışıyorlar.

Türk lirası sürekli değer kaybına uğruyor, yüksek enflasyonun ateşi inmiyor. Açıklanan ekonomik büyüme rakamları kimseyi yanıltmasın çünkü tek yanlı bir büyüme bu. Emekçi sınıflar daha da yoksullaşırken fabrikatörler ve finans tekelleri kâr rekorları kırıyor.

Hatırlanacak olursa, geçen yılın ilk 6 ayında, işçiler yaklaşık 120 fabrika ve iş yerinde eylem yaparak ücretlere ek zam talep etmişlerdi. Başta kuryelerin ve tekstil işçilerinin çalıştığı, çoğunlukla sendikasız ve güvencesiz iş yerlerinde patlak veren bu eylemler neticesinde patronlar ücret güncellemesi yapmak durumunda kalmışlardı.

2023’e girerken işçi hareketinin seyrinde büyük fabrikalar ve temel işletmeler de boy göstermeye başladı. Ford Otosan’da ek zam talebiyle eylem yapan işçilere, TÜPRAŞ işçileri iş yavaşlatarak dahil oldular. Evrensel’in derlediği ekonomik veriler Ford Otosan ve TÜPRAŞ işçilerinin neden isyan ettiğini net biçimde gösteriyor. Nitekim Ford Otosan, 2022 yılının ilk 9 ayında net kârını bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 119 artırarak 10 milyar 332 milyon 171 bin liraya çıkarmış. Ford Otosan, 9 ayda işçi başına 504 bin 697 lira net kâr elde ederken, aylık bazda işçi başına 56 bin 77 lira kâr eder hale gelmiş. Koç Holdinge ait TÜPRAŞ’ın kâr oranları da benzer şekilde. TÜPRAŞ 2022 yılının ilk 9 ayında net kârını bir önceki yılın aynı dönemine göre 10 kat artırmış. TÜPRAŞ, 23 milyar 500 milyon lira net kâr elde ederken 9 ayda işçi başına 3 milyon 900 bin lira net kâr sağlamış. Aylık bazda işçi başına elde edilen kâr ise 433 bin 163 liraya ulaşmış! Yani tekeller kârını 10’a katlarken 1’ini dahi işçilerle bölüşmekten kaçıyor. Ayrıca yüksek enflasyon karşısında işçi ücretleri yerinde saymıyor, sürekli değer kaybediyor. İşçiler bu sömürü düzenine isyan etmesin de ne yapsın?

Aynı dönemde Bekaert ve Schneider Enerji işçilerinin grevleri yasaklandı. Amaç yine ücret artışlarını ve olası kazanımları baskılamak, işçi sınıfına gözdağı vermekti. Fakat işçiler bu kez grev yasağını tanımadılar ve fiili mücadele sayesinde ücret artışı sağlayarak işyerlerine döndüler. Bu süreçte enformel alanlarda çalışan sendikasız işçiler de eyleme geçtiler. Adana’da saya işçileri, Antep’te döküm işçileri, Diyarbakır’da inşaat ve fırın işçileri ücretlere ek zam talebiyle ayağa kalktılar. Sınıfsal uçurum ve mutlak yoksullaşma derinleştikçe bugünün işçi eylemlerine yenileri dahil olacak. Metal, petrokimya ve daha birçok iş kolunda huzursuzluk artıyor. Bağıtlanan TİS’ler çoktan ezildi, bağıtlanacaklar ise büyük tehdit altında. Bütün belirtiler dipten gelen bir dalgaya ve sınıf mücadelesinin büyümesine işaret ediyor.

Sermaye programını uygulayan Cumhur İttifakı bu dalga karşısında ‘seçim ekonomisi’ni ileri sürerek gaz almaya çalışıyor. Öte yandan grev yasakları, baskı, tehdit ve zoru esas alan faşist bir rejimin inşasına hazırlanıyor. Burjuva muhalefet programıyla hareket eden Millet İttifakı ise kitlelerde biriken öfkeyi arkasına alarak bunu seçim başarısına çevirmek istiyor. Çözüm olarak ileri sürdükleri şey ise Türkiye’ye getirilecek “uluslararası yatırım” ve yeni liberal politikalardan ibaret. Dün yayınlanan “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” emekçilere yine aynı şarkıyı söylüyor. Oysa daha ucuz işçi, daha çok sömürü yoksa uluslararası sermaye Türkiye’ye gelmez. Burjuva liberalizmin ambalajdaki kullanım tarihi ise bir hayli eskidi.  

Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler hem tek adam yönetiminden kurtulmak hem de yeni acı reçetelere karşı kendi bağımsız mücadele programıyla tarih sahnesine çıkmak zorundalar. Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan güçler, tam da bu dalgaya yaslanarak, işçi ve emekçilerin taleplerini kendi mücadele platformunun motor gücü haline getirerek sermaye egemenliğine meydan okumalıdır. “Halk için ekonomi” şiarını öne süren Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programı bu bakımdan güçlü bir dayanaktır.

Kapitalizmin panzehiri sağ ya da “sol” popülist burjuva liberal programlar olamaz. Dünya kapitalizminin gidişatı da bunu gösteriyor. Aşağıdaki veriler çelişkinin sadece Türkiye’de ya da tek adam yönetiminde değil bir bütün olarak kapitalizme içkin olduğunu çıplak biçimde gösteriyor:

Oxfam International’a göre küresel olarak kazanılan her 100 doların 63 doları dünya nüfusunun en üstünde yer alan yüzde 1’lik zengin sınıflara gidiyor. Geriye kalan her 37 dolar ise altta kalan yüzde 99’luk yoksul kesimler arasında paylaşılıyor! Oxfam raporuna ek olarak Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV) da bir başka çarpıcı gerçeğe işaret ediyor. Buna göre Türkiye’deki 13 milyarderin serveti 44 milyon kişinin toplam servetinden daha fazla. Türkiye’deki en zengin yüzde 1’in serveti ise en yoksul kesimlerin yüzde 90’ının sahip olduğu servetten 1.5 katı daha fazla! 

“Verimlilik” diye sundukları bu sömürü cehennemi, işçi ve emekçiler için artık daha fazla “sürdürülebilir” değil. İtirazlar, iş bırakmalar, grevler ve isyanların uğultusu bu yüzden. Hem biz de hem diğer ülkelerde. Dipten gelen dalga kapitalizmin duvarlarını dövecek dalgadır. Türkiye’nin çıkışı birçok şeyle birlikte bu dalganın büyütülmesine ve başarısına bağlıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa