31 Mayıs 2021 00:20

Pep-Tuchel finali: Sanatçının arayışı

Fotoğraf: AA

Fotoğraf: AA

Paylaş

Alman futbolunun son 30 yıldaki dönüşüm ve başarısında dünyanın geri kalanındaki gelişmelere açık olması önemli bir yer tutuyor. Bayern Münih’in Eski Kaptanı Philipp Lahm, Şampiyonlar Ligi finali öncesi kaleme aldığı yazıda Arrigo Sacchi’nin devrimine Bayern’in 1995’ten itibaren çocuk yaş kategorilerindeki takımlarıyla adapte olduğunu anlatıyordu. Almanya ve Bayern, ’90’larda da kendi bildiği yollarla büyük uluslararası başarılar elde etmişti ama Sacchi’nin top odaklı (pozisyon) saha paylaşımı, alanı kontrol eden kolektif presi, 25 metrelik takım boyu, dörtlü savunması, hücumculuğu kazanılan birkaç büyük kupadan öte oyunu sonsuza kadar değiştiren bir mirasa işaret ediyordu. Bu mirası sahiplenip, geliştirenler, ileriye taşıyanlar geleceğin futbolunda söz sahibi olacaktı. (Yanlış anlaşılmasın, Sacchi de bir mirasçıydı. O da Macarlardan, Hollandalılardan öğrendiklerini modern futbola uyarlamıştı, devrimini buna borçluydu.)

Thomas Tuchel, yükselişteki Alman futbolunun dış ilhamlarla beslenme konusunda kibirli olmayan genç futbol akıllarından biriydi. 2009’da Jürgen Klopp’un koltuğu bırakmasından bir yıl sonra Mainz’ın başına geçtiğinde Pep Guardiola’nın Barcelona’da yaptıklarından epey etkilenmişti. Teknik direktörlük eğitiminin bir parçasını Guardiola’nın takımını canlı izlemek ve ona dair kitapları okumak oluşturuyordu. Sadece bir “kopyacı” değildi, taktik zekası, analizleri, cesareti, motivasyon becerisi üst düzeydeydi. Bu sayede Mainz’da yaptıklarıyla Bayern’deki kahramanını etkilemeyi başardı hatta Pep onun Alman futbolunun en heyecan verici teknik direktörü olduğunu düşünmeye başladı. Belki de Bayern’den bir sezon önce ayrılsa halefi olarak belirlediği Tuchel’in yolu Dortmund’dan değil Münih’ten geçecekti.

O tarihten bu yana iki teknik direktör de çok sayıda kupa kaldırdı, Avrupa futbolu pek çok şampiyon yarattı, başarıya götüren taktikler üzerine koyarak zenginleşmeye devam etti. Ancak bir şey değişmedi, çağımızı tanımlayan futbol aklı hâlâ Guardiola’ya ait. O da Total Futbol’dan, Sacchi’den, Barça ekolünden etkilenerek yarattığı oyunla futbolun son 13 sezonuna kaybederken bile damga vurdu. Tuchel gibi pek çok ismin ondan öğrendiği gibi o da yeri geldiğinde çağdaşlarından öğrenebileceğini, adapte olabileceğini özellikle bu sezon gösterdi.

Final maçındaki değişiklik (Savunmanın önünde Fernandinho ya da Rodri olmadan oynaması) ise bir adaptasyondan ziyade Pep’in saf futbol anlayışını hayata geçirmeye yönelik iyimser fantezilerinden biri olarak göründü. Stoperler ve sağ bek hariç 7 hücuma yönelik orta saha oyuncusuyla oynuyordu. Ama bu hayal sahada karşılığını bulamadı. Sterling sol önde patlayıcı driplinglerini mümkün olduğunca yapmaya çalıştı ama onun varlığı aynı zamanda erken top kayıplarının, tamamlanamayan hücumların sayısının da artması anlamına geldi. Favori olmamanın verdiği rahatlıkla oyuncularına muhteşem bir motivasyon sağladığı belli olan Tuchel’in istediği buydu. Kante önderliğindeki Chelsea, çoğunlukla yarı sahasında sonlandırdığı umutsuz City hücum girişimlerini Chilwell ve James’in genişlettiği sahada gerçek akınlara dönüştürdü. City o kadar abandone haldeydi ki alan yaratamadığı için pas da yapamadı.

Pep’in takımlarının sahaya hakim olduğu ama sonuca gidemediği, buna karşılık rakibin kontratakla işi çözdüğü maçlara daha önce tanıklık etmiştik. Ama ilk yarı boyunca City sahaya o kadar hakim değildi ki topla oynama oranları dahi birbirine çok yakındı. (yüzde 52’ye yüzde 48). Chilwell’den başlayan atak, Werner’in stoperleri tuzağa düşüren nefis koşusu, boşalan saha, Mount’ın ölçüp biçip pas atabilmesine olanak tanıyan kopukluk, Havertz’in koşusunu takip edemeyen Zinchenko ve gol… Maçın tamamen Chelsea’nin dikte ettiği şartlarda oynandığına dair kusursuz bir kanıt.

Pep’in geç gelen hamleleri ikinci yarıda oyunu -en azından maçtan sonra onun iddia ettiği kadar- değiştirmemişti ve bu kayıtlara Pep’in kaybettiği ilk büyük final olarak geçti. Bu sayı sanki daha fazlaymış gibi hissetmemizin nedeni çok iyi takımlara sahip olmasına rağmen birçok “finali” finalden önce kaybetmesi. Galiba bunda Pep’in her şeye rağmen bir pürist olması, en kritik anda bir sanatçı olarak kazanmak istemesi ya da kaybedecekse de bir sanatçı olarak kaybetmekten çekinmemesi rol oynuyor. Kimilerine göre bu Pep’in “overthinking” yani gereğinden fazla düşünme sendromu.

Neticede çağımızın belirleyici futbol aklının sahibi 10 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi’ni kazanma fırsatını tepmiş oldu. Üç yıldır kupanın sahipleri ise onun devriminden faydalanan, üstüne koyan, yeri geldiğinde adapte olan Alman Teknik Direktörler: Klopp, Flick ve Tuchel. Yine de Sacchi’nin ideali hâlâ geçerli: “Kazanırken eğlendirmelisiniz.” Şu an City taraftarları öyle hissetmiyor olabilir ama belki de bu arayışı sürdürmek kazanmaktan/kaybetmekten daha önemlidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa